bana kimse nasihat vermez. sevmem de nasihatları. insanların kendi hatalarından çıkardıkları dersleri bana mantıklı(!) bi'şekilde anlatmalarından duydupum huzursuzluğunu sıksam anlatamam.
babama gelince, çok severim kendisini, canımdır ciğerimdir. kolay kolay bir şey saklamam. asla nasihat vermez bana. "yaşamanıza bakın" der abime de bana da. bir süre önce bir şey dedi bana. "kızım" dedi, "yanlış anlama sana nasihat verecek değilim. Ama sen sen ol, ne yaparsan yap, şu dünyada kimseye nankörlük etme" dedi. o an sırtım buz gibi oldu. hala düşündüğümde bir tuhaf sızı geçiyorkarnımın ta içinden. zaten elimden geldiğince vefalı olmaya çalışırım ben. sezarın hakkını sezar'a veren, buna rağmen genelde brütüs'le karşılaşırım; ağlarım geçer.


şimdi tam da bunları yazmadan önce şey demek için açtım blogumu: "isyanım var ulan" demek için. sonra babam gözümün önüne geliverdi bir anda. daha 5 gün önceye gittim, doğum günüme. o mükemmel üstü güne. tüm sevdiklerimin yanımda olduğu veya yanımda hissettirdiği güne. yo yo benim isyan etmeye hakkım yoktu. eğer bir gün isyan edeceksem bunun için olmamalıydı. hayatımda ilk defa erteledim içimden gelen bir hissi. bugün dursun yarın severim, bugün beklesin yarın söylerim diyenlerin ağzını kırmak isteyen ben, bugün duruverdim öyle.
baktım kendime dışardan, göbeğimi masaya dayamış, bir monitörümde msn açık, diğerinde blog açık, iş yerimde ve rahattaydım. neye isyan edebilirdim ki, ne hakla?
sonra gülümsedim.
ben hep gülümserim. herkes beni sever.
yaptığınız aptallığı tekrarlayın. tekrar, hatayı şakaya dönüştürür.

ne kadar güzel bu söz. nasıl sensin bu söz. aptalığını yaptın çok önce. şimdiyse tekrarlıyorsun. yarın elimi tutup göğsümde uyandığında, bana bir iyi geceler öpücüğü verdiğinde, sahilde uçurtma uçurduğumuzda veya en sevdiğim yemeği sana sevdirmeye çalışırken, o aptallık şaka olmuş olacak ve biz de buna güleceğiz. Yine güldüreceğim seni.
boşuna çabalıyorsun beni üzmek ve meraklandırmak için. umrumda değil desem, "bunları bana neden yazdın" diye mesaj atacak kadar dengesizsin çünkü. aslında ne var biliyor musun? ben allahın sevgili kuluyorum. olmayan şeylere olmuş gibi inanıyorum. sonra bir de bakıyorum olmuşlar. beni eleştirdiğin her boku yiyorsun şu günlerde. söylesene arkadaşların ne diyor? yine mi kabullenemiyorlar sevgilini yoksa bana mıymış garezleri? sen de yine aynı mısın, mutsuz musun seni seven kadının karşısında. uyuyor musun o seni izlerken ve tersliyor musun küçük şirinliklerini onun da? o da kalbi kırıldığında kaşlarını kaldırıyor mu gülümseyerek?
ama biliyorsun ben senin ağzına sıçtım. ölümlerden ölüm beğendirdim sana. sen de bana çok kızdın. kızdığın her zerreme tükürdün, kan kustun beni sevdiğin benim de başka tenlerle kavuştuğum gecelerde... ben burada güle oynaya birbirinden farklı maskelere aşık olurken, sen benim için acı çekip üzüldün bebeğim. ah ne komik ağzına sıçtım bebeğim, kalbini parçalamıştım hani, aşık mı oldun şimdi sen.
bebeğim inanmamı beklemiyorsun değil mi?
ya da belki de aşıksındır, inanırım çünkü ben senden sonra aşık olmuştum. olamam sanıyordum. göğsünle göbeğin arasına yattığım o gün, aşk hayatımın son noktasında ve zirvesindeyim sandığımı hatırlıyorum. ah bebeğim ne yalan. beni anlayan birine kandım sonra ve elimi tutan bir sürtüğe kandım sonra biliyorsun, kestim ruhumu haftalarca. sonrasında da, sonrasında da, hatırlayamadım bile... oğuuuww hatırladım aramızda bişey yok, bana yazanlardan biri demiştim onun için. ona aşık olamadım ama onunla mutlu oldum ben. iyi hatırlıyorum enteresan bi şekilde. sonra nooldu?
ben naaptım sana beybi, ağzına sıçtım suratını parça parça ettim. sırtına yavaş yavaş soktum her seferinde bıçağı, ah ne acı... sen de kan kaybettin durdun. bir daha sevmeyeceğim dedin, tıpkı benden önce çektiğin acıda ve ondan öncekinde ve öncekinde olduğu gibi. sonra sana anlattığım kişilerin her biriyle seviştim bebeğim, hayatımda sevişmediğim hiç kimse kalmadı. koynunda uyumadığım adam göğsüne yaslanmadığım kadın bırakmadım bebeğim.
ah ara verdim yazmaya yine, telefonuma o nefret ettiğin kadınlardan biri mesaj attı da. durup dururken "seni seviyorum lan ben göt" yazmış.
ne anlatacağımı unuttum. sadece yazmaya başladığımda aklımda şey vardı, yediğim bokları senin gözüne sokmamdan yakınıyordun ya, ne karaktersiz ne ahlaksızdım ya ben, ne toy ne serseri ne sersem puşt bişeydim ya ben.
bir şey diyeyim mi, herkes beni iyi sanıyor bebeğim.
dikkat et kendine.
dikkat et içinde patlamasın.
ve çok ilginçtir ki birden bir kuş konuverir omzuma. ben arnavutköy sahilinde ayaklarımı suya uzatmışken.


bir tek adam görüyorum gözlerimi kapadığımda, tek bir adam...
ama;

yanıma korlar mı adam seni
koparıp acıtmazlar mı beni
nafile yanar elim dudağım
seni bana yar ederler mi?


"keşke o ben olsaydım dediğim hikaye kadınları..."

Peki vol, abi ben nerelere gideyim?

Bu sıradan bir peki değil sevgili blog. Bu bambaşka bir peki.
Peki ben nerelere gideyim, ben nerelerden döneyim, ben nerelerden atlayayım?
Evet doğum günümden bahsediyorum. 22'sinin gecesinde kuzenlerimin odama dalarak ellerinde pastayla kutladığı hani... Hani 23'ünün gündüzünde teyzemlerle kutladığım. Hani gece 12yi geçtiğinde en sevdiklerimin uzun uzun, birbirinden özel mesajlar attığı doğum günüm. Hani okuduğum iki mesajdan birinin beni ağlattığı mesajlar. Hani hiç önemsemesem de facebooktan da olsa üşenmeden kutlanmış. Hani herkese 8den sonra Balkon'da olun olun demiştim ya, abim, serdar ve murat gelmiş. Murat yine yavşaktı desem yalan olmaz ama özlemişim yea :) sonra kuzenlerim ve sevgilileri, nazlıyıysa adeta yolda bulmuştum. önce biralarımızı söyledik, emre geldi, arkadaşlarıyla. Durmadılar gittiler. Ceylan Ertem'i izleyeceklermiş. Sonra burçak'ım geldi. Sonra dolores, dacar, ercü ve cem gelme çabasına girdiler ama asla giremediler derkeeeeeeeeen, ercü göründü. 1 saat bıyunca 4 olgun insan bana hediye aramış bulamamışlardı, enteresan. neyse geldiler daha bir canlandık, ardından selin, levent ve arzu da geldi, oy anam oy dedim. Can bey uyuya kalmışlar, sonradan öğrendik, bi süre ulaşamadık kendisine. Mabel'im geldi arkadaşıyla ardından. Taş gibi çocuktu yanındaki, ben sarkamadan gittiler. müge ve erdem geldi, okan ve hamza geldi... geldi de geldi. Sonra 11:15 civarı meydandan alma planı yaptığım sülüman beyi aradım, ulan açmıyor, uzun da çaldı ve açılan telefonda "ya trafik vardı daha yeni giriyoruz otogara" gibisinden bir şey söyledi. benim de kafam güzel olmuştu vallaha. o kadar mutluydum ki, anlatamam yani. Hani anlatamam cidden anlatamam. "vuhuuooğ" diyip duruyordum durmaksızın. Sonra bükem ve seyra geldi. onlar da az durdular. pasta kesildi şu oldu bu oldu derken süleyman "ben adidas'ın önündeyim" diyerek aradı, mesaj da atmış olabilir. Emin değilim şu an. koşarak indim merdivenleri. hatırladığım sadece ayak uçlarımın merdivenlerdeki görüntüsü. kalabalığı yararak gittim gittim bakkaldan da 2 bira aldım. baktım adam orda duruyor. gerçekten gelmiş. koştum koştum sarıldım. ayça'nın gelmiş olma ihtimaline karşılık uzaktan da izledim yalnız mı diye, evet yalnızdı. sarıldık öpüştük biraları açıp çaktıktan sonra hızla balkon'a geri dönüşe geçtik. hızla oraya giderken durmadan konuşuyordum, bir sürü şey anlattığımı hatırlıyorum. belki de tek bir şey anlattım ama dilim dönemedi ve uzadı da uzadı, bilemiyorum, süleymana sormak gerek :) sonra balkon'un apartmanına girdiğimizde süleyman'a döndüm ve kalakaldım. karşımda Ayça duruyordu, sırtında pembe çantası içinde balonlar, elinde bir karton. "dur" dedim. "dur, oturmalıyım". merdivenlere çöktüm. bir süleymana bir ayça'ya baktım durdum. ulan diyorum, daha 5-6 bira içtin, tamam kafanın güzel olması çok normal. ama sen bayağı bir halüsinasyon görüyorsun. 10 kere, hatta 10ar kere dürttüm ikisini de. her şey gerçekti, gelmişlerdi. hala yazarken bile salak salak gülümsüyordum. yukarı diğer kişilerin yanına çıktığımızda Can'da gelmişti. her şey tüm güzelliğiyle devam etti. bayılasıya mutluydum. Herkes gidip de bizim öncceden planlar yaptığımız kemik ekip kaldığında Joker'e doğru yola çıktık. tabi benim beynim çıkmıştı çoktan, joker'e kadar nasıl gittiğimizi hatırlamıyoroum bile. bi ara asansörde bi çocukla tanıştım adı Kutlu'ymuş. "doğum günümü kutla o zaman" dedim. o da kutladı zavallım. yok lan o joker'e çıkarken miydi o? ayh bilemedim yea :)
neyse o arayı hatırlamıyorum joker'e gidiyorduk muydu neydik bilemedim bi ara bi merdivenlerde ercüyle epey bi dertleştik aşklaştık, ne konuştuğumuzu net hatırlamasam da ercünün o güzel gözleriyle hep güldüğünü hatırlıyorum :) sonra can'ın mesajlarına dayanamayarak attık kendimizi yukarı. orda da asansörde bi takım ergenlerle konuştuk sanırım :D hahayt, yazdıkça hatırlıyorum ulan :) neyse
içeri girdik ben masanın başına oturmamla 10 boş şat bardağını çantama atmam bir oldu a dostlar. ardından gelsin manitalar nuri alçolar, yaheyyalar!!!
allahım o nasıl bir gece, neler yaptık rabbım biz. herkes ne ayaktı, herkes ne kadar mutluydu. ben ne kadar da mutluydum, allahım, ne kadar da seviliyordum. göğüsten göğüse yatıyor deli gibi seviliyordum. her şey ne güzeldi. herkes yanımdaydı. olabilecek herkes (evrimle ziyanın düğünde olması hariç).
Can canım bitanem benim, nasıl da uykusundan uyanıp gelmişti de çılgın atıyordu ellerimi tutup da dans ederken.
Dolores nasıl da eğleniyordu kafasındaki şapkayla ve nasılda durmaksızın öpüyordu beni "seni seviyorum"larıyla.
Nazlı'm gelişi, benim şımarıklıklarıma rağmen gitmemesi ve tabikiiiiii hediyesiyle :D
Ercü nasıl gülüyordu gözlerinin içiyle içiyle ve nasıl seviyordu beni karnından karnından.
Süleyman nasıl göğsüne alıyordu beni, nasıl sarılıyordu tüm vücuduma tek bir koluyla,
Dacar nasıl kendini kaybedip kaybedip yarım bakışlarla bana küfürler ediyordu, ara ara gelip bana sarılıyor arara gidip başkasını öpüyordu :)
peki Ayça Hanım siz? siz nasıl da beni kekleyip geldiniz, süleyman gibi melekten bozma bir adamı planlarınıza dahil ettiniz? sırtınızda bolun kucağınızda kalbimin küçük prensiyle nasıl da beni mutlu ettin küçük kadın, kelepir kız...
ve gece içinde çıgınca küfürler edişim, çılgınca içişim, şişeden nuri alçolar, çaldığım bardaklar, yediğim dürüsüz dürüm, ercüyü merdivende kitlemem, melikenin kucağında ağlamam, gedizi asla anlamamam, gecenin mask kısmını asla hatırlamamam, sabah gömleğim nerde lan diye ayça ile doloresin başının etini yemem, süleymanın sessizliği, alnımda tori amos yazısıyla tori amos'tan çok uzakta olmam, doloresin alnında tayyip yazması, dacarın şemsiyeli şapkası, dolmuşta yerde gelmem, taksiden inerken dacarla yere düşmem, 3 gün yıkanmamamız, artık kokmaya başlamamamız, ayçanın göbeğimde uyurken aldığı zevk, duygunun salatalıkları doğramak için benle yarışması ve beni kovması, dolores-bilu-dolap üçlemesi, burger patatesine bulandığım anlar, erci mojito yapmaya çağırınca midemizin bulanması, dacarla cem "kankalığı", fotoğraflar, dolu dolu kahkahalar ve arada mini gözyaşları ve her şeyiyle, her şeyimle mükemmel doğum günüm / gecemde olan herkese binlerce kez teşekkürler. Hayatımın resmini çektim orada, Balkon'da ben. herkes vardı, çalısından sokak kedisine, her şey ordaydı...
tek kötü şey, asla bir daha doğum günü kutlamayacak olmam sanırım. Çünkü daha iyisi olamaz...

herkese minnettarım...
bişey diyeyim mi, bugün ben doğdum. 25 yaşım bitti ve şimdi doğum günü eğlenceme gidiyorum. en sevdiklerimle eğlenmeye. bana iyi ki varsın dedi herkes sabahtan beri, asıl o sevdiklerim iyi ki var, ben de onların yanında küçük prensim işte, huzurlu ve mutlu. (19:15 23-07-2010)

belki de tek isteğim gönlümün ferah, içimin huzurlu olmasıdır...
şirkette doğum günümü kutlayacaklarını biliyordum. bir de normalde o kadar değlim ama şirkette gerçekten kimseyi sevmiyorum. kendi ekibim ve 3-4 kişi dışında insan kimseyi mi sevmez? sevmiyorum abi ne yapayım. neyse pasta sevmediğimden kelli dondurma, rejimde olduğumdan kelli de coca-cola zero almışlar. bir de dans eden bir oyuncak aslan. bayıldım ona. tam mutfakta o aslanla onun şeklinde dans ediyordum. patron girdi içeri ve maç kaç kaç bitti dedi. "ok by" demeliydim o anda bence. cool takıldım demedim. Eda, Ersun ve Hamdi en çok sevdiklerim yeaaa :D
yerim onları ki ben :D

sonra, beni bilen tanıyan 5-6 sağlam arkadaşımdan da isteyeceğim bir hediye var. 4 üne söyledim ciddiye alınmadım. Şöyle ki;

neyse kısmet değilmiş. doğum günü güzel şey ya. ben acayip önemsiyorum doğum günümü. Önemli abi, ben doğmuşum lan. bi bilu kolay bulunmuyor bu alemde. ben bulamadım, bulursam evleneceğim zaten. yeni yaşımdan da dileklerim başta sağlık, para, mutluluk, huzur klişeleri elbette. ama akabinde şey istiyorum ya, heter ya diyorum ve kendim gibi bir insan istiyorum aşk hayatımda. Sonra para da çalışıp kazanayım istiyorum ama iyi çalışıp iyi kazanayım istiyorum. Sağlık huzur en cicisinden olsun, sevdiğim herkes yanımda olsun istiyorum. Sanırım doğum günümde gerçekleşecek bu durum. Tüm sevdiklerim olamasa da %90lık bir oranla eğleneceğiz sanırım.
hay ağzıma sıçsınlar, çok heyecanlıyım lan, kalbim sıkışıyor.
kendime de koparılan çiçekleri armağan eder giderim lan ben.
ay yerim kendimi, iyi ki varım iyi ki sevmişim lan kendimi, uuiiyy!!!

sen geçerken sahilden sessizce,
gemiler kalkar yüreğimden gizlice.
üzerinde abuk subuk fotoğraflar olmayan marlboro mentol buldum lan, çok mutluyum :))
sana güzel kahvaltılar hazırlayacağım. minik ekmeklerin üzerine sevdiğin peyniri sürüp nane yaprakları bırakacağım üstüne. tabağını küçük domateslerle süsleyip minik kaselere zeytinyağı koyacağım ve kekik atacağım içine. kahveni en sevdiğim bardağına koyacağım ve taze portakal suyu sıkacağım sana. bacaklarını uzatıp bembeyaz tabaklarda kahvaltı edişini izleyeceğim gülümseyerek. kahvaltın biter bitmez kanepeye uzanışını görüp ayaklarının altına oturacağım ve ayaklarını ovacağım, kızsan da gıdıklayacağım minik parmaklarını. üzerimize yığılan ağırlığı sana meyve soyarak, istediğin filmi gizlice alıp dvd'ye koyarak atacağım. dikkatle filme dalmışken sen ben önünden geçmek için dikkatinin dağılmasını bekleyeceğim. film bittikten sonra dışarı çıkmadan önce duş sıramı sana vereceğim ve diş fırçalamak için beni beklemeni rica edeceğim. sen tüm tenini sıcak suların altına bırakıp huzur ve temizlik dolarken ben ortalığı toplayıp senin aldığın tişörtlerden hangisini giysem diye düşüneceğim. sen duştan çıktığındaysa dudağına bir öpücük kondurup ben gireceğim duşa. sen bornozunla yığılıp kalacaksın ben duştan çıkana dek. çıktığımdaysa mutfakta su içiyor olacaksın. dişimizi fırçalayıp giyineceğiz birbirimizin bedeniyle dalga geçerek ve kaçamak öpücüklerle. parfüm kavgası yapmamız olanaksız ama sen muhtemelen giymek istediğim ayakkabıyı giydirmeyeceksin. sana trip atıp senin istediklerini giyeceğim. sonra en sevdiğimiz kafeye gideceğiz bu sefer değişik bir şeyler içelim diyerek ve ben yine aynı şeyi sipariş edeceğim senden geri kalmayarak. güleceğiz halimize. Kahvemiz bittiğinde mağazaları gezmek isteyeceksin ve ilk kitapçıda apayrı reyonlarda bulacağız kendimizi. Senin orda çalışan adama dert anlatmaya çalışmana hayran kalacağım rafların arasından...
çıplak oturuyorum bağdaş kurmuşum. keskin bir bıçak sol elimde. ucunu çok sevdiğin sağ omzuma bastırıyorum. kanatmıyorum, acıtmakla yetiniyorum. ne boynum ne göğsüm diyemem tam ortasına enine bir çizgi çekiyorum bıçağın ucuyla. kanamıyor, ama kanımı görebiliyorum. akmıyor kan ama çıkıyor tenimin üstüne. bir daha üstünden geçiyorum. daha çok acıyor, yine kanamıyor.
senin yüzünden bu acı.
senden alamayacağım intikamı önce bedenimden sonra ruhumdan alabilirim sanıyorum.
ağzının ortasına bir tane patlatmak istiyorum.
işte duydun.
gülen yüzümün altında sana tükürüğünü bile layık görmeyen bir fahişe yatıyor hayatım.
sana olan kızgınlığım bana kızgın sevgililerimi anımsatıyor.
ağzımdan köpükler çıkana dek küfretmek istiyorum sana. belalar okumak, an be an ölmeni sürünmeni dilemek istiyorum. son birkaç olayda ahımın tuttuğuna kanaat getirdiğimden kelli, örüyorum zincirlerle dudaklarımı. senin dişinle kanattığın dudaklarımı.

ve sonra biri geliyor, "hadi" diyor, "içelim azıcık". unutuveriyorum seni başka parfümlerde, başka şarkılarda. sivilce gibisin işte ara ara hissediyorum.

şimdi düşünüyorum da ağzını kırarım senin lan. şimdi sana anlatsam bu kızgınlığımı, bir yolunu bulur yine ikna edersin beni.
bu sefer yemem ama...
-blogunu uzun süredir takip ettiğim bir kızın deviantart profilindeki kendi fotoğraflarını gördükten sonra bir daha asla o bloga girmedim. Böylesine terbiyesiz ve şekilci biriyim işte.
-handikap kelimesi eski bir sevgilimi getirir hep aklıma. sinir olurum. inşallah bu dünyada o kelimeyi kullanabilecek bir insan daha vardır.
-toplantıya otobüsle gitmek iyi fikir değil.
-vapur beklerken yanında patronunla karı kız gider muhabbeti yapmak hiç iyi değil.
-iyi bir şey varsa o da beşiktaş vapurundan görünen kızkulesi'ne "ulan buraya kimle gideceğim acaba" demek.
-hakkınızda ekşisözlüğe entry giren bir eski sevgiliden daha kötüsü / şirini yazdığı entry hakkındaki yorumunuza sizden nefret eden tavrıyla cevap veren eski sevgilidir.
-sevişmek sevmekten gelir.
-sabah uyandığında yüzüne bakıp gülümseyemeyeceğin kimseyle uyumamak / sevişmemek / yatmamak gerekir.
-alkollü gecelerin sonunda çinko almak sağlığa faydalı; 3-4 fındık olabilir.
-okulu da sikeyim, örgün öğretimi de.
-parayı da sikeyim, paraya tav olanı da.
daha eklicem buraya bir şeyler. (13/7 - 16:44)

Şu Duvarların Dili Olsa Da Öpüşsek...

başlıkta görülen şirin espri bana ait değil. hiçbir zaman o kadar komik olamadım bence. neyse konu bu değil. konu birbirini seven insanlar. insanlar birbirini seviyor lan. gözümün önünde insanlar birbirini seviyor. hani nasıl derler, sevişiyorlar tabir-i caizse. hayır buna lafım yok asla. herkes sever birbirini. ama facebookta gördüğüm 3-5 çift olsun, efendime söyleyeyim, blogunu takip ettiğim 3-5 piç ile 3-5 kaltak arkadaşım olsun böyle ben onları yerim amına koyim ya :D nasıl böyle sempatik, nasıl böyle sevecenler. "beraber eve çıkacağız / tatile gideceğiz; ama paramız çıkışmadı" deseler, gidip orospu çocuğu bankalardan kredi falan çekeceğim lan o derece. mesela her çift böyle değil ama. bu bahsettiğim götoşluk derecesinde sevimli olan çiftler böyle 7 / 24 birbirini güldürebilen tipler. nasıl yapıyorlar bilmiyorum, dualar mı ediyorlar, adaklar mı adıyorlar, sadakalar mı veriyorlar bilemedim. ay maşallah tabi gözüm yok. ben zaten puştun teki olduğumdan kelli öyle şirin bi ilişkim de olamaz yani. ama böyle şirin olmayın lan sıçarım bi tarafınıza. bak ağzımı bozdurdunuz.

neyse şey diyecektim ben. dün tüm sevdiceğim olan insanlara iyi geceler mesajı attım. onlara canımın hangi köşeleri olduklarını söyledim. %70 i cevap vermedi. ulan ne sikten boktan sevdiceklerim varmış. kaltaklara / götlere bak. sevmiyorum lan hiçbirinizi. hava bok gibi ve sahipliğimi ve etkenliğimi kaybettim. ordan oraya savruluyorum bu hafta sonu. kim nereye çağırsa oraya atıyorum orospu gibi kendimi.
tek istediğim uyku.
masaj.
ve sevimli sevgilileeeeeeeeeeeer :D

kalp kalp kalp
ayh çok sevimli.

ps:yarın hepsi birbirine girmiş olacak, nazardan çatlayacak fElan ...
ps2:yenge gördü iyi mi? lşdkfşdsfkşdlfkaşlfakdşflak
ps3: ah be dolores
ps4 henüz çıkmadı.
ya bir şey diyeceğim de,Yalın'ın Küçücüğüm şarkısı ne kadar masum, ne kadar güzel bir şarkı... Bana bu şarkıyı söyleyecek ya da söyletecek birini bulup gideceğim buralardan yıhaaa...
bugün de kandil.
eee?
dilemicem artık.
olmuyor.
olur gibi yapıyor, feyk atıyor.

şimdi, sen beni tanrıya inandırabilir misin?
ben onu severken, o herkesi seviyordu ve ben kendi gözümden bile düşüyordum sessiz ve hızlıca. bekliyordum düşüşün bitmesini ve vücudumun sert zemine çarpmasından sonraki parçalanışımı. tam "parçalandım" diyeceğim an bir nefes alıyorum son nefes diye.
Yok durmak yok, hep düşüyorum.
Sonra bir melek öpüyor beni, alıyor koynuna. Bir an için, 15 dakika için, yarım saat için sarıyor yaralarımı. beynimi çekip alıyor. Kalbimi çekip alıyor, yoruyor, terletiyor ve gülümsetiyor. Sonuç, uyuşturucu etkisi. Etki bittiğinde daha da hızlı düşüyorum.
Aşağılık benliğime bakıyorum, "seni seviyorum" diyorum, "ben de böyleyim işte" diyorum. Gözüme gelen saçlarımı çekip ılık bir duş alıyorum. Cem Adrian dinliyorum. İçime içime kanıyorum. Gözümü kırpmadan yürüyor, karın ağrısından ölecekmişim gibi gülüyorum. Nasıl neşeliyim nasıl. Zaman zaman yani. An be an.
Bir tam düşebilsem inan çok daha iyi olacağım hayat. Kadınlar, ah kadınlar; tutmayın artık ellerimi, bırakın parçalanayım. Ben "bırak" diyemem gözlerinize baka baka ve ben sizi bırakamam asla gözlerinizde o yaşlar ve kırık kalbinizle, siz beni bırakın. Bir süreliğine başkalarını sevin kadınlar. Hep yaptığınız gibi hani...

sen bir şey yesen, tadını alırım ben; yağmurda beklesen ıslanırım.
sarhoş eder beni, içtiğin yudum; gülümsesen uyanırım hüzünden.
elde değil gibi görünse de suç bende, içindeyim çünkü çektim seni içime.
söyle daha ne kadar sürer bu, daha ne kadar dursam uzağında?
söyle daha ne kadar sürer bu

kalmadı aklımda sensiz tek köşe.
kendimi kafese koydum, bilmezsin anahtar nefesinde.
elde değil gibi görünse de suç bende, içindeyim çünkü çektim seni içime.
söyle daha ne kadar sürer bu, daha ne kadar dursam uzağında?
söyle daha ne kadar sürer bu, daha ne kadar suya orak sallasam?


nasıl bir şarkıdır ki bu... şimdi dinledim de, bırbır etti içim, gıvıl gıvıl oldu yahu. bu öyle bir şarkıdır ki ağlatmaz insanı, güldürmez de. nasıl diyeyim, diyemem ki. ama herkes hisseder bunu. gondola binmek gibi. binerken çok istekli, bindiğinde ölecek gibi, indiğinde yine ister gibi. adrenalin gibi gibi işte. he benim için ayrı bir yeri var o ayrı. adı üstünde "ayrı bir yer" ama objektif yaklaşımda da bambaşka bir şey bu. nerden buldum bu şarkıyı? söylemem. sikim bokum duygulara alet edilmesin diye söylemeyeceğim hiç. yollamayacağım da kimseye.
ama mükemmel ya, animasyon bi klip çekicem buna, çok kararlıyım.
evet!

ps: bir de bu şarkının erkek versiyonu var onu söyleyeyim. cem adrian - sessizce.mp3

balon.
rengarenk bir sürü balon olsun.
ama biraz şeffaf gibi olsunlar.
nasıl desem, soluk desem değil, mat desem değil.
bulaşık köpüğü gibi.
gökkuşağı gibi yansısın.
sonra tek tek atalım havaya.
hepsi havada kalsın.
uygun frekansı kendisi bulsun*.
biri düşerken diğeri yükselsin.
ama hiçbiri değmesin yere.
sen de ol.
gülerek yapalım, aynı balona koşalım.
bedenlerimiz çarpışmadan dursun.
kahkahalarımız çarpışsın.
ardından yorgunlukla yığılalım birer köşeye.
sonra da karışmasın kimseler bize...

*uygun frekans doğru çığlıkta.
bir bak bana!
bir bak bana ve çek git düşes.
dudaklarım dudaklarına doğru esecek olsa
biz ses çevirirdi, bizi söz çevirirdi.
şimdi seste söz, bir hilkat rüzgarı gibi esecek.

suçluyuz düşes.
mamafih suçluyuz.
Suçumuz, bir bardak suda okyanus görmek.

Küçük İskender


ps:belki de küçük iskender'i severim bir gün...
"şunu da belirtmeliyiz ki; insanlar duygularıyla oynanmak için değil, birlikte duygularla oynamak içindir."

demişti kadın. ah ne yalan...

korkarım tanışacağız sizinle


birkaç film seyredeceğiz belki de

ellerim tanışacak ellerinizle

seveceksiniz beni uzun uzun

içimde telaş olacak aşkınız

bir başka bakacağım günlere

dünler dahi değişecek gözümde

seveceğim sizi hem de çok


korkarım alışacağız birbirimize

hangi yemeği sevdiğinizi bileceğim

siz televizyona bakarken

ben saçlarımı öreceğim

konuşmadan oturacağız aynı evde

midem kasılmayacak artık sizi beklerken

seveceksiniz beni, hem de çok

ama işte, daha az bir keyifle


korkarım gideceksiniz sonra siz

biraz ferah ruhunuz, biraz üzgün

uykunun o ipek saflığında gelecek nefesiniz

özleyeceğim sizi, hem de çok

benden bir ses bekleyecek, aramayacaksınız

hem özleyeceğiz hem uzakta dinleneceğiz

ve işte böyle biz artık biz olmayacağız


korkarım,

tanışacağız,

sevişeceğiz,

ayrılacağız sizinle...




süper bir insanım ben. herkes gibi siz de beni tanısanız, uygun zamanda, uygun yerde karşınıza çıksam bana aşık olursunuz. bi kere duyarlıyım, umutluyum, komiğim. severim sevdiğimi ve mutlu etmek isterim. her şeyi yaparım sevdiğim insanları mutlu etmek için. maddi manevi hiçbir şeyi sorun etmem. yardım severim, hayvan severim, süper yemek yaparım. gezmeyi, kitap okumayı severim. alim değilim ama bilgiliyimdir. olumlu ve keyifliyimdir. inançlı ve açık fikirliyimdir. sevdiğim insanın bir dedğini iki etmem, anlayışlıyımdır. vefalıyımdır, nankörlük yapmam. eğrim eğri, doğrum doğrudur. karşı tarafı kendimden çok düşünürüm. isterim ki gülelim eğlenelim, mutlu olalım.

ama ben de terk edildim 1 hafta 1 saat önce bugün.

tam da bugün.

ve sancılıdır artık hayat benim için. gidene üzülmekten de değil. hani inanası gelmez ya bazen insanın hiçbir şeye. aşka, sevgiye, dostluğa, arkadaşlığa, sözlere, yalanlara, şarkılara... sonra 1 adım geri durmaya başlar, dramatik kitaplara veririm kendimi. özümü bilirim ben, gerçeği de. bir daha ki ten yine aynı şeyleri yaşatacak bana. asla ders almadan hunharca tüketeceğim onca insanı ve bir gün yalnız kalmayacağım.


böyle de çelişkilerle dolu bir insanım MEFELA!


neyse ok by

evo ve zia
sizi çok seviyorum lan valla!!!
dün gece eve gittiğimde saat 11'i geçiyordu sanırım. biraz neşe biraz hüzün kafası, gülümseyerek girdim eve. annemle konuşup kitap okudum. Size de olur mu bilmem, erken yatınca hayat boşa geçiyor gibi gelir bana. uykuyu da severim aslında. biraz daha kitap okumak ve biraz daha uyanık kalmak adına oturdum azıcık daha. sayfalarında kendimi bulduğum kitaplar okudum. açtık kafama göre sayfalarını ve okudum, kâh gülümsedim kâh dellendim ama yine de tebessüm ettim. taa ki annem "ay kızım yorgunum, çamaşırları assana be" diyene kadar. kalktım, yeni aldığımız çarşafları yıkayan anneme de gülümseyerek. başladım asmaya tek tek, silkeleye silkeleye. seslendi annem "makinenin içine iyice bak, bir şey kalmasın" diye, "tamam anne ya aptal mıyım ben" diyerek eğildim. Evet aptaldım, bir şey kalmıştı. Makine ve sonra yıkanacak çamaşırlar için zararsız, oan benim için çok zararlı bir şeydi. ne olduğunu anlamadan, dizlerimin üstünde durup eğildim almak için. aldığımda 10 saniye kalakaldım makinenin önünde. Çünkü bir tülbent, asla sadece bir tülbent değildir cümlesi oturmuştu mideme. gülümsedim tülbenti alıp. anneme baktım, gülümsedim yine. o an beni, o tülbentin sahibi bile anlayamazdı. tam da ben altay öktem'i anlıyordum o an.
o tülbent sırtımı ovan kadından kalmıştı bana, ağrılarımı alıp bana iyi bakan. "al bu kalsın sırtında, terle biraz" diyen kadının. "terle ama üşütme, iyi gelecek" diyen kadının. tülbentle cinayet işleyen kadının.

hala yazıyorum, hala yazmamam gerekiyor.
susuyorum...
mesela bazen o kadar özlüyorumki utanıyorum resmen. nasıl bu kadar "hiç" olabildim diye. çünkü hep güçlüydüm ben. hep umursamaz, hep "aman napalım" diyebilendim. sonra bir şey oluyor, bir kadın bir adam giriyor hayatına ve her şeyin rengi değişiyor. bir adaptasyon süreci, yuvandan çıkıyorsun, güneşe bakıyorsun, güneşe inanıyorsun ve gece oluyor. Bildiğin gece, ay ve yıldızlar. zaman zaman dantel gibi bulutlar. dilimde bir şarkı, kulağımda başka bir şarkı. sabah oluyor güneş yine vuruyor, bu sefer yemiyorum, "hasiktir ulan yemezler" diyorum. "yeme beni" dediğim son gün terkedildiğim geliyor aklıma, susmak istiyorum. bir yandan da ağzım yırtılasıya bağırmak mesela. çok güzel hatırladığım günlere geri dönmek istiyorum. muratla içip arabanın üstüne çıktığım ve sarhoşluktan aşağı düştüğüm güne dönmek istiyorum. okanlarda tuvaletten akan suyun bir mısır tanesine hayat verişini görmek istiyorum. mertin doğum gününde müge ile erdemin sevgili oluşunu görmek istiyorum. burhan altıntop'un göbeğine vura vura dans etmek istiyorum, kevinle nevizade'de sarılıp öpüştüğümüz tek güne dönmek istiyorum, berk'le tophanede geçirdiğimiz o saatlere dönmek istiyorum, ercüyle metxa içtiğimiz güne dönmek, arasta'da begümlerle ay nevır oynadığımız güne dönmek istiyorum ne bileyim, istiyorum da istiyorum.
olmuyor, o günleri düşünüp gülümsemek benim payıma düşen. dün de 20 yıl önce de olsa payıma düşen bu. payına düşene mecbur olmak...
en can sıkıcı olan bu olmalı. yazmadan önce aklımda başka şeyler vardı. susup kalıyorum şimdi. hep susuyorum. gerçekleştirmek istediğim "ben", benden çok uzakta.
bu kadar.
"hoş geldin ve iyi ki geldin prenses. İyi ki ve yazık ki geldin..."