Belki yeniden bir adama aşık olmak...

Bugün tamamen tesadüfler doğrultusunda aşık olabileceğim adam tipiyle karşılaştım.
evet tahmin ettiğiniz üzere çirkindi.
nerde nasıl gördüğümü ayrıntılarıyla anlatmayacağım da az biraz bahsedeyim. kafamda almayı tasarladığım iki kitap vardı. ilk gittiğim kitapçıda bulamayınca, bir başka kitapçıya bakayım dedim. 2. gittiğim kitapçıda da bulamayınca "yea plan b" diyerek her zaman, her yerde, defalarca okuyabileceğim ender kişilerden olan Oruç Aruoba'nın 2 kitabını aldım. kasaya gittim, öbür kasaya yolladılar. iyi ki de yollamışlar, olay şöyle gelişti;


bilu: kimse yok muhuuu?
çirkin prens: merhabaaaa. aaa oruç aruoba okuyan adamlar var mı yaaa ? (sevinerek)
b: mih ben (cool)
ç.p.:ay kusura bakma adam derken, insan anlamında,ya akşam oldu kafa gitti, özür dilerim.
b:yok yea önemli değil.


diye başlayıp 5 dakika süren, tarafımdan bitmemesi için kitap üstüne kitap konusu açılsın diye dua edilen bir sohbet.
ya adam bildiğin çirkin.
ama anlıyor beni, kelimleri benim kelimelerimdi "ile" kitabından bahsederken. karşısında "aynen aynen aynen" diyerek kaldım. yakasında ismi yazıyor muydu onu bile hatırlamıyorum. Güler yüzlü adam, tam bırbırlık.
"ile'yi okumalısın" dediğinde, "çantamda" cevabını almayı o da beklemiyordu. ama "çantamda" dediğim anda o da karşısında aşık olmak isteyebileceği kadını gördü, gözlerinden anladım.
seni çirkin seni. huzursuz geceme neşe kattın :)
güzel uyu emi bu gece.
bugün güzel bir gün.


iyi geceler tüm okurlar...
"Hatırlıyor musun pekişme sebebimiz maillerdi sanırım, lastta başlamıştı her şey; maillerle devam etmişti. Ben sana hayatımda tanıdığım en büyük yalancıyı anlatmıştım; sen de sıkılmadan, utanmadan dinledin. Şimdi diyorum ki, neden üzülmüşüm ki ben? Bazen de diyorum iyi ki üzülmüşüm, iyi ki sana, Mabel'e, bazılarına bir şeyleri anlatmışım, rahatlamışım... (:

Şimdi görüyorum ki sıkılmışsın sen de, daralmışsın, sessizsin. Avludaki gibi gül tamam mı ben o billu'yu daha çok seviyorum. Brown beer içen, göbeği ile mutlu olan, kuyruk tanrım geri gelsin. Birileri, bir şeyler üzmüş seni. Bu, sebebi kabuğuna çekilmenin. Sana bir şey itiraf ediyim mi: Sen çok iyisin.
"

böyle bir maille başladım günüme. Bana bunları söyleyen insanlar var lan. Beni böyle seven insanlar var. Gerisi zerre umrumda olamaz, olmamalı da.

Teşekkürler Emre, seni çok seviyorum...
bu sabah uykuyla uyanıklık arasında, telefonumun alarmı çalmadan 5 dakika kadar önce seni düşünüyordum. aklıma bir şey geldi, gülümseyerek uyandım;
belki de senin sorduğun sorulara benim başka cevaplar vermem, ben bir şey anlatırken senin başka anlaman, sen bir şey anlatırken benim başka bir şey anlamamın sebebi birbirimize anlatacak çok şeyimiz olmasındandı.
bana mantıklı geldi.
dün bile sana anlatsam süper olacak şeyler geldi aklıma, "yalnız başıma" gülümsedim.
bir de demin aklıma sana 1 ile 6 arasında bir sayı söyle dediğimde "8" deyişin geldi aklıma. o güne dönmek için neler feda ederdim acaba?
neyse.
ne zaman alakasız bir yerde ve alakasız bir zamanda kelebek görsem -aptalca da olsa- aklından geçtiğimi düşünüyorum...


"-hiç bilemeyeceksin neden kırılgandır kelebekler,
suçlu olmuş olacaksın.
...
seni seviyorum.

-çok iyi bilirim kelebeklerin neden kırılgan olduklarını, kelebek olmayı seçtiklerinden.
beni sevdiğini söylerken ne söylüyorsun, asıl bilemediğim bu"

oruç aruoba

Björk Bana Hep Vurgun Zamanlarımda Geldi ya da O Vurdu


üniversite yıllarındayım o zamanlar, gencim sütüm. Şaka lan şaka 3yıl önce falan işte. Gerçek bir depresyon değildi belki ama depresyonun tüm belirtilerini gösterdiğim bir dönemdi. kendimin dışına çıkıp kendime baktığımda zerre kadar ben olmayan bir karı çıkıyordu karşıma. peltek bir çocuğun söyleyişi gibi ağzımı doldura doldura küfrediyordum kendime. yaradılışıma, bu içinden çıkılmazlığa. Tam bir despreyt hağuzvayftım lan. Suzın mıydı kızıl kelle olan. oydum ben. henüz björk dinlemiyordum. herkesin gıpta ile baktığı bir ilişkim, bir şekilde devam ettirdiğim bir okulum, şehir dışında bir öğrenci evim, doyasıya alkol alabilecek param, yakışıklı mı yakışıklı da bir sevgilim vardı. ama henüz björk dinlemiyordum. henüz Oruç aruoba okumuyordum. henüz ben ben değildim.
Sonra bir gün!!! diye başlayan bi cümle kurmamı beklemeyin götler. kurmayacağım. sevgilimden bir tavrı için ayrılmaya karar vermiştim. o bunu bilmiyordu. eve hiç adam atmadım, kadın da atmadım, çanta bavul falan atabildim işte müsadenizle.
ve ben björk dinledim. bu sefer duyamadım dinledim ama. hem de Joga dinledim çok fena. Sanki ben camdanmışım tamam mı, karşımda da adı JOGA olan bir şovalye varmış elinde uzun, parlak kılıcıyla.
ve bana doğru koştu o. koştu koştu içimden geçti o şovalye. evet tam anlattığım gibi oldu. inanmıyor musunuz bana, ben deli değilim. tam da anlattığım gibi oldu. ben parça parça oldum. parça pinçik oldum. tuzla buz oldum. yok oldum ve birden -tam da filmlerdeki gibi- tüm o tuz buzlar birleşerek beni yeniden vücuda getiriler. şovalye beni kırıp geçtikten 3 adım sonra zınk diye durdu. arkasına bile bakmadı ben tekrar toparlanırken. hava karanlıktı. camlığım matlaştı, sertleşti, güçlendi sanki.
ben björk dinlemeye başlamıştım evet.
neden yazdım tüm bunları? az önce tam da az önce kahroluyordum da ben.pagan poetry'yi izliodum deylimoşından. björkün yüzü ebemi sikti, ruhumu çitiledi çünkü. hatta şuradan açtığınızda, björk'ün tam da 02:42'den itibaren başlayan yüz ifadesinde buldum kendimi.
öyle bir manik depresif hal işte benim halim.
ben masumum.
suç kelimesi henüz doğmamış ki...

ps:canım; 6. günde, sana düşen de björk -bachelorette
1-şimdi sağ elinizin parmaklarını birleştirin.
2-dua eder gibi hafifçe bükün.
3-avcunuzun içi yukarı değil sola baksın.
4-sonra elinizi parmak uçlarınız bedeninize doğru bakacak konuma getirin.
5-parmak uçlarınızı iki göğsünüzün (memenizin) başladığı yerin tam ortasına koyun.


işte tam orası çok acıyor. içten içten, dışa doğru kanırtıyor, kazınıyor. kanıyor sanki. içe içe kanıyor, tuhaf. bir şey basıyor ve göğsüm şişiyor sanki. sızı gibi, sıvı gibi bişey akıyor sonra mideme. ama sanki o şekilsiz çepere vuruyor durmadan. hamile olmak böyle mi acaba? midem mide gibi canlanmıyor gözümde ben tüm bunları hissederken. buzdan sarkıtlı karanlık bir mağara gibi daha çok. saçmaca eriyor.her erimeye yüz tuttuğunda bir sarkıt atıyor kendini ve tabana saplanıyor.


çok acıyor.
üf hem de ne biçim.
"Birgün kaldığın yerden başlayacaksın; biri seni bulacak.
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan; biraz ürkeceksin.
Ne kadar dirensen de nafile
İnsansın sonuçta, seveceksin
Eski acılara bakıp küsme sevdalara,
Gavura kızıp da oruç bozulmaz!
Sök at kafandan 'acaba'ları.
Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz..."

Can Yücel
sen odağın üstüne geldin sevgilim. ne kendini ne beni göremezsin artık.

Anne ben yine düştüm


Şems, "aşık olduğun biri için yapabileceğin yegâne şey değişmektir." diyordu Aşk adlı romanda. Bense geri alıyorum değişikliklerimi Kelepir Kız. Alıyorum çünkü ben Şebnem Ferah'ın "siğeeeeen nasıl başaaaardıığn, yüz yıllık aaaaaaaağç gibisiiiiğn" diye haykırdığı ağaçtım. Sense sarmaşığım. Tüm yeşilliğinle, tüm canlılığınla bedenimi sarıyor, sıkıyor, kısıyordun beni. Evet, tam da istediğim gibi. Aşk ve sevgi bile bile tutsak olmaktı zaten benim gözümde de. Ama bilirsiniz sarmaşık, sarıldığı ağacı kurutur, duvarı çürütür. Biri için değişmenin - aşk uğrunaysa hele - hiç bir sakıncası yoktu benim için. Ama ben senin için saklanmaktan vazgeçtim. Buraya da yazacağım seni, müziklerimi de dinleyeceğim bazen salt acı bazen pür neşe ile.

Bugün sensiz 3. ama en net gün; yine ölmedim tabi. Dün gece hiç uyumadım. Gözümü bile kırpmamış olabilirim. Ah ne de güzel seviyordum seni. Hayal bile etmemiştim mesela ben böyle sevilmeyi. Çok falan sevmiyordum ben, güzel seviyordum seni. Kendi kendime düşündüm yine ilmek sayarken düz renk halıda; Mecnun'un Mecnun oluşuydu Leyla'yı Leyla yapan ya hani. Binlerce akıllının kıskandığı bir şey vardı orda, o da Mecnun'un deliliğiydi. Binlerce çirkin Leyla'yı kıskanmadı hiçbir zaman.

Senin sözlerin Mevlana'ya Mesnevi'yi yazdırıyordu ya hani 10 gün önce. Bense Mevlana'yı yazıyordum işte sayende. Bir tarihi, bir aşkı, bir kaybı yazıyordum. Ben seni yazmıyordum ki. Seni Cemal Süreya yazmıştı yıllar önce. Ben, benim istediklerimi yazıyordum sen kör kuyularında saklanırken. Ben sana Frida'lı çantalar, kitaplar tasarlıyordum yokluğunun 2. gününde. Bu senin sevilebilirliğinden değildi, bu benim sevebiliritemdendi. Bu demek değil ki ben seni sevmedim, kafamdaki Kelepir'i sevdim. No. Öyle de bi sevdim ki. Herkesin "ne biliyorsun ki onun hakkında, kaç kez gördün ki topu topu, bak sana neler yaptı" deyişine gülümsüyordum. "Siz onu daha tanımadınız, aylar sonra bana hak vereceksiniz" deyip durdum. Aylar sonra ben hak vereceğim onlara sanırım. Olsun.
Sana inanmak, sana yine inanmak, yine kanmak diyordum ya hep. Arkadaşlarım "yine güvenme" diyordu ya hani beni korumak için. Aslında tam tersiydi. Sen bana kanıyordun, sevgime, parıltıma, sana parlamama kanıyordun. Ben seni alıkoyuyordum ya hani. Ben konuştukça tekrar kanmaktan korkuyordun. "her şeyinle ve hiçbir şeyinle davet ediyorsun" diyordun. Çok tuhaf ve çok sevimli. Evet tam anlamıyla sevimli. Anlaşamadan anlaşmalarımız gibi.
Senden önce de Ankara'da bir sevgilim olduğunda 13 yaşındaydım. Futbol maçı yaparak yakınlaştığım bir arkadaşımdı. Yazlıkta iskelede çıkma teklif etmişti bana. Ben mi etmiştim yoksa. Hiç Ankara'ya gitmedim onun için. Annem göndermezdi zaten.
Kimler için neler yapmadım ki, şimdi hala hırs ve kızgınlıkla andığım ne adamlar ne kadınlar harcadı biriktirdiğim sevgileri. O yüzden sana hiç kızmıyorum. Çünkü tümünün güçsüz kolları vardı ama hiçbiri benim başımı bulutlara değdirmeyi denemedi. Sen de tam başaramadın, lafta kaldı belki ama benim için bunu istedin. Nerden nereye gelmiştik de bunlar oluyordu. Ne meraklıydık tüketmeye.
Hiç söylenmese ne olurdu diye düşünmekten bıktım. Geriye dönüp baktığımda ne görüyorum biliyor musun? Hiçbir şey. Anlattım ya, her şey kutularda, kalbimin raflarında.
Sonuç olarak ne var elimde. Ben seninle bir insanı ne kadar da güzel sevebileceğimi hatırladım / öğrendim / inandım.
Bir de aşkın hep tek kişilik olduğunu öğrendim. Şimdiyse bir boşluk ki, seninle bile dolamaz artık. Romanlardan nefret eden ben, sevdiğim 2-3 romandan birini hatırlıyorum seninle. Safiye Erol'dan Ciğerdelen. Belki de sadece adı seni bana anımsatan. Yüreksöken, kalpdeşen falan da olabilirdi.
Tüm bu güzel sevmelerimin, aşkımdan ölmelerin sonunda tek bir gerçek vardı yüzüme vuran;
KAHRAMAN DEĞİLİM Kİ BEN... Sana, en çok seni kurtarabilirim ümidiyle gelmiştim. Seni alıp kaçabilirim, esen rüzgarda bedenimi sana siper edebilirdim. En sağlam taşı bulup ardına saklayabilirdim gibi gelmişti. Oysa ben tüm eşyalarını yüklenmiş koşarak gitmeye çalışırken, sen elinde kıytırık bir dal parçasıyla durmadan aynı yerde oyuklar açıyordun toprakta. Ben seni çekiştirip almaya çalıştığımda da elin elimi tutsa da gözün o oyuntuya bakıyordu.
O yüzden kurtaramıyorsam, ben de batmalıydım sanırım.
Bu kadar.
Son yazım olmayacak bu sana. Üzgünüm değişmemeye çalışıyorum sana olan tutkumu yenmek için.

Böyle buyurun benim Kelepir'im için...

hani geçen gün size acısına sarılan kızdan bahsetmiştim ya. bugün tüm günümü onunla geçirdim. parça parça olmuş bir kalbi, bulanık görmesine sebebiyet veren birikmiş gözyaşları ve titreyen çenesi de eşlik etti bize. ona dünden beri ediyormuş. "özüne dönersen" dedi, "onlar 2 aydır benimle". çok da üstelemedim. "anlat ne oldu sana, parıldayan gözlerin neden buğulanmış" dedim. hayatta en kötü şeyin, umut verenin umudunu çalması olduğuna dair konuştuk durduk. haketmediğine inandığı şeyler yaşıyordu, anlam veremiyordu, doğru düzgün düşünemiyordu bile. sağlığı yerinde değildi, sadece sigarayı bbıraktığı için seviniyordu. yine güneş gibiydi de, daha bi kış güneşiydi sanki. arada gülümsediğinde açıyordu güneş, sonra bulutlara bırakıyordu benim yüzümü de. oturdum öylece. bir sürü komik şey söyledim, gülümsediği de oldu, beni keklediği de. sağ elinin içi ile burnunu çekerek silip bana laf sokuyordu arada. ama şey gibiydi o an ki gülümsemesi; nasıl desem. dudakta çıkmış bir uçuk gibi. zaten uçuk acıyordu, ama gülümsedikçe daha da acıyordu. gülümsemesi yasaklanmışçasına. onu böyle görmeye daha ne kadar dayanabilirdim acaba. sustum ben. anlatsın istedim. 2 kelimeyi bir araya getiremedi bir türlü, neler olduğunu hiç anlamadım. hem kendine acıyordu, hem kendinden nefret ediyordu, hem sinirliydi, hem aşkından nefes alamıyordu. böyle insanlardan korkarım ben. ne zaman ne yapacakları belli olmaz. ama onun bir şey yapacak hali yoktu. eski mesajlara bakıp, "ya bilu, bunu yazan bi insan ertesi gün nasıl bırakır beni" dedi. sert olmamaya çalıştımsa da yapamadım. tutamadım kendimi. "daha önce de bunu yapmadı mı" dedim. kelimeler ağzımdan çıkarken durdurmak istedim. bir tokat da ben attım o an o Güneş'e. utanmadım değil. elimi uzattım omzuna doğru. "haklısın dedi. haklısın, hepiniz haklısınız. tek haksız benim ama" dedi. gittikçe sinirleniyordu. yine eline telefonunu aldı. "ona yapılanların acısını benden çıkartıyor" dedi. sakin olmasını, kimseyi suçlamamasını söyledim. karşımda o kadar haklıydı ki hayata sorduğu sorularıyla, teselli bile edemiyordum. "gitsene bilu" dedi. "ben kimseyi kurtaramadım asla, sen de beni kurtaramazsın" dedi. evet, kahraman değildi ki o. acı çekmeyi haz haline getirmiş birini gülümsetmenin bir anlamı yoktu. Güneş'i uzun süre öyle göreceğime emindim. Yine acısını sırtlanmış, bağrına basmış uzaklaşıyordu. "yok mu bana söyleyeceğin bir şey" dedim. altay öktem cümleleriyle cevap verdi bana, "aşk tek düzelikten kurtulma çabasıdır, iki kişiyle olmaz. iki kişi aşıksa yanyana durmaz. aşk yanyana olmamaktır. aşk ya arkaarkaya ya da karşı karşıyadır" dedi. susmaktan başka çarem yoktu". Güneş, aşık olduğu kişinin hep karşısında durmuştu, aşık olduğu ise onu hep yanında istemişti. Ah Güneş, ne kadar da haklıydın.
sonra mırıldandığı şarkı beni hiç şaşırtmadı: zeynep casalini - delilik.mp3

asla inanmamalı ben hep varım diyene...
sevgilim, bu sensiz 1. günüm.
Bugün bileklerimi kestim.
Ölemedim.
gidişinin üstünden 1 gün bile geçmedi. halı ilmeklerini sayıyorum, fayans aralarını temizlemeyi düşünüyorum.
Lanet olsun o kadar haklıyım ki, kendimden nefret ediyorum. bana hep "hiçim sıfırım" derdin. ben de "ben de sıfırım ama en azından sevgim var" derdim. şimdi ben de sıfırım işte. yokum. senin yokluğundan anlamayan ben, olduğu gibi yok şimdi. bildiğin yokluk, var olmama durumu.
acıyor içim. seni seven her yerim acıyor, inliyor çığlık çığlığa...
ne hissediyorum şu anda?
neyim ben?
kimim?

ağlamaktan buruşmuş yüzüm. beni 2. terkedişin, 3. kalp kırışın ve son terkedeşinin 8 saat sonrasındayım şu an. bana kötü kötü mesajlar atıyorsun. kahroluyorum varlığında da yokluğunda da. neden yapıyorsun bunu. ben sana ne yaptım? ben kime ne yaptım?

ben sana kollarımı açtım geldim, hani niyetlenince tanrı yolumu açmıştı ya. ben sana "çekimindeyim" dediğim günü dahi dün gibi hatırlıyorum.
sen nesin ya?
benim sana karşı hislerim en baştan berii her bir an daha da güçlenerek artıyorken, sen nasıl bir öyle bir böylesin. nasıl sein için bunca şeyi feda edebilmiş b insanı bu kadar kırabiliyorsun?
şimdi bana senin bile iyi gelemeyeceğin bir noktadayım. ağrıma giden bu. "ben varım" diyenin sonsuz yok oluşu.

sen kimseyi sevemezsin, sen seni o kadar sevmişsin ki, sen seni sevemezsin...
sen böylesine sorgusuz sevilmemişsin, verilen sözler hep bozulmuş. bunca sevgi seni mutlu etmez ancak korkutur...
ellerim güzel değil benim. severim ellerimi de güzel değillerdir. manikür yaptıramam, yapamam hiç. tırnaklarım minik olduğu için hep kanar yanları. oje de süremem doğru düzgün çünkü dedim ya, küçücük tırnaklarım. kısa ve yelpaze gibi uzayan 10 tırnak. tırnaklarım etinden uzak gibi gelir, o yüzden arada sıkı sıkı bastırırım. Ellerim güzel değil ve O'nun ellerinden daha minik. Parmaklarımı uzun sanırdım. Onun parmakları daha uzun ama. Ramazandan mütevellit susuz kalmış bünyem, ellerimin buruşuk olmasını engelleyemiyor. Sağ elimi de bebekken sobaya değdirmişim ben. Minik bir yanık izi var parmak başlangıcında sağ elimin. Neden anlatıyorum bunu, bunları? Bir sebebi yok.

O ise ellerimi öpüyor. Parmaklarımı öpüyor teker teker, masum masum ve minik minik. "İşte rüyamda böyle öpüyordum ellerini" diyor Ankara sokaklarında yürürken biz. Sonra uzanmış yatıyoruz Kemal'in yatağına, o göbeğime yatıp eğlenirken ellerimi alıyor ellerinin içine sıkı sıkı tutuyor. "Küçük el" diyor bana, gülümsüyorum bense. "Tırnaklarımı bastırsana" diyorum, bastırırken O'nun elleri de yoruluyor. "ayh üyf" diyor güldürüyor beni. Ben gülünce göbeğim hareket ediyor, göbeğim hareket edince O'nun yasladığı başı hareket ediyor ve biz daha da gülüyoruz.
Bu da böyle bir anımdı.
Ok by.
şuracıkta uyuyabilir miyim? ses çıkarmam, bacaklarımı toplarım, yer kaplamam. horlamam, gece çişe kalkmam. uyursam iyi gelecek. rüyalara sarılarak mutlu olabilirim. kötü bir rüya görsem de, "ay rüyaymış" der susarım. iyi rüyalar zaten tek umudum, tek varlığım.
lütfen şurda uyuyayım. bırak, uyumadığım zamanlarda acı çekip ağlayamama ifadesine bürünen yüzümden kurtulayım.
pis bir mikrop gibi yayılan yaralarım, hızla vücudumu kaplarken, seni bir ağrı kesici gibi içime alayım. yavaşlasın ağrılarım. dinginleşsin. mikropları durduramasa da hiçbir varlık bekletsin bir süre olduğu yerde. bunu ancak uyursam yapabilirim.
göründüğü gibi değil hiçbir şey. içim dışım kadar sağlıklı değil. içim, içime içime eriyor, gizlice ölüyorum. bir basit otobüs yolculuğunda yanımda oturan yabancıya "az zamanım kaldı, karım bilmyor, oğlumsa mezuniyetine geleceğimi sanıyor" repliğini söylesem, kendimden bir şey kaybetmezmişim gibi.
ama biraz uyursam geçer, biliyorum. şurda tam gösterdiğim yerinde uyusam. uykum hafiflediğinde senin nefesini duysam ayılmasam,ayılamasam, daha çok sarhoş olsam.
bir de masallara karışsam rüyalarımda, daha da bir şey istemem. o olmasını dilediğim ancak bir masal olabilecek rüyalara. rüyadaki yakışıklı prenslere, mutlu prenseslere, eşiyle toprağa ev yapan sincaba dönüşsem çok mutlu olsam ya da bugs bunny umursamazlığına sahip olsam.
daha konuşabilirim, yazabilirim, kusabilirim, tükürebilirim. tüm bunları yapmaya bir son vermek için seni öldürebilirim; belki de kendimi. kesip atmışolurum kangren parmağımı. senle olmayı, sensizken beynimin çürüdüğünü hissettiğim için değil de imkansızlığın kekremsi enfes tadı için istediğimi azıcık hissetsem belki o zaman gülümserim gerçekten.
kalbinde yer aç artık bana, yormayacağım söz. yoruluyorum ama yormayacağım. bırak bir köşesinde uyuyayım. tek isteğim uyandığımda da kendimi orada hissedebilmek.
I'll say baby come with me please
And we'll just
Fly away
Fly away...
sadece ağlamak istiyorum şu anda.
sadece ağlamak...
ve bunu yaptığımda gözlerimden yaş akmayacak sevgilim.
sen akacaksın, sevgi akacak, aşk akacak, huzur akacak, mutluluk akacak , Ankara akacak...

15-08-2010 (02:59) /Ankara

"Ve sen güzel kadın, sen ruhumdaki eksiklerin birçoğunu halihazırda yalamış olarak karşımdasın ve gülüyoruz seninle. Şayet bir çocuğun dünyaya gelişine edepsiz sıvımla yüzde 67 gibi bir oranla katkıda bulunacaksam, muhtemelen ben seni doğuracağım kontes; içimden bir çocuk, bir kız çocuğu çıkacaksa bu kesinlikle sen olacaksın. Ya da en azından senin gibi asi ve kesik bir şey olmalı."

diyen adam, önce doğur sonra öp beni...
saat 4:38, sahurumu yapmış, 2 bardak suyumu içmiş, oruca niyetlenmiş oturuyorum bilgisayarın karşısında. yine geldi güzel Ramazan. İçim içime sığmıyor Ramazan geldiğinde, pamuklar dolduruyorlar sanki ruhuma puf puf. Bu ramazan bir başka güzel aynı zamanda bir başka zor olacak. malum sıcaklar son noktasnda, sevdiceğimiz uzaklarda, işler başımızdan aşkın, insanlar mutsuz ve gergin. Haliyle zorlaşıyor hayat da.
ama her şeyi silin zihninizden, peki dua etmenin huzuru? biri bunu bana açıklayabilir mi? ramazan'ı dini simgelerden tamamen ayırın 2 dakikalığına. elbet inanmayanlar, anlamayanlar ya da anlamlandoramayanlar vardır bunu. ama ramazan dini bir vecibeden çok bir başbaşa kalma sanatıdır. Allah'la değil, kendinle. 2gün boyunca evde kalıp durmak da bir oruçtur. Sadece yemek yememek değil ki mevzu. sabahın köründe düşünmek, düşmek kendi içine masum masum ve yatmak tekrar usulca. sabah işe / okula / günlük hayata uyanmak ve düşmeye devam etmek kendi içine. acıkmak hayal etmek yemeklerş, sevdiklerine iftara gitmek, oruç tutmasan bile sevdiklerinin iftar telaşları. Ne tatlı şeyler. Ben iftara 2 saat kala sinirlenen gerzekleri de severim. "yaptın bir hayır tut bacağını ayır" derim. Bu ramazan en çok yapmak istediğim şey, sevdiceğimle Sultan Ahmet'e gitmek sanırım, bir de başkalarıyla başka evlerde iftar sofralarına oturmak. evet arzum budur. Şimdiyse ellerimi açıp dua edeceğim. Allah'ım sen dualarımı, sen orucumu kabul et diyeceğim, sevdiceğime bir mesaj atıp işe gitmek için hazırlanacağım.


çok mu iyimserim?


belki.


Ramazandandır.
hiç utanmadan dokunacağım omuzlarına bu sefer. kafa kafaya yattığımızda elime değen elinden tedirgin olup seni rahatsız etmemeye çalıştığımdan mütevellit elini çeken ben, göğsüme bastıracağım seni. yanyana yattığımızda uyumanı izlediğim anların intikamını alacağım. nefesim bitesiye saçlarının arasına gömeceğim yüzümü. boynuna yaslayıp burnumu kokun bitene kadar çekeceğim içime. çekeceğim ki günler sonrasında da kokun kalsın burnumda. seninle sarhoş olacağım, damarlarımda akacaksın ve fonda sadece nefesin olacak, nefesim olacak, nefesin nefesim olacak. bu sefer birleştireceğim auralarımızı. göğsünü göğsüm, tenini tenim bilip yaşayacağım nefesinle. öyle bir sarılacağım ki sana, tüm saçmalıklara inanacaksın. sen ve benden başka her şeyin saçmalığına inanacaksın. sadece beni net göreceksin.
önce kim uyursa, diğeri kahraman olacak sevdiğim. ve önce kim kahraman olursa o kapacak masumiyeti. yaralarını öpeceğim senin, kanayan yerlerini, her bir parmağını öpeceğim, sırtında gezdireceğim ellerimi, yüzümü. sana bulanacağım anlasana. sen olup günaydın diyeceğim sabaha, sen kokacağım, sen olacağım.
sadece sabret.
Ne zaman nerde terkedilen, reddedilen, aldatılan, yalvaran, acı çeken, ağlayan bir kadın görsem aklıma bi kız gelir. Onun acıyı sevişine hayran olurum; acıyla sevişmesine. Aşk hayatında türlü dönemeçlerden geçerken o, ben uzaktan izlerim onu, "üzülme" demem, "kolay mı üzülmemek, üzülmeyeyim lan dediğimde geçecek mi üzülmem" der diye korkarım. Çünkü bilirim ki bunu diyecek. Bugünlerde hoyratlığı üstünde o kızın. Sakin sakin izliyorum. Son acısının üstünden epey zaman geçti, ama o hüznünü acısını yine kucağında uyutarak bakıyor manzaralara. Yanına oturasım geliyor deniz kenarında, sadece yanında olduğumu bilsin diye, oturayım susayım onunla beraber, acılarımız arkadaş olsun oynasın diye, yok diyorum sonra. Ben olsam onun yerinde, yalnızlığı tercih ederdim. Yanlışımdır belki, ben genelde yanlışımdır çünkü. En doğru zamanımda da zaman yanlıştır. O yüzden ne tavsiye ne nasihat veremem ona. Güler aslında çoğunlukla. Güler de gece yattığında sarılır yine acısına. Kimi zaman bir damla gözyaşıyla uyur kimi zaman içi içine sığmaz, heyecanıyla dalar uykuya. "Orospu olduğumu kimseye söyleme" dedi birgün bana. "aramızda kalsın" dedi. Yandan minik gülümseyerek kafamı salladım. Tanıştıracağım onunla sizi yakında.
Bu denli acısına sarılan bir kız daha göremezsiniz. Zaten o hüzün olmasa omuzlarında sevmezdim onu bunca. Mutlu insanlara hayran olmam ben. Bir de çok içini dışını bildiğim insanlara hayran olmam. O kızı bilemedim daha, çözemedim. Ama saçını atışına, minik gülümsemesine, ağzına en az benim kadar yakışan küfürlerine hayran oldum ben.
Onun adı yok şimdilik...
Güneş gibi bi'şey olsa gerek yahut Yıldız. Parlak bir şey olduğu kesin. Acısını bileyim yeter, zaten genelde mutlu bir orospudan fazlası değil.
hani bir kadın ağlar ya, gözyaşları sanki boğazında düğümlenen yumrudan salgılanır. önce yutkunmakta zorluk çeker sonra kaşlarını çatıp dudaklarını büker. ağlamamak için çok geçtir ama artık. yüzünü rahat bırakır, gözleri dolar ve iki gözüne birer damla gözyaşı tırmanır. ama birinden, yalnızca birinde bir damla yaş düşüverir. o minik damla oracıktan çıkar minik minik yol alır üst dudağına doğru. öyle ki yanağındaki allık, musa'nın kızıldeniz'i ikiye ayırması gibi ikiye ayrılır. o allığı yararak iner üst dudağa.
ve kadın tek bir kelime söyler, gözyaşını özgür bırakırcasına. o bir damlacık, kızıldeniz'i ayırmaya gücü yeten bir damlacık iki dudağın arasına girip tekrar bedene karışır. bir sonraki hatada, bir sonraki kırgınlıkta veya kalp ağrısında ortaya çıkmak üzere...

işte hayat böyle bir döngüdür
ve yaşamak güzeldir.

dinlen bir nefes al koynumda
aşkım durulup, yüreğim susunca giderim
uslan gönlüm artık yorulma, yoksun yanımda
hangi masaldan geçelim

yoluma yolundan akıp giderim
yüzüne içinden bakıp eririm
sözünü sesinden tanır bilirim
özüne gözünden akıp gelirim

dinlen bir nefes al koynumda
aşkım durulup, yüreğim susunca giderim
uslan gönlüm artık yorulma, yoksun yanımda
hangi masaldan geçelim...
Ben iyiyim, erdem kimin adı?
:)
hayatta en nefret ettiğim trip "ben böyleyim" tribidir. en sevdiğim kişi yapsa katlanamam. kısacası şöyle;
ben senin için özel olmadığımı anladığım an, sen de özelliğini yitirirsin benim için.
ve ben anladım, sen yitirdin.
tam da dün.
niye hep bırakıp giderler?
niye hep üzerler?
ve niye hep "üzülme diye gittim" derler?
niye?

boşalı-yorum.

ve biz insanlar ahmak ötesi varlıklarız. sırf güneş her sabah doğudan doğdu diye yarın da öyle olacağına inanıyoruz. sırf şimdiye kadar her burnu karıncalandığında hapşurduk diye burnumuz kaşındığında hapşurmaya hazırlanıyoruz. sırf havaya attığım taş defalarca yere düştüğü için ...
boşver daha fazla örnek saymayacağım. her mutsuz biten aşk sonrası akıllanamıyoruz mesela, bir sonrakinin de öyle biteceğine akıl erdiremiyoruz. aşk dedim diye duygusal yaklaşımı kastetmiyorum. hani sevmek, inanmak,güvenmek, destek olmak, güven vermek...
of çok sıkıcıyım evet. şimdiye kadar giden herkese hak verdim, tümünü temize çektim ya. hay ağzımı yüzümü sikeyim ya, ne sikindirik bi insanım ben ya. sen kime ne kattın ki başkasından bekliyorsun be canım.

yayınlamama gerek yok mesela bu yazıyı. ama yayınlıyorum ki, bana yapılanları asla unutmayayım, beni üzenleri.
beni beni bilularını...

şey dicem bir de. sağ gözümle arada olmayan şeyler görüyorum lan. mesela demin de bordo bi kedi geçti sanki.
ay evet bordo napayım? rabbımın hikmetinden sual olmaz.

oldu o zaman, yine gelin. bir şey almadan gelin ayol aşk olsun. evde her şey var.
dsşflaklfşskafsşlfk
kendini tatmin etmekten başka bir şey değil bu.
ediyor musun söylesene, tatmin oluyor musun?
gerçek bir yalansın, gerçek bir yalancısın.
daha lafım yok. daha sana akacak gözyaşım da yok.
beni mutsuz etmelerinin ardından, kahrol sen de.
lime lime olsun etlerin, katranlar otursun boğazına.
uyuyama, uyanama...

beni sorarsan, sikseler bozulmam, vursalar ölmem sen de bunu yaptıktan sonra...
güldüğüme bakma blog, çok fena çok oldum şimdi. anlatacak değilim. ama çok pis kırıldım yine ben ya. çok pis kırıldım, döküldüm. kısa sürdü, ama acıttı bi kere yahu. ve bir kez daha döve sike öğretti hayat. ite kaka, vura dağıta. tükürüğüm kanlı yine sevgili dünya.
ve ben artık emin değilim iyi miyim salak mıyım?
ve yine soruyorum kendime, "neden?" diye.
niye bana bu ceza?

ama ne yapacağım biliyor musunuz? hepinizin inadına her bir kırığımı saklayacağım, her bir çürüğümü, her bir izinizi sizi orospular, her bir kazığınızı şerefsizler...

her biri için bir ağaç dikeceğim ve unutmayacağım asla, affetmeyeceğim de.


"ben hiç haketmedim ki böyle unutuluşu"
çok fazla duygu hakim bugün içime. sabah uyandım, gözümü açtığımda yanımda uzanmış olan mükemmel adama gülümsedim o uyurken. kalkıp hazırlandım ve o adamı öptüm, sonra içeride yatan adamın kapısından bakıp gülümsedim; öpersem uyandırırım diye korktum. çıktım evden yorgun, uykusunu alamamış ama mutlu bir halde. metroda çılgın öksürük krizine girmeseydim gözümden yaş gelene dek, elbet daha iyi olurdu...