omzun diyorum sevgilim...



omzunun kemiği diyorum, omzunun kemiği nasıl içimi kıpırdatıyor
ve saçın diyorum, saçın nasıl sen sen kokuyor...
ve sevgilim, gülüşün diyorum...
gülümsediğinde minik gözlerin kapanıyor ya, sanki tüm yarıklar, tüm yaralar kapanıyor...

sonra sabah oluyor sevgilim, şehirlerimizde sabah oluyor...

karışıyoruz insanların arasına, halk oluyoruz.
ellerimiz cebimizde, insan oluyoruz.
her ayrıldığımızda sanki rüyadan uyanıyoruz.
uyanık olduğumuzda her yer gri ya hani
uzaktan birbirimizi gördüğümüzde sanki gökkuşağı oluyoruz...

omzunun kemiği diyorum, omzunun kemiği nasıl içimi kıpırdatıyor.
sonra bir vapur geliyor, beni omzuna kavuşturuyor.

geziyoruz istanbul sokaklarında... cihangirden kabataşa inen bir yokuştayız, ben sana  bakıyorum. "baba" diyen yerlerim acıyor, sen sarıyorsun...
öpüyorsun...

birinci köprüye bakıyor, ikinci köprüyüyü görüyoruz.
köprüyü gördüğümüzde sanki gökkuşağı oluyoruz...

başkentin sokakları



kar altında yürüdük başkentin sokaklarında seninle. düşmemek için birbirimizi tuta tuta ya da kafalarımıza kar topu ata ata. başka kalplerde ısınıyor ya da ısıtılıyorduk bilemiyorum. yanaklarımız al al olup arkadaşımızın evine geldiğimizde hala gülüyorduk. sonra yatıp uyuduk. sabah olduğunda hala kar vardı. sen gittin. sonrasını hatırlamıyorum.

başkentin sokakları, başkentin ışıkları...
sevgilim, seni bana başkent mi getirdi ya da küçük iskender mi bilemiyorum...

bildiğim tek şey, baş ya da son; her şehrin karını beraber görmemiz gerektiği...

venüs'ün dilberi


En iyi arkadaşım, en sıkı dostum, tek aşkım, en fıtım...
Mutlu yıllar.