bir gizli şarkı

17 gece

durgun haller iteli beni suç ve şüpheye
sordum seni alabora kayıp onyedi geceye
içtim kafam hoş bu gece
içtim yok olmadı başa sar

yükle bu suçu da bana çek bi çetele
çözdün mü beni önü açık onyedi gecede
sana kolaymış desene
yok yok olmadı başa sar...

umut sarıkaya tipi hüzün

al işte bitiyor.şimdi git,yeni biriyle tanışmaya çalış,olmasın,çok çalış ve bi şekilde tanış,ona daha önce anlattığın komik anıları bir daha anlat,çok sevdiğin filmleri bir daha anlat.kendini çok düzgün onun hayatına saygılı biri olarak göster,samimiyet duvarı yıkılana kadar sofra adabına uygun olarak yemeye dikkat et."dur fazla arayıp sormayayım da eskisinde olduğu gibi yüz göz olmayayım" diye düşün,sonra çok ara,hep ara,cebi kapalıysa kıllanıp evden ara.ilişkinin başında kıllandığın adam isimlerini,ilk kavgada yüzüne çarp,onu bütün arkadaşlarından soğutmaya çalış,kendi arkadaşlarının ne kadar süper insanlar olduğunu anlat.dayanamasın,ayrılmak istesin,debelen dur,yeniden süper bir ilişkiniz olacağını anlatarak bir sürü söz ver.insan olduğun için tutama,yeniden kavga çıksın.ayrılmaya karar versin.kim uğraşıcak yok artık valla ben gelemem bu kadar külfete.ne güzel rahattık,niye bitiyor ki...ama yapacak birşey yok işte bitiyor.kendimi düşünüyorum tabii ki...kimi düşünücem,yalnızım artık.

şimdi böyle söyleyince de sanki bütün ilişki boyunca onu düşünmüşüm de artık kendimi düşünmeye başlamışım gibi oldu.ayağım var benim.yürüyorum onunla,kalem yere düşüyor eğilmeden onla alıyorum.iş görüyor yani,hayatı bir ordan.şimdi durum böyleyken neden sevgilimin ayağını ya da başka bir organını kendi ayağımdan çok düşüneyim.neden istiyorlar bunu anlayamıyorum. neyse bunları tartışacak değilim.işte bitiyor,ayağımla başbaşa uzun zamanlar geçirebilirim artık.aslında mutlu olmam lazım.

"nereye oturalım" diye soruyorum."farketmez" diyor sonra bir kafe gösteriyor.hesabı görünce "babayarrroooo" diye bağırmanın elde olmadığı lüks bir kafe.
son buluşmada böyle harcamalara ne gerek var anlamıyorum,herşeyden önce yediğimizden içtiğimizden birşey anlamayacağız ki...yine de giriyoruz.o bir kahve söylüyor yanında browni,küçük çay yokmuş ben de bir kahve istiyorum.daha önce yüzlerce kez konuşulan şeyleri bir daha konuşmaya başlıyoruz.artık ben de inanmıyorum söylediğim yalanlara.eskiden kendi yalanıma inanıp,gözlerim yaşarıyordu. "bu topraklar böyle bir sevda görmedi be" diye düşünürdüm.anlatıyor.pek dinlemiyorum.gözüm tişörtüne takılıyor.ne lan bu? üstümü örtmesi için pamuk ve polyesterle dokunmuş bir kumaş.tasarlamış biri onu.kafamı çıkarayım diye delik yapmış üst tarafına,kollarımı çıkarmam için de iki küçük delik de yana açmış.şimdi ben kafamı bir eşyanın deliğinden çıkarıp nasıl çok ciddi şeyler anlatayım birisine.tosbağa mıyım lan ben.bu ne rezilliktir yarabbi.o bi delikten kafasını çıkarmış beni yargılıyor,ben öbür delikten kafamı çıkarıp onaylıyorum,"aslında sen de haklısın" diyorum. hala inanmıyorum böyle yaptığımıza

sokaktan bir motor geçiyor gürültüden,söylediği çok önemli cümlenin sonunu duyamıyorum.bakakalıyorum giden motorun arkasından."taşıt ne yaa?" diye düşünüyorum.bütün canlılar gibi insanda kendi özgücüyle bir yerden bir yere ayaklarıyla giderken nasıl oldu da taşıta geçmeye karar verdi anlamıyorum.yani o geçiş dönemi nasıl oldu? kendisi çeşitli ihtiyaçları olan bir canlıyken,tıpkı kendisi gibi yemek,içmek,üremek,barınmak vesaire...bilimum ihtiyaçları olan at'ı gördü,"ben buna bineyim de şuraya gideyim" diye nasıl düşündü,bunu nasıl bir mantığa oturttu anlamıyorum.bir canlı başka bir canlıya biniyor ve kimse bunu kimse yadırgamıyor.allah aşkına söyleyin neresi normal bunun.atda nefes alıyor ben de ama ben ona şu anda biniyorum.peki ya atın buna hemen ikna olmasına ne demeli? iki arpaya g.tünü verir bu! bana bundan sonra kimse "at" demesin,at övmesin.

insanın da bu at hususunda hiç ayılmaması,utanıp " lan ne işin var canlının üstünde salayım gitsin,canlıyı,ayıptır" dememesi,bu durumu normalleştirmesi de ayrı rezillik.zaten herşeyi normalleştiriyor.g.tune koyduğumun insanları.kumaştan kafayı çıkar normal,hayvana bin normal.bu arada bülent ortagil de "normal" ile "anormal" arasındaki kafiye uyumunun mal bulmuş gibi bulunca sevinip "normal...normal...peki,beeeeeen miyim anormallll?" diye şarkı yaptığında ne sevinmiştir di mi sevgili okurlar? çıplak ayaklarımı birbirine vurup,ayaklarıyla alkış tutarak çok aşırı sevinmiş olabilir bu bu kafiyeleri bulduğunda.bilmem,ilgilenemem de...

brownisinden bir çatal alıp bıraktı.garson tabağı gösterip "devam ediyor musunuz" dedi, "evet" dedim.insanız yalan söylüyoruz haliyle? birçok yalan söylemişimdir ilişki süresince,uzun bir ilişki dönemi yaşadık,her zaman çok sevmemişimdir de,arada bir sıkılıp,başka kızları istemişimdir,hatta aldatmışımdır denk düştüğünde kim bilir? aynı şeyler onun için de geçerli olabilir.ama aldatmamıştır lan,ben aldatılacak adam değilim.

neyse bütün bunlar olurken ayrılma kaçınılmazken neden hala ilişki süresince çok sevdiğimizi,hiç yalan söylemediğimizi niye söylüyoruz ki birbirimize.belki ilerde terkar bir dönüşüm olur,bundan sonraki ilişkisi bitince aslında en iyisi umut'tu diye geri dönsün intibası bırakmak için mi acaba.ya da masalsı bir tad bırakmak için mi eski sevgilinin üstünde.nedir bu kahraman olma özlemi? bilemem,ilgilenemem de...ben sadece daha önceki ilişkilerimde olduğu gibi ona hiç yalan söylemediğimi,onu hiç aldatmadığımı söylerim.bir de hep seveceğimi eklerim.zaten normali bu.yoksa ayrılırken bıraktığı için birinin ecdadına küfür etmek insanlar için anlamsız bir hareket.

sonuç olarak işte bitti dostlarım.herşey için teşekkür edip,tıpkı bir asil gibi kalktı gitti.browniyi paket yaptırıp ardından ben de çıktım.aynı istikamette olduğu için evlerimiz ve o yavaş yürüdüğü için on dakka sonra hemen iki adım arkasında yürüdüm."dur paketle görmesin" diye düşünerek adımlarımı yavaşlattım...baktım olacak gibi değil,karşı kaldırıma geçip depar attım.ben onun kahramanı olamadım.

18 haziran 2008

umut sarıkaya - uykusuz

VISA vol.Mabel

yeşilköy taksim otobüsü 1.70 TL
bakkalda marlboro menthol 7 TL
taksim yeşilköy dolmuşu 4 TL
Mabel'le taze demlenmiş çay ile sohbet etmenin keyfine paha biçilemez!

dün gece yalnızdım. sabah saat 4'te çok az tanıdığım bir kız bana geldi. bildiğin geldi, kapıyı çaldı. bir telefon bile etmemişti. açtım kapıyı, hafif utangaçtı, çok sarhoştu. "eve gidemedim" dedi. "tamam" dedim. salona yatağını yaptım, pijama verdim, "iyi geceler" dedim. yatağa geri döndüm. sabah ben uyanmadan gitmişti. geride içilmiş bir sigara izmariti, giydiği pijamalar, topladığı yatak parçaları kalmıştı. giderken benim sigaramı da götürmüş. "bari bir iki tane bıraksaydın" dedim içimden. başka da bişey demedim sonrasında ne ona ne akabinde.
bu da böyle bir anımdır.
senin şimdi ona her güzel oluşunla,
solar her gülen karemiz saf umutla.
fazla bir şey sorma,
her şey senden önce nasıl durgun nasıl boşta öyle yine...


tacettin ecevit


25.10.2010/02:12
ben bütün yıldızları yerlerinde sevdim, onlarsa hep bana kaydılar!
bir sürü insan girer çıkar hayatıma. girer, çıkar, girer, çıkar, bazen çıkmaz, çıkartmam.bazen giremez, sokmam. ama bir şekilde varız bir sürü insanın hayatında ve var hayatımızda bir sürü insan.
iyi kötü akıllı ahmak fark etmez ki.
neler neler yaşıyoruz. "neden" diye sormak en saçması ama en revaçta olanı. "nasıl, kim" diye giden.
ama benim en merak ettiğim, aslında kaç şişede kayboluruz tüm hayatımız boyunca ve kimler kimlerin 31 nesnesidir şu dünyada kendini tatmin eden...
sakın!
sakın sakın beni yargılama sakın.
içinde benim olduğum ve senin yapacağın son şey bu olsun.
buna hiç hakkın yok.
beni yargılama hakkını sen, geçmiş zaman önce kendi ellerinle bana teslim ettin.
ben seni yargılamazken, tek bir kötü şey düşünmezken...
sakın!
hergün düzenli olarak bir daha hayatıma girmemeni diliyorum.
...ve hergün düzenli olarak hayatımda olmayışına ağlıyorum!
"bir şakam var, sen hariç kimse gülmez."

çaresiz

çok acayip ya, hayat çok acayip. yani şu an ifade edemem kimseye içinde bulunduğum, daha doğrusu içine düştüğüm durumu ifade edebilecek güçte değilim. hiç istemediğim ve asla istemeyeceğim bir duruma çekildim adeta ve çeken kişi kimse değildi. kimsenin suçu yok mu desem ne desem bilemedim. çok çok sevdiğim bir insana karşı duygusal davranarak üzülmesine sebep oldum desem, belki biraz açıklaycı olurum. dün sabah aldığım mesajı okuduğum ilk andan beri tırnaklarımı ısırıyorum aklıma geldikçe.
aslında mantıklı davranabilseydik, rahattık şu an. ama anlamıyorum ben, anlamıyorum insan ilişkilerini. akıl mı kalp mi bilemiyorum. filmlerde hep kalbinin sesini dinleyenler mutlu oluyor. e sikerler böyle düzeni.
sen kalk otur sohbet et, konuşulmamış her şeyi konuş, keyifli vakit geçir, eğlen kudur. kafan iyice rahat etsin, may neym iz örl ol, sonra sabahın 5buçuğunda kimbilir ne hüzünle, ne acıyla veya sıkıntıyla atılmış bir mesajı oku, sıkıl daral, öl öl diril.
hay sikeyim ya, bana ne demem lazım, diyemiyorum işte. denmiyor.
ve elimden bir şey de gelmiyor.
yazmıcam amına koyim ya, yazmıcam!
"sırtımdaki kambura aşığım; ama dik durmak istiyorum artık!!!"



hoş...

Peki vol. Bükem

Peki benim galeyana gelip, kızları da galeyana getirme çabam?
Peki benim sadece Bükem'i kandırabilmiş olmam?
Peki Bükem'in parfümünün Bambi'nin kolonyalı mendili gibi kokması?
Peki Dolores'in "meğersem" holigan olması?
Peki Küçük Beyoğlunda içinde yüzlerce lira olan kartımın bakiye vermemesi?
Peki Bükem'le 1 tl için çanta karıştırmamız?
Peki Bükem'in "boşver kızım 75tl hesap ödedim" diye övünmesi.
Peki şat içmeye Arasta'ya gitmemiz?
Peki "amaan çarpmadı bee" derken bir yandan da "abi iyi ki varsın lan amına koyim" triplerine bağlamamız?
Peki peyote'de otururken sürekli gülmemiz?
Peki Dolores'in Peyote'den içeri "hoyloyloy loy beşikaaaaşşK" diye girmesi ve bizim ona 15 dakika gülmemiz?
Peki her şeye 15 dakika gülmemiz?
Peki Dolores'in tribünde alkol takası yapması?
Peki benim tuvalete gitmem?
Peki benim tuvalete gitmem?
Peki benim tuvalete gitmem?
Peki benim tuvalete gitmem?
Peki benim tuvalete gitmem?
Peki benim tuvalete gitmem?
Peki Bükem'in düşen ama asla kaybolmayan inci küpeleri?
Peki Dolores'in "her zamanki gibi" buna hiç şaşırmaması?
Peki benim tuvaletten gelir gelmez Dacar'ı arayıp dalga geçmem?
Peki Bükem'in sol elini kaldırıp, "artık sol" demesi?
Peki Bükem'in Fernando Jose Altamiano olması?
Peki Peyote'den çıkarken Bükem'in merdivenleri uçarak inmesi?
Peki çıkınca Nevizade'de "ah ah vah vah ben bu hallere düşecek kadın mıydım" diyerek yürümesi?
Peki Bükem'in BERGEN olması?
Peki benim gülmekten yere oturup kalmam?
Peki ben otururken birilerinin bana elma atması ve bunu Dolores söylediğinde fark etmem?
Peki elmaya " heaa tutturamadın ki" dedikten 1 dakika sonra kaşımda bir incir patlaması?
Peki benim kaşımda patlayan inciri, Dolores söyledikten sonra algılamam?
Peki kaşımda patlayan incire "bak bu sefer tuttu" diye karşılık vermem?
Peki bok varmışçasına Joker'e gitmemiz?
Peki benim orda çat çat şat yapmam ama biri için içerken sinir olup yudum yudum içmem?
Peki her boka içmemiz?
Peki taksiyle pazarlık yapmam?
Peki Ayşe Teyze?
Peki Ayşe teyze sen ne yani, ömrüm gitti be kadın.
Peki benim Ayşe teyzeyi görünce kaçmam?
Peki taksicinin TSM çalması ve benim, "abi ne yaptın şimdi yeaaa" diyerek eşlik etmem?
Peki eve gelip "anecim seni çok seviyoreee" triplerine girmem ve annemin beni sallamaması?
Peki ben kusarken annemin, "hiç bir şey çıkmadı, aç karınla içmeyin kızım" demesi ve ardından "piç" diye eklemesi?
Peki ben?
ben ne yani?
ne zaman akıllanacağım, ne zaman durulacağım?
bilmem :)
güzel böyle her şey.
hayattan çalıyorum :)
şimdiyse ofiste bayılmak üzereyim...
hayat güzel...


epey geç gelen edit: Peki Peyote'nin tuvalet camlarının buğu CAM olması? Şimdi geldi aklıma lan :P


ertesi gün pekisi;
peki bükem'in kaşımda patlayan inciri hatırlaması ama düştüğümüzü hatırlamaması?

öyle çok şey var ki içimde...



- ya bilu bu şarkıları nerden buluyorsun sen?
- ne bileyim, onlar beni buluyor.
- nasıl buluyor abi?
- ne bileyim buluyor işte.








ne dinliyordum da söyledi kuzenim bunu bana? seni görmem imkansız - en gizli.mp3 ve evet bu grubu nerden bulduğumu bilmiyorum. muhtemelen lastfm. herneyse. bugün birine, bir şeye çok ihtiyacım var. kimdir nedir bilmiyorum. bir eksiklik var. hani kimseyi düşünmeden yalnız hissediyorum kendimi gibi ya da öyle bir şey işte.
"...ada'nın sevişmek için tuna'yı çekeleyerek evine götürdüğü - aslında ada bu davranışıyla asla sevişemeyeceklerini, hatta öpüşemeyeceklerini, hatta ve hatta asla bir araya gelip mutlu bir ilişki yaratamayacaklarını kanıtlamaya çalışmak istemektedir - zaman tuna'nın gözlerinin ada'nın evindeki ufak kırmızı ışıklara takılması beni çok etkilemişti. kahve makinesi çalıştırıldığında yanan kırmızı ışık, müzik seti açıldığı zaman yanan kırmızı ışık, kapalı olmasına rağmen tuna'nın fark ettiği tv üzerindeki kırmızı nokta ışık...

aslında çok güzel bir metafordur bu ışıklar. kitaptaki karakterlere "dur" demek isterler. "sakın yapmayın, yaptığınızda elinizde olan şeyleri de kaybedeceksiniz.."

tıpkı kırmızı ışıkta durmayıp geçen bir arabanın başına gelebilecek şeyler gibi..."

şurdan çaldım...

bilmem, birden dokunuverdi...

şu an anlatılmaz duygular içerisindeyim.
"mutluyum, mutluyuz" demek en yakını.
bir de huzur katın içine ve lütfen biraz da güven.
kendim için istiyorsam namerdim amına koyim.
hepsi Işık ve Yastık için.
yerler!!!!!!111birbirbir!!!1111
...
ve şimdi biz birer mumuz bu gece.
içine içine yanan
etrafa huzur saçan.
çok güzelim.
çok güzelsin.
çok güzel.
çok güzeliz.
çok güzelsiniz
!!!
tatlı bir öğlen uykusunda aklıma geldin. güzel dudaklarının nasıl da aslında bedenimin jileti olduğunu hatırladım. gözlerimi, dudaklarımı, omuzlarımı, dirseklerimi, boynumu, tutkumu, aşkımı, sevgimi nasıl lime lime edip beni kana buladığını, benim de bu bulanmadan sapıkça zevk almamı.
ah ne biçim de zevk alıyordum ruhumu zedelemenden gizli gizli. burda gizli olan hem senin gizlice zedelemenden hem de gizlice zevk almamdan kaynaklanıyor. gidişinin ardından tek korkum "şimdi beni kim lime lime edecek" oldu. Beni terketmen için dualar ettiğimi hatırlıyorum hayal meyal de olsa. gitse de depresyondan önceki son çıkışa dek hızla düşsem, sonra da sağa sinyal verip depresona kahkahayla el sallasam diye.


peki sen ne yaptın?
orospu olduğunu herkese söyledin mi?
orospu olduğumu herkese söyledin mi?
yoksa sırrımız orospuluklarımız olarak kalacak mı?


sırf kimse bakmayayım diye gözlerimi öptün değil mi, sırf sırtımı öpmesinler diye öptün sırtımı ve beni sevmesinler diye kalbimi öptün sen. bencilce ve adice. tam bir aşık gibi.
ama öptüler beni.
lime lime etmeden, pansuman tadında.


şimdi sen caddelerde başkalarına bur bıyıklarını ya da başkalarına arala bacaklarını nemli yataklarda.
ben öptüğün yerlerde bağlayan kabuklara şekiller atfediyorum. "Balon" diyorum "çocuk" diyorum.


şimdiyse sen, sakın ama sakın!!!






ardından biraz beklemem gerekse de
bir tutam jehan
bir tutam cem adrian
bir tutam pişmanlık
göz kararı gözyaşı.


afiyet olsun sana, ölümü afiyetle yiyebilirsin.
alice: sensiz nasıl yaşarım bilmiyorum.
dana: yaşarsın.


yaşadı da. hatta dana'ya göre epey gerçek manada yaşadı yani.
yaşanıyor lan. kastırmamak lazım.
sonra ne mi oldu?
bu konuşmanın 7buçuk ay sonrasında alice dana'ya meyvesuyu hazırlarken, dana 20 saniye sonra hayatının en zor dönemini paylaşmak üzere "aliceeee" diye sesleniyordu.
dana yavaşça yok olurken, alice de onunla yok oluyordu.
"senin için ölürüm",
"seninle ölürüm" demek bu muydu acaba?


neyse moral bozmayacağım. her şey enteresan bir şekilde ilerliyor.
dün gece ne biçim de içtim yine. Avlu'ya da kustum bu arada. Dünyada gidip de kusmadığım hiçbir yer bırakmama konusunda emin adımlarla ilerliyorum. Çok özel ve güzel bir yerde çok uzun zamandan beri görmediğim Tanrı idesinden -bence- bolca pay almış biriyleydim. Hiç olmadığı kadar mükemmeldi her şey. Sonra sabah oldu.
Uyandığımda gülümsememi sağlayan güzel insan, iyi ki varsın...
şimdi ben 3 kez "küçük prens" diyeyim, akabinde küçük prens gelsin. bana desin ki "beni evcilleştir". "hay hay" diyeyim, "beni evcilleştir ki, bir tek senin ayak seslerini tanıyayım" desin, dizimde uyusun.


teşekkürler dolores.


"şimdi ona her güzel oluşunda solar her gülen karemiz saf umutla."

teşekkürler emre


bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi
bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir.
onu bana verseler, vermeseler ne yazar,
ben bir kadın sevdim ki, evim artık gül kokar...


teşekkürler mabel...
çırılçıplak yattığında sıcaktan,
beni kalbinde sakla, sakın beni.
şimdilerde hayat, bir soba üzerine bırakılmış mandalina kabuğu kokusunda...

by Nazlı'm...

İstanbul'da Sonbahar



08.10.2009'da yediğim bir bokun acısını böylesine midemde, böylesine soluksuz kalırcasına hissetmeyi hiç beklemiyordum.
nefesim kesildi.
yağmur başladı.
İstanbul'da yağmur yağmayalı olmuştu epey.
içime yağdı.
çok tuhaftı.
seninle görecektik hani...
şimdiyse, sen varmış gibi. Hiç gelmemiş ve hiç gitmemiş gibi.

ah burda olsan, çok güzel hala
İstanbul'da sonbahar...

bugün sabahından itibaren huzurlu ve mutlu geçti. acılarım, dertlerim vardı elbet. ama 15 gündür üzerime sinmiş olan ölü toprağı, gırtlağıma yapışmış sis bulutu, gözlerime birikmiş damlalar ve benzeri aşk kırıntıları bir an için omzumda yük olmaktan çıktı. tam da değil ama çıktı birkaç saatliğine de olsa.
sabah mükemmel bi şarkıyla tanıştım. ardından yemeğe nazlı geldi ve kötü de olsa ellerimle prenses patates yaptım ona. evet dağıldılar ama tadı güzeldi tamam mı!!
tüm gün konuştuk sohbet ettik, dedikodu yaptık, üzüldük, sevindik, güldük vs.
akşam çıktık taksime, o eve döndü ve can geldi. onunla avlu'ya attık kendimizi. ardından emre mabel, mabel'in arkadaşları, doğum günü pastası ve ece. Ne tatlı bir ortam oldu anlatamam ki. Muhteşembırdı. Aslında hep gönül yaraları, dertler tasalar konuştuk. Ama mutluyduk işte. biz vardık, birbirimiz vardık.
ordan park'a gittik, salıncak, kaydırak, tahtravelli derken şen kahkahalar attık. gittikçe daha da büyüyorum sanırım, hem de enine. 3 erkeği de kaldırdım. ayrı ayrı da tek tek de :) hazin bir şey :P
ardından deniz ve dolores geldi. biz avluya döndük atos portos aramis ve bendeniz, dartanyan olarak. ama bi ağırlık geldi bi hüzün vurdu sanki bzi. gerçi ben piçlik yapmadım değil can'a. zihnine göt fikirler sokmadım değil. ordan çişimizi yapmaya eve gittik, ordan dağıldık.


ı-ıh, can'la kopamadık. anlatcaklarımız konuşcaklarımız vardı. aynı anda "abi gitmesek bi yerde otursak" dedik. yaheyyaaaa diye sevindik ve vurduk kendimizi cihangir sokaklarına, güle oynaya, sırıta somurta önce yemek yedik ki benim sahurum oldu :) ezmeyi de bi yedim ki. ordan tünele gittiğimizde sanırım saat 2:30 falandı. çılgınca çay ve su içip birbirimize aktık can'la.* tatlı tatlı muhabbet ederken, sokakta bir kadının bas bas bağırmasıyla gerildik. neyse 7'ydi ordan kalktığımızda, meydanda foto çekilmedik değil :)
sonra da eve işte.
öpüyorum, hayat sevince güzel.


ps 1: adı geçen tüm güzel insanlar, sizi seviyorum.
ps 2: gece boyu adı geçen birçok insanı da seviyorum.
ps 3: Evet can, ben de orospuyum, hangimiz değiliz ki :)
ps 4: ay lav itali ;)
ps 5: "bilmişlik yapmak istemiyorum" cümlemden ben bile sıkıldım, kusura bakma.
ps 6:sahur için bana su getiren amcayı Allah hep korusun.
ps 7: sadece sevmek yetmez.
ps 8: o yastığa hep ışık vursun emi, hep aydınlık olsun.
ps 9: San fransisco hayalimiz gerçek olsun, türkiyede de olsa olur.
ps 10: güzel bir pazar sabahı, Allahım bana sabır ver.


* Bu bambaşka ve upuzun bir yazının konusu...
peki erica jennings
peki it's a lovely day
peki nasıl huzurlu bir sabah bu sabah?

fooooo loooooov
fooooo loooooov
çeşmim, çarem, çarmıhım
cümlen kopkoyu bir bıçak sırtında yana yana sevişmeye benzer
sihrim, sahim, sarhoşluğum
hücren kan kırmızı bir güneş batımında üşüyerek sevişmeye benzer.


nasıl, nasıl olur bu?
bir insan, başka bir insanın nasıl olur da hem çaresi hem çarmıhı olur?
olur bence.

ah Mabel ah!