Tenimize uyan bir tenle ya da ruhumuza uyan bir ruhla ( ya da her ikisiyle, aynı anda) karşılaştığımızda bir başkası asla olamazmış gelir bize. Bir başka tene dokunamayacağını, bir başka yerde huzur bulamayacağını düşünerek keyif içinde, haz içinde yüzmeye bırakırız kendimizi. Böyle zamanlarda zihnimiz donuverir. Geçmiş tecrübelerimiz karların altında kaybolup gidiverir. Ta ki ayrılığın ateşiyle o karlar eriyinceye dek.

O ateşte defalarca yanmış olmamıza rağmen o kişiyi bulduğumuzda (!) ya da daha doğrusu bulduğumuzu sandığımızda o ateşe dair her şey yok oluverir zihnimizden, geçmişimizden ve tüm benliğimizden...
Seni bulduğumu sanıp sevinirken , yıllardır benden kaçan kendimi bulmuşum halbuki...
Bu yüzden rahatlığım, huzurum...


Bir gün gelir mi acaba?
Gün gelir de benim olur musun tamamen?
"canım sıkıldı, hadi dışarı çıkıp hava alalım" der misin? Tutup elimden yürür müsün benimle sokakları, keşfeder misin en baştan Taksim'i?

Çok zor değil mi? Evet çok zor, çok uzak.
Kızamam ki sana. Kızmıyorum da. Seviyorum sadece sorgusuz sualsiz.
Sokakları yürüyorum, eziyorum taşları adeta. Mutlu da olsam mutsuz da olsam içimde bir yerler hep sensiz sanki. Yanımda olmadığın her bir an titriyor içim sana.
Her uyuduğunda son gördüğün, her uyandığında ilk gördüğün olmak istemek suç mu bu dünyada? Şarkının da dediği gibi diyeceğim ama bazı fesat blog okurlarına malzeme veresim yok.
Ne yıpranacak halim , gücüm var ne de senin yıpranmana sebep olmaya niyetim.
Ama onlar kötüler.
Onlar eksikler,acizler.
Onlar kıskanırlar, yıpratırlar, harcarlar.
Çünkü onlar yalnızlar bu kalabalık dünyada. Otuz kişilik fotoğraflarının içinde herbiri yapayalnızdır. Hepsi bir dost bir düşmandır. Ama sen, ama ben, ama biz...
Biz öylemiyiz??
Biz her şeyiz aslında. Sen benim kahkaham, neşem,hüznüm,huzurum, rahatlığım, kalbimken onlar birbirlerinin sadece bir şeyi.
İşte bu yüzden onlar kıskanırlar. Bozmak isterler "biz" i. Onlar bile farketmez bunu. İçine işlemiştir bu kötülük, hasislik onların.
Onları boşverelim, gülelim onlara.
Sonra şükredelim halimize, birbirimize...
Rastlantıysa da, kaderse de "oley " diyelim birbirimiz için.
...ve ben bunları yazdım.Seni sevdiğimi bir kez daha söylemek için :)
Bir dizi reklamında izledim bugün, tam da hatırlamıyorum ama Meltem Cumbul şöyle diyordu: "Şüphe bir kere girdi mi insanın içine..." Evet, şüphe bir kere girdi mi insanın içine, kemiklerini eritir, kalbini sıkıştırır, derini kavurur,tenini acıtır. Karmakarışık kılar insanı. Bomboş... Boşlukla doldurur ya da...

Bir ağacın yapraklarını dökmesi gibi tane tane parçalanıyordu biri, diğeri ise doğasında esmek olduğundan çaresizdi dökülen yapraklar karşısında. Biri diğerinin amaçsız sarılışı karşısında çaresizdi;aslında her zaman olduğu gibi. Diğeri titrek sesiyle "seni seviyorum" derken -mış gibi yapıyordu aslında.
Hava soğuktu.
Her şey soğuktu, donuyordu aslında.
Biri, diğerinin sarılışına aynı amaçsızlıkla cevap verirken dudaklarında aynı şey dökülmedi, sevmediğinden değil elbet. Ama içi en acı olan şeyi fısıldadı sanki; "ayrılacağız galiba". Gözgöze gelmediler. Biri ardına bakmadan uzaklaşırken, diğeri sessiz kaldı. Biri sokağa çıktığında hala çaresizdi ve kafası karışıktı; rüya bitiyor muydu?
Diğeri sessiz kaldı.
Hava gerçekten soğuktu.
Birinin kalbi de.

Çünkü eğer şüphe girdiyse işin içine??!!...
Biri şüpheliydi. Diğerinin geçmişi, kendi çaresizliği. Evet bu kadarı fazla.
Biri farkındaydı ki diğeri çok yaralıydı ve biri anladı ki diğerinin yaraları hala sıcaktı.
Belki de onu en çok bu yaraladı.
Yaralanmak ne kolaydı.
Yaralar sıcaktı da, hava çok soğuktu.Kalpler de soğur muydu??
Biri yapraklara baktı. Kendin benliği nasıl dökülüyorsa öyle dökülmüştü sarı yapraklar.

Biri bin pişman.Diğeri muamma.
Ve en kötüsü biri herhalukarda çaresiz.
Herkes yaralı.
Ne akıl kar ediyor ne fikir o sırada
Biliyorsun geçiyor zamanla ama ne fayda?
Yaralı, tepeden tırnağa herkes yaralı.
Alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı.
Kanayıp ne kadar tutabilirsin gül uğruna dikeni?
Ne gelen anladı ne de giden olanı biteni.
.
.
.
biterken :sezen aksu - yaralı (yara açarken)
Çılgınlar gibi hayal edebilirsin ama asla elde edemezsin. Teğet geçsin gitsin istersin ama hep sıyırıp geçer hayat.Kanatmasa da acıtır.
Kadınlar erkekler...
Aslında hepsi aynı kefedeler.
Bir şeylerden kaçarken tutunduğun şeyler daha sonra kaçacağın şeyler olacaktır, kabul etmezsin. Ben etmem, "olmaz ulan böyle şey" derim; oluverir.
Her şeyi konuştuğunu sanırsın ama zihninden diline gelip de karşı tarafa iletilene kadar onlarca süzgeçten ve sansürden geçer fikirler.

Bense bencilim. Güvenilmez biri olduğumu biliyorum ama kendime güveniyorum.
Fak!!!

Dışarda

Hayat bazen seni planın en dışına iter. Biriyle mutlu olmayı planlarken sen, O başkasıyla mutlu olmaya başlar ve işte sen tam da o anda planın dışındasındır. Ama o plan senin planındı. Birden sen dışa atıldın ve bir başkası dahil oldu. Yapacak bir şey yok. Bazen sen dışarda kalırsın bazen sen dışarı atarsın. Ama hayatta planların dışına itilmek hep vardır.
Kah boyun büküp gidilir, ağlanır, sürünülür; kah "doğru olan buydu" diye düşünülür. Ama dışardayızdır artık ve iyi yanı güneşi görebiliyor olmaktır.
Çünkü hayat, bir alıp bir vermektedir. Sadece verdiklerinin farkında olmak yeterlidir mutlu olmak için. Şimdi içimde acısı kalmış, içime oturmuş her şeyi hayatımın bir zamanında elde etmiş olmanın, tadına bakmış olmanın rahatlığıyla, bazılarını elde tutamamanın pişmanlığıyla güneşe bakıyorum. Çünkü en çok birini sevsen de, diğerlerini de sevmişsindir hayat unsurlarının.
Nereye kadar gider bu iyi niyet bilemem. Ama hayatın dolu tarafını görmek yeganedir.
Bazen içerde, bazense dışardayken...