...
çünkü biz ikimiz
yanlış yapamayacak kadar yalnızız.

sesler yalanlar mı geceleri
göz uçlarına tırmanan siyah tavşanlar
akşam inince kaybolur mu?
sizi seviyorum.
sizi pek seviyorum.
sizi sevmem bize ayıp olur mu?
...



küçükiskender

ben hep rengarenk...


bazen çok sızlıyor sevgilim.
onun dışında idare edilemez bir yokluk değil.
öldüren bir acı değil.
dişin hava alması gibi, bir şiirde bir şarkıda burnumun direği sızlıyor,
sonra geçiyor.

kendime yeni uğraşlar buldum ama bu sefer akıllı olacağım sevgilim,
merak etme.
üzmeyeceğim kendimi.
kardeşim, canım diyenlere öyle kolay kolay inanmayacağım.
ve gitmekse istedikleri, bırakacağım sevgilim.

o bahsettiğin adamları da üzmeyeceğim söz.
kimseyi üzmeyeceğim sevgilim...
velev ki, ibneyim...
bugün ağaca çıkıp dut yedim. hem de 1 kilo falan (gözlerim çapaklanmasa bari :P)
bugün ağaca çıkıp kiraz da yedim.
bugün ağaca çıkıp erik de yedim.
bugün anneanne makarnası yedim.
bugün dede mangalı yedim.
bugün teyze kızartması yedim.
bugün enişte salatası yedim.
bugün büyük teyze pilavı yedim.
bugün uyudum.
bugün kumsalda yalnız yürüdüm.
bugün deniz kıyısında yalnız başıma taşlar sektirdim.
bugün kuma adımı yazdım.
bugün köpekler sevdim.
bugün bilmediğim birini bekledim.
bugün bir şey duydum.
bugün duyduğum şeye çok ağladım.
o kadar ağladım ki içim uzadı. tuvalette ağladım. sesimi çıkartmadım. gık demedim, içime ağladım.


bazen biri bir şeyler anlatırken sizin yaranıza öyle bir dokunuyor ki, öyle bir kaldırıyor ki o kabuğu, siz bile inanamıyorsunuz. büyük teyze ile dedem ardarda aynı cümleyi kurduğunda,hakkında konuştukları insanı düşündüm sonra serbest çağrışımlar beynimdeki tüm kıvrımlardan ışık hızıyla geçerek o son yudum kolayı genzime kaçırdı. öksürerek kendimi tuvalete attım. ağladım ağladım. hassiktir abi, çok ağladım. kanlanan gözlerime "kafana güneş geçmiş olmasın" diyen teyzemi öptüm, usulca yemeğimi bitirdim. 
oysa en sevdiğim tişörtümü giymiştim.
öyle işte.
bir şey hoşuna gittiğinde gülümserdi.
gülümsediğinde dünyada beyaz bir delik açılırdı.
ben o yaz o beyaz delikten içeri atladım.
...
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.
...
ortalıkta dönen yalanlarını hissettim, hep.
isteseydim kolayca ortaya çıkardı.
İstemedim. Senin kendinden kaçırdığın şeyleri
ben nasıl ortaya koyardım!
...
insanın yüreğinden geçmeyen borçlar ödenmezler.
...
hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.
birhankeskin

12 yiğırs ego!

12 yıl lan. 12. ne uzun bir süre. yaşlanmışsın sevgilim. adeta yaşlanmışsın. bir o kadar da güzelleşmiş, olgunlaşmışsın. koku hafızam unutturmuş bana seni. sevgilim, ben seninle hem küçük bir çocuk, hem genç bir kadın hem de aklı başında bir adamdım.
 ama ne zaman ansam seni, dilimde hep aynı şarkı:
çığlık çığlığa titriyor deniz, 
ben seni çok özledim, yalnızca biz ikimiz...

Trans Onur Haftası

tek istenen şey tanınmak. "biz varız, burdayız" diyerek sesini duyurmak. tek istenen anayasanın 10. maddesinde "kanun önünde eşitlik" başlığında tanınmak. aslında böyle bir talebe gerek bile olmamalı. çünkü yasa şöyle diyor: "herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. bu da transeksüelleri içine alması gereken bir madde ama hala onlar bunun savaşını veriyorlar.
19 haziran 2011 tarihinde taksim meydanı transeksüeller, gökkuşağı bayrakları, eşcinseller, heteroseksüeller, çiftler, tekler, gayler... ayrımsızca eğlendiler. hem de transeksüeller için. fotoğraflamak istediğim o kadar çok kare vardı ki.
"hayatımda bu kadar ibneyi bir arada görmedim" diyen insanlardan tutun da; elele, müzik ve ritimle kopan heteroseksüel ve eşcinsel çiftlere kadar ne kadar enteresan kareler vardı. meydandan tünele kadar süren yürüyüşte bizim arkadaşımla en çok dikkatimizi çeken şey, etraftan bakan gözlerin kendine güvensizliği, orada bir şekilde "ben buyum" veya "ben bunları destekliyorum" diyebilen insanlar kadar olamamak. öylece bakıyorlardı yüzlerinde boş bi rgülümseme ile. kimisi alkışlayıp destek olurken yaşlı başlı amcalar telefonlarına çekiyordu transeksüelleri ve gökkuşağı bayraklarını. "ne yapacak acaba, eve gidip çocuğuna mı gösterek" demeden de duramadım.
şaka bir yana, her şey bir yana, orada onlarca hatta belki yüzlerce insan bir şeyin birliğini beraberliğini ve özgürlüğünü yaşıyordu, o hava mükemmeldi. binbir renk vardı, herkes gülüyordu, bambaşka muhabbetler bile dönse herkes eşitlik için, hakları için, nefret cinayetlerinin politikleşmemesi için oradaydı. birilerinin o yürüyüşten haberi bile olmayacak belki, ama bir o kadarı da imrenerek baktı onca güzel insana...
hiçkimse, hiçbir zaman öteki olmayı haketmez, haketmemeli. sevdiği için, ruh ve beden uymadığı için asla ötekileştirilmemeli. Nice trans onur haftalarına...


16-19 haziran 2011 / istanbul


daha geniş bilgi için;


http://transpride2011.tumblr.com/
http://www.istanbul-lgbtt.org/lgbtt/
http://www.vol-trans.blogspot.com/

ilginizi çekebilir: transamerica

Helal Olsun


Anadolu Ajansı muhabiri Kayhan Özer, o özel anı sabitlemiş. Milliyet’te çıktı. Mükemmel bir hatıra fotoğrafı doğrusu.
Peron ya da balkon konuşması öncesi danışmanlarından bilgi alıyor.
Danışmanlar, rolünü abartan hademeler gibi karşısında el pençe divan durmuşlar; kahramanımız bir hususta kendilerini ikaz ediyor.
O odanın resimlerini daha önce de görmüşük. İddialı bir estetik önerisi.
Selçuki desenli kapının iki renk masa üstünde tekrarı, arka duvarın tuhaf ‘mış gibi’ kaplaması, önde dengede donmuş altın terazi vesaire...
Erdoğan kravatı atmış, rahat bir anında.
Onlara ne danışıyor olabilir? İnsan, karşısında hazırolda bekleyen adamlara ne danışabilir?
Erdoğan, bundan yıllar önce, Bahçeşehir Üniversitesi Uluslararası Liderlik ve Kamu Yönetimi Araştırma Merkezi’nde kurulan ‘Hükümet ve Liderlik Okulu’nun açılışında konuşmuş ve ezcümle, “Şüphesiz ki lider olunmaz, lider doğulur” demişti.
Lider doğmuşluğundan hiç kuşku duymadığımız Başbakan seçimlerde karşısında çırpınan sonradan olmalardan helallik istiyor şimdi.
Bütün incittiklerinden. Kendisi de açmış olduğu davalardan vazgeçerek başladı.
Güçlü olanın barış elini uzatması liderliğin şanındandır elbette.
Güçlü olanın ilk özrü dilemesi.
Biz de hakkımızı helal ediyoruz hep birlikte.
Bunca uzun iktidarın süresince halkı boşa sevindirdiğin ve Kürt sorununu barışa bağlamak konusunda hiçbir başarı elde etmediğin halde toplumun yarısının oyunu aldığın için sana helal olsun.
Özgürlük vaatlerinden çoktan caydığın ve özgürlük taleplerinin hepsini büyük bir saygısızlıkla yok saydığın halde yine oyunu çoğaltabildiğin için sana helal olsun.
Rakiplerinin zaniliğini, Aleviliğini öne çıkararak oy istediğin ve kazanabildiğin için sana helal olsun.
Ucube deyip ‘Allahuekber’lerle heykel yıktırdığın, sonra Azerbaycan’a selam yolladığın ve bunlara rağmen samimiyetinle sivrilebilmeyi başardığın için sana helal olsun.
Basın özgürlüğüne hiç yüz vermediğin, gazetecileri ve gazeteleri sonunda toptan hizaya getirebildiğin için sana helal olsun.
Sana muhalif bir göstericinden “Kadın mı kız mı bilmiyorum” diye söz edebilip bunu bir de bir güzel açıklayıp milyonlarca kadın seçmenden oy alabildiğin için sana helal olsun.
Vahşi polisinle gurur duyduğun, onun öldürdüğü muhalifini ardından öfkeyle anıp da inançlı seçmenden bunca oy alabildiğin için sana helal olsun.
Bunca şefkatsiz, bunca nobran, bunca nadan bir lider olarak baş tacı edildiğin için sana helal olsun.
Şimdi danışmanlarını karşına dizmiş, onlara yeni stratejiler dikte ediyorsun.
Ama unutma. Liderlik, bütün insana aykırı kurumlar gibi son derece gerilimli bir ikbal kapısıdır. O Kızılderili atasözünün dediği gibi; “Peşinden gelen kalabalık seni takip mi ediyor yoksa kovalıyor mu, asla emin olamazsın”.*


Love is Love



daha doğru düzgün konuşmayı bile bilmeyen bir kaç adabı eksik mahlukat kalkıp şunu diyor, "eşcinsellik bir yönelim değil, olsa olsa zorunluluktur" bu zorunluluğun da tedavisini psikolojik bir terapide görüyor. gazeteci soruyor bu terapi süreci nasıl işliyor diye. mahluk cevap veriyor. "ailenin psikolojik hikayesini alıyorsunuz, zaten dengesiz bir yapının var olduğunu görüyorsunuz. ilgisiz bir baba, baskın bir anne gibi psikolojik detayları yakalıyorsunuz. çocuk geldiyse çocuk üzerinden gidiyorsunuz. 30 yaş üstüyse kimse bilmiyor ailesi bilmiyor"
mahluk buna "kimlik bunalımı" diyor. "eşcinsellik özünde ailenin desteğini alamamış, toplumdan dışlanmış olan insanların içinde bulunduğu durum" diyor.
şimdi şöyle bir şey takılıyor aklıma, sen bir bilim insanısın, senin gibi de bir sürü bilim insanı(!), senin gibi düşünüyor. bilim insanı değil mi bunlar? bilimin neliğini sorgulamak ve insanın neliğini sorgulama en sonunda bilim insanını sorgulamak gerekir elbet ama saptırmayacağım.
bunlara göre,
her baskın annenin çocuğu eşcinsel olabilir.
her ilgisiz babanın çocuğu eşcinsel olabilir.
ailede herhangi bir tramva yaşayan çocuk eşcinsel olabilir.
adam baskın bir anne karakteri gördüğünde çocuğunu tedaviye "layık" görüyor. peki eşcinselliği iyileştirme çabanız kadar pedofili üzerinde de duruyor mu bu bilim insanları. eziyet, işkence, mazoşizm, alkolizm, madde bağımlılığı... bunların üstünde de duruluyor mu sahiden? neden bakanlar milletvekilleri bunlarla ilgili yorumlar yapmıyor hiç ve basın neden bunları vurmuyor yüzümüze?
insanlar kafasını kestikleri insanların yanında ellerinde kanlı bıçaklarla poz veriyorlar gülümseyerek ve bu fotoğrafları gururla annelerine babalarına yolluyorlar, doktorumuzun dediğine göre "baskın olmayan annesine ve ilgili babasına" gönderiyor. bunu neden araştırmıyor doktorlar. videoya canlı balığın yarısını pişirdiğini yarısının "canlı" kaldığını gösteren videolar ve bunu yiyen insanlar gösteriliyor, neden bunlara karşı çıkılmıyor? temizlik imandan gelirciler her yerde ter kokarken, rızk denen şeye konarken, inandıkları tanrının en bağışlayıcı olduğunu söylerken, günah işledi diye kadınları taşlarken... 
ve dahası sorgulanmazken neden o kristal çocukların mahremine hastalık deniyor? bir kadının bir kadına aşık olması, bir adamın bir adamın koynunda uyuması neden cennetten yer satanları bu kadar ilgilendiriyor? neden eşcinsellik ve lgbt bireyler günahkar sayılıyor? genel ahlak kimin ahlakı?
şimdi onca işkence, onca kan kokusu,  onca günah şehrimde gezerken, kimse "aşk aşktır" cümlesini ruhuna, yoluna, bedenine oturtan insana "günahkar" demesin. 


fonda: Julia Stone - Winter On The Weekend

sabah sıcak bir dokunuşla uyanmak...




dün akşam uslu uslu muhabbet edeceğiz diye iş arkadaşlarımla sözleşip, gece 5 civarı yatağa doğru dik açılı iniş yaptım. yastığımın altına anahtar koydum ki "kocamı" görebileyim. ertesi günün -yani bugün- benim için ölümler üstüne bir ölüm olacağı o son 3'lü shottan belliydi. rüyamda içeride yatan bir iş arkadaşımı ve bir de eski sevgilimi gördüm. hangisiyle evlenirim bilemiyorum henüz. ama sabah yanımda yatan kızın telefonunun alarmının çalması beni her ne kadar sinir ettiyse de yataktan sarkan elime dokunan yumuşak sıcak kısa kesilmiş, sık kıllı ve "gırrrr, mırrrrrr" sesleri çıkartan o çirkin suratlı hayvancık içimdeki mükemmelor insanı ortaya çıkardı. sabaha lanet ederken, ağzımda sikimsonik içki ve sigara tadına katlanabildiysem o uyanışta, bunun nedeni Sebastian'dan başkası değildir. sıcacık bir dokunuş, gün doğumu sonrasında... tek beklentisi sevilmek olan bir dokunuş.

hayat güzel...


pi es ay lav yu: dün arkadaşlarımı meydandaki tramvay durağında beklerken greenpeace'çi bir çocuk dünyanın en tatlı gülümsemesiyle yanıma yaklaştı, kulaklığımı çıkarıp benzer bir gülümsemeyle teşekkür ederek kulaklığımı geri taktım. o da aynı gülümsemesiyle, "peki iyi günler" dedi...
bugün üniversitenin yemekhanesinde karşılaştık, kendisini görünce eski bir dostumu görmüş gibi mutlu olup kocaman gülümsedim, o da bana aynı şekilde gülümsedi. çok mutlu oldum lan :) bu da sevimli bir ayrıntı işte...

visa vol. iki pis kadın

...
 ...
...
 ... 
 ...
...

beylikdüzü - taksim otobüsü 3.30 TL,
d&r'da kürk mantolu madonna 10TL,
kadıköy'de selpak 0.50 TL,
yukarıdaki fotoğrafların çekildiği anlara paha biçilemez.

"Tenim Adını Üşüyor" diyebilmek...

aşkın tanımı üzerine neler söyleyebiliriz ki? 
vikipedi aşk'ı "Tutku ve bağlılık düzeyinde sevme olayı." diyerek tanımlıyor. Ne kadar da bağlayıcı, sınırlandırıcı ve eksik halbuki. bana iki kişi söyleyin ki aşk için aynı tanımı yapsın. yapamaz. kendi içinde ne kadar da farklı yaşanır bu duygu. ben de düşündüm çok, aşk nedir, ne değildir, çıkamadım içinden. çıkılmaz ki. ne salt duygusallığa, ne salt hormonlara bağlayabiliriz. bağlanmaz aaaaaabii! olamaz yani. 
aşk için söylenebilecek yüzlerce güzel ve kötü şeyin yanında benim söyleyebileceğim tek şey aşkın insanı güzelleştirdiği. sadece fiziksel açıdan değil, her açıdan yüksek bir motivasyon ihtiva ettiği, sınırsız bir doyum yaşattığı. o aşık olunan insanın çok da önemi kalmıyor bu noktada, ah ne güzel aşık olur aşık! şiir gibi akıcı, dereler gibi yoğun, fırtına gibi güçlü...
tüm bunları "bakın ben aşık oldum" diye bağlamayacağım, "bakın ben şarkı dinledim" diye bağlayacağım. "ben bir şarkı dinledim ve aşkı özledim, aşkı sevdim" diyeceğim. mevz-u bahsinde bulunduğum şarkı bir Mabel Matiz çocuğu Kül Hece. Biri bu şarkıyı durdursun. 
...
Nisan ayının tatlı yağmurlu ve coşkulu günlerinden birine gidin şimdi, gidin ve "ben en güzel onu sevdim" dediğiniz kişiyi düşünün. Önünü alamadığınız duyguları düşünün. zamanın durabildiğini, çok tuhaf boyutları onunla ya da hayaliyle gezdiğiniz adamı/kadını düşünün. Sonra Mabel Matiz'in o şarkıdaki huzurlu, masum ve sanki şarkıyı gülümseyerek söylüyormuş gibi gelen sesini dinleyin, eşlik de edin. Takılın kelimelere, dağılın, bulanın, karışın.
... 
meleklerin içlenebileceği bir aşktan bahsediyorum,sarı uykuları düşünün, ellerinizin O'nu terlediği, teninizin O'nu üşüdüğü bir aşkı düşünün... hiç olmadı, bu şarkıya layık olamayacak birini kalbinizin çevresinden bile geçirmeyin... en acı sularınıza tat katmayacak kimse için gözünüzü kırpmayın.
ve seviliyorsanız siz birileri tarafından, birilerinin bu şarkıda sizi düşündüğünü, sizi hatırladığınızı biliyorsanız eğer, koruyun onu. sırf teni sizi üşüyor diye kutsayın onu...

KÜL HECE

gözlerin şen çocuk sesleri açıyor,
gözlerin yelkenimin fenerleri.
bir sana titriyor gönüllü, yaprağım;
ellerim bir seni terliyor.

sana içlensin şimdi o melekler,
sende dursun akreple yelkovan,
içimdeki en acı suların bile bir tadı var.

uykular masal, uykular sapsarı
şimdi güz, yüzünün en güzel yanı 
ay gümüş, şarkılarda mey
ah teninle konuşur tenim uyanır.

uykular büyü uykular bilmece 
şimdi gül diken için bir kül hece
ay tutuklu geceler yürekte kor
ah ne fayda, gün ayaz
tenim adını üşüyor.

Entel Yazı / Başıbozuk Dünya



bu dünya gerçekten çok kötü lan. Çok mükemmel şeyler yaşamamın yanı sıra, genelleme yapıldığında harbiden kötü. insanlar da... Schopenhauer ve Nilgün Marmara aklımda dün öğle saatlerinden beri. hep aynı şeyleri düşünürken onların benden önce düşünmüş olup da söylemiş olmaları kendime bir koltuk bulmamı sağladı. evet, hayat kötüydü ve ya "neresinden dönülürse dönülsün kâr" ya da "en iyisi hiç doğmamış olmaktır; sonraki erken ölmek". 
hayat kötü derken, bunalımlı depresif bir insan olduğum düşünülmesin, aksine ölmekten çok korkup "daha yapacak çok şeyim  var lan, daha çok gülmeliyim" diyen biriyim. ama düşünüyor işte insan. Bu dünya üstünde benim gibi birinin yaşamasını hak etmiyor, benim gibi. 
şimdi hayatıma kıymayacağım için, aslında mutlu ve huzurlu bile olduğum için, sadece dünyanın bana göre olmadığını düşündüğüm için ve Aruoba'ya hak vererek bu "bana göreliğin, bize göreliğin" suçunu kendime değil başıbozuk dünyaya atacağım için daha da huzurluyum.
ben ve benim gibiler, "çok kırıldık, daha da kırılırız. Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza"...(C. Süreyya)
bir de aklımda sesiyle vurgusuyla bir cümle çınlıyor. Ece Temelkuran diyor ki "siz nasıl, ne zaman bu kadar zalim oldunuz?"
Canınız sıkkınsa, "abi çok mutsuzum, çok huzursuzum, bi dayak yemediğim kaldı, bi dayak yesem rahatlarım derseniz reçetemi uygulayın;


Dayak Yemiş Gibi Hissetmek İsteyenler İçin 5 Maddelik Reçete;


Pain of Salvation - Undertow.mp3
Songs: Ohia - Lioness.mp3
Portishead - Roads.mp3
Umay Umay - Naylon.mp3
Mabel Matiz - Öteki.mp3


Moraran yerlerinize buz koymamanız önemle belirtilir...
çok iyiyim, sadece uyuyamıyorum.

YİNE YAZI BEKLERİZ


abi yaz geldi farkında mısınız? 

wuhu eski sevgili

sevgili sevgilim...


bir şarkının aniden kulağımda çınlamasıyla yazıyorum bunları ve kendimi alamıyorum işte ne var. Seni görmeyeli -öyle sanıyorım ki- aylar oldu. neler yaşadın bilemiyorum, ben neler yaşadım sen de bilemiyorsun, ilgilenmiyor da olabilirsin; mümkün. seni ilk gördüğümde kafamın ne kadar güzel olduğunu anlatacaktım aslında, konu sen değildin. hep o kafadan olsam keşke, genel halim olsa o. Olmuyor, neyse. hazmedilmesi gereken bir takım, sikim bokum bir sürü götingirik şey olduğunu bilmeme rağmen, zaman zaman seni düşünmeden edebiliyor değilim. kızıyorum lan sana çok. çok sonraları benle ilgili durumlarda yaptığın yorumlar sevimli geliyor evet, ama keşke gelmeseydi. keşke benim hakkımda atıp tutsaydın geçmişte kaldığım andan itibaren. senin için yapmayı planladığım hiçbir şeyi yapamamış olarak içinde balon patlamış biri olarak şunu diyorum zaman zaman "başka bir yerde, başka bir zamanda, başka bir vücutta"...

düşünüyorum ne kadar sevmiş olabilirim... aslında benim çok sevmek gibi bir huyum yok güzel sevgilim, benim güzel sevmek gibi bir derdim var. 

görüşürüz.

MMMFFFSSS KOKMA ÖYLE KOKMA BÖYLE!!!!!!!

                                   
 sevmek ne acayip bir şey lan. karşılıklı veya karşılıksız, bir şeyi sevmek... çok yüce bir şey lan valla. tabi ben bir insanı sevmek üzerine yazacağım  şu an yazacaklarımı. çünkü çok önce dinlemiş olsam da bugün beni benden alan şarkıyı dinledim. yine nil, yine nil tarzı, romantik komedi gibi bir şarkı "hakkında her şeyi dilmek istiyorum". Şarkıda hem sevdiceğine sesleniyor nil, hem de kendine. diyor ki "güm güm güm atma kalbim, atma şöyle, duyulur dışardan...
inanılmaz sevimli bir de bir güzel kokusunu çekiyor karşısındakinin, "kokma böyle, kokma şöyle" diyor. nasıl da gülümsetiyor. lanet olasıca koku hafızası! ayrıca insanın içine bir huzur dolduruyor resmen yahu, tutuyorsun sevdiğinin elini sanki bu şarkı çalarken, boynuna yaslanıp öpüyorsun yanağından derin bir nefes alırken. hatta tatlı sert bir rüzgarın estiği bir sabahta yürüyorsun adeta "bu aşk değil de nedir?"
sevmek güzel şey anlayacağınız, öyle veya böyle birini sevmek en güzel şey. "çık damarımdan" deseniz de hiç gitmesin istersiniz. ve bilmek istersiniz işte alenen, "hakkında her şeyi duymak istiyorum, her şeyi tek tek anlat istiyorum" diye kükrer içiniz. "yine görmek, yine öpmek filan"...


hakkında her şeyi duymak istiyorum!


bu cümle ise başta nil'den ve her şeyden bağımsız olarak tokat etkilidir. kimisi kaldıramaz hakkında her şeyi duymayı, bilmeyi vs. bilip hala seversen ezik olursun, bilmeyip sormazsan kafanda yazar yazar deli olursun. kurtuluşu yok. o yüzden en güzeli çocukluk aşkınla evlenmek lan. böyle beraber büyümeceler, sevgililerini tanımalar, sallamamalar "ımaaağn çocuktuk ayoooğl" tarzı tepkiler. valla lan. mesela ben, benle evlenecek adamın aklına sıçarım yani, çok net. bu saatten sonra kalk baştan anlat, ben böyleyim, şöyleyim, şunu şu yüzden severim bunu bu yüzden sevmem demek falan, uuu şit. ama yine de bilmek istiyor lan insan, lanet bir dürtü bu. Rabbım bizi neden böyle yarattın? isyan ettiğimden değil, anlamaya çalışıyorum. en "bana ne abi geçmişinden" diyen insan bile -ki bu ben oluyorum- yine de istem dışı olarak bir soru işaret saklıyoruz gözlerimize. halbuki mesela her ilişkide format atsalar bize. ağırlaşınca bir format daha, bir hatun daha, ağırlaştı mı bi format daha bi adam daha. bakın nasıl mutluyuz.

tabi hep şaka bunlar. sevmek sevilmek, mücadele etmek, göğüs germek, olduğu gibi kabul etmek... hepimiz için diliyorum, hep güzel şeyler bunlar.
neşem geldi lan yemin ederim. oysa mutsuz piçin tekiyim. yersen.

HAVADA DURDUM

süper bir insanım, süper düşerim, dillere destan olur;

Ankara; iyi kalpli üvey ana...

bu kez ankara,
bir sığınak,
bir gül bahçesi,
bir sakin gezi, 
bir maceralı gezi,bir dostluk zirvesi,
bazen sadece bir ışık huzmesi,
bazen ayakkabıya girmiş bir taş parçası.
biraz danslı, biraz gülmeli, biraz içmeli, biraz da düşmeli.
yok yok epey düşmeli. diş kırmalı morarmalı hani.
ve Ankara bir ada. 
Şeyda'nın sorduğu "adaya düşsen kimi götürürsün" sorusu.
Hem alıp başını gitmek, hem aslında hiçbir şeyden kaçamamak.
"gelmiş bulunmak, kalmış bulunmak"
bir kaç çift gülen göz, "ben sezar'ım" diyen bir adam.
biraz işkembe, biraz mercimek...
biraz tavuklu türlü, biraz şirince şarabı.
biraz yalan, ama tatlı yalan, piçlik gibi.
minik bir pasta, sarı bir mum ve bir maytap gibi.
sevinen birinin gözlerine bakmak gibi.
bir albüm kapağı, bir şarkı, şüpheli bir şarkı, biraz da o şarkının şairi.
biraz sezen aksu, biraz cemal süreya.
epey bir birhan keskin...
bir uykuluk vedat sakman & zuhal olcay,
biraz leman, biraz classic, ilk aşk gibi bigos.
gençlik gibi eski yeni, göğsümde nefes gibi passage bar.
"abi sağ elim hem deee" dediğimde şen kahkahalar atan kadın.
Ankara gerçekten ne kadar üveysin...
Ankara gerçekten ne kadar iyi kalplisin...
...
3 kelime ile bir arkadaşlık nasıl anlatılabilir?
3 kelime ile bir şehir nasıl anlatılabilir?
25 yaşında 3 insan sokakta elele tutuşup "se le na, selena selena selena" diyebilir mi?
beleşe gelen gidiş biletine paha biçilebilir mi?
38liraya alınan dönüş biletinin kaç katını verebiliriz zaman geri alınsın diye? 
gökyüzüne baktığınızda kaç kere öpüşen bulut görebilirsiniz?
fajitanın içindeki biberin kalp şeklindeki kılçıklarının farkında olabilir misiniz?
en utandığımız an hangisidir?
en tutkulu ilişkiniz?
en tatlı gülümsemenizi bana ne karşılığı sunarsınız?
içime kaç zamanda yerleşebilirsiniz?
beni Tanrıya inandırabilir misiniz?
bize bir Tanrı varedebilir misiniz?
1 gece boyunca huzurdan ağlamama anlam yükleyebilir misiniz?
gaza gelip  o yaprağa değemeyip yere tüm bedenimle değdiğimi hayal edebilir misiniz? yerden kalktığımda ki bakışları beynimden silebilir misiniz? o anı fotoğraflaştırabilmemi sağlayabilir misiniz?
mavi ojelerimE "abi çok gay yeaa" denmesine benimle beraber gülebilir misiniz?
kafe çıkışı, tutayım diye uzatılan bir elin verdiği güveni verebilir misiniz?
vücut sıvılarının karşılıklı istekle iki vücut arasında gidip gelmesi güzel bir şeydir. elinizi tutan elim terlese de elimi tutmaya devam eder misiniz?
beni uyandırmak için üstüme atlar mısınız?
ruj sürmeye üşendiğimden, rujlu dudaklarınızla beni öper misiniz?
misafirimi sevgiyle karşılar mısınız?
bir kanepede azimle iki kişi yatmaya çalışır mısınız?
çorbacıya "bira var mı" der misiniz?
başkasının eli, minik de olsa yaralandığında akan kanı avucunuzda durdurmaya çalışır mısınız?
durmadan "beni kimse sevmiyor" diyen bir adamı sevebilir misiniz?
bencilliklerinizi hatalarınızı kaç insanın yanında korkusuzca paylaşabilirsiniz?
aşkı nasıl açıklarsınız?
en utanç verici sırrınızı anlattığınızda kaç kişi anlar sizi?
kaç kişi sizi sevmenin yanında bunu gösterbilir?
bir sarılmayla bir bakışla kaç kişi içinizi okuyabilir ve okutabilir kalbinin köşelerini?
kaç kişiyi gerçekten anladığınızı hissedersiniz?
kaç kişi kuramadığınız cümleleri kendi kafasında birleştirebilir?
kaç kişinin gözlerine bakıp ensesinden öpebilirsiniz?
kaç kişi için atarsınız sokağa kendiniz "eğlenelim" diye?
kaç Once yaşanır ki bir daha şu kısacık ömrümüzde?
 ...
İşte benim Ankara'mdaki, benim arkadaşlarım hep böyle.




bugün, yine sen gelirsin diye odamı topladım.
bugün, yine sen gelirsin diye temizlik yaptım.
bugün, yine sen gelirsin diye camları sildim.
bugün, yine sen gelirsin diye eve bahar doldurdum.
bugün, yine sen gelirsin diye sevdiğin tatlılardan yaptım.
bugün, yine sen gelirsin diye seveceğin kitaplar aldım.
bugün, yine sen gelirsin diye uzun bir solukla uyandım.
bugün, yine sen gelirsin diye yüzümü güldürmeye çalıştım.
bugün, yine sen gelirsin diye parfüm sıktım.
bugün, yine sen gelirsin diye kahve içmedim.
bugün, yine sen gelirsin diye küçük bir çocuğa gülümsedim.
bugün, yine sen gelirsin diye annemi aradım.
bugün, yine sen gelirsin diye kapıyı kilitlemedim.
bugün, yine sen gelirsin diye janis joplin dinledim.
bugün, yine sen gelirsin diye çarşaflarımı değiştirdim.
bugün, yine sen gelirsin diye tişörtlerimi ütüledim.
bugün, yine sen gelirsin diye bekledim.
bugün yine gelmedin.


hangisini yapmamış olayım; bilemedim...

DÖN

mem. Ben. Burada.
Dururum. Orada. Dur
ur
um.*


*oruç aruoba

Gerçek Aşk