Sevgili Noel Baba...


Mektubuma sana gerçekten inandığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Sen varsın biliyorum. Herkes gidecek ama sen her yılbaşı var olacaksın biliyorum.

Geçen yılım gayet keyifli geçti. Bunda senin olduğu kadar benim de emeğim var, bu nedenle fazla şımarmaman gerektiğini düşünüyorum. Ama yine de yakıştırıyorum sana şımarmayı.
Geyiklerin nasıllar, sev onları benim için gıdılarından.

Eski yıl çok heyecanlı ve kalabalık geçti sahiden. Şöyle bir arkama baktığımda gerçekten de çok üzücü şeyler yaşamadığımı, beni üzen kişi ve olayları da aslında yine de iyi yönleriyle hatırladığımı fark ediyorum. Yeni yıldan beklentin nedir dersen, çok öyle aman aman çılgınca dileklerim yok. Ama gönül meselelerinde 2010'da olduğu kadar yorulmayayım istiyorum. Her şeyi çok fazla düşünmemek ve kafa yormamak istiyorum. Biraz gelişine vurmak istiyorum artık, topu göğsümde yumuşatmak istemiyorum. İş meselelerinde akrep burcu yanım ortaya çıkmaya devam etsin istiyorum. Tam bir sürtük gibi işimi yapayım istiyorum. Arkadaşlarıma gelince, kalbimdeki ve aklımdaki isimler hiç gitmesin istiyorum. Beni aramasınlar sormasınlar ama arayabileceklerini bilsinler istiyorum, arayabileceğimi bileyim istiyorum.
Evet çok para istiyorum. Yapmayı istediğim bir şeyi yapamıyorsam bu parasızlıktan olmasın mesela, keyfi olsun istiyorum.
Yeni şehirler göreyim, ankaraya yine gideyim, ama bu sefer antalya'ya da gideyim, eskişehirde de içeyim istiyorum. istanbul'da da hiç gitmediğim yerlere gideyim, şehrimin değerini bileyim istiyorum.
konser konser gezeyim, geceleri gittiğim yerlerde birileriyle tanışayım, kaynaşayım, ertesi gün hatırlamayayım isityorum.
aşk, para, pul, sağlık, huzur...
hepsini arsızca istiyorum ve benim olacaklar zaten. sadece Sevgili Noel Baba, sadece sen de bil istedim...

Seni seviyorum...
tezimi yetiştiremedim bu döneme. tarihi erkene almışlar. ben de pek bi bok yapmamıştım, bu haftalarda yapacaktım. yapmadım.
onun yerine saatlerce içtim arkadaşlarımla.
ankaraya gittim dağıttım bir güzel.
tez yazmak yerine eğlendim çılgınca.
kakır kikir güldüm.
dertleştim, sarılıp ağladım canlarımla ciğerlerimle.
filmler izledim, seviştim tez yazmam gereken bir çok anda.
saatlerce msn muhabbetlerinde meze oldum kahkaha sofralarına.
kediler sevdim, yemekler yaptım sevdiklerime...

sonra sıkışınca yazdım bir şeyler, ama yakışmadı.
bir de azar işittim hocadan. "benim çalışma stilim bu değil" dedi. "boşuna uğraşma" dedi.
kaldım, kendimi savunamadım bile.
2. döneme kaldı tezim. sikindirik bir tez için 400 tl harç vereceğim tekrar.
olsun...
yukarıda yazdığım şeylerin bedeli 400 tl + bir profesörden azar işitmekse.
olsun lan.
olsun amına koyim.
hani cidden sefam olsun.

yok kendini avutmak değil bu, yanlış anlaşılmasın.
ama sikerler lan. sikerler yani...
iyi ki yapmışım!
"Arka odada ütü yapıp
Buharını burnuna çeken kadını,
Mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
Gözyaşını kabuklara saklayan Mari’yi
Kocasıyla artık sevişemediği için
Kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen Servi’yi
Düşündükçe
Ölüvermişim…

dün
Böylece bitmiş yani,
Birdenbire"

içime dokundu be...
tamamı burada.

aBİ-SİKTİRGİT!


asşlkfagkdgşlakaş
ya nefret ediyorum bu şekilde aşık olmaktan.
bu herife sinir oluyorum -pis Karev- ve lanet olsun ki, bunun birazcık kısa boylusuna aşık oldum. kalbim attı lan lanet olsun!!!!

oysa beyaz atlı prensim değil prensesim olan Sara Ramirez olmalıydı yahu!
ya hu!
huuuuuuuuuuuuu!!!
çok yorgunum. yorgunluk abdesiyim. bir o kadar da mutlu. ay dün gece neler yaptım lan ben :D aaaa azıttım şerefsizim azıttım. o şapka beni sahiden değiştirmiş olabilir. kızın adı neydi?
zeynep?
denek?
denep?
deynep?...

vs?

hangisi yıldız demekse o işte. güzel gece... bir süre uslu durmak gerek .)


fonda: sehacan - kazanova.mp3
sevgilim gitti, o gitti.

keşke hasta olsa.

Deniz'e dedim, "şunu izle, izle ve yıkıl." Sık sık ağzını burnunu kıracak şarkılar ve klipler yollardım ona, ama bu farklıydı. bu bambaşka bir hissiyat yaşatacaktı ona. sonra ben de 9 kere falan izledim. Dacar bir mail atmış. verecek cevap bulamadım ve ona da yolladım, "al izle, her zaman arkandayım" dedim. çünkü biliyordum. aşk acıtırdı, aşk delirtirdi, aşk kanına kemiklerden girerdi. sızlayan yer göğüs ya da mide değil,tüm beden olurdu. çok çok iyi biliyordum. çok büyük bir aşk yaşadığımdan değil; çok güzel aşklar yaşadığım için. her izlediğimde 5 dakikanın sonunda içimde bir taş büyüdü.

"evet insanlar ölüyor ama sevgilim de beni terketti" diye bir cümle kulaklarımda, dudaklarımda ve tam da içimde yankılanıyordu. "keşke hasta olsa, hasta olsa onu ziyarete giderdim ve biz yine birbirimizi severdik".

çok tutkulu, çok zararlı bir sevme şekli. hatırlıyorum, geçmişte aşık olduğuma inandığım biri için kendi kendime şu bencil ve hastalıklı cümleyi kurmuştum: "madem benimle olmuyor, inşallah ölür. benimle olmayacaksa, sevgilim olmayacaksa inşallah ölür." belki de birçok kez kurmuşumdur benzer cümleleri. yani diyordum ki, o benimle olmayacaksa, bunun sebebi onun hiç olmaması olmalıydı. biri bana onu sorduğunda ayrıldık veya beraber olamadık demek yerine, "öldü yoksa çok mutluyduk biz" demeyi tercih ediyordum. sağlıklı bir sevme şekli olmadığı çok alikar elbet. ben böyle sevilsem korkarım ve kendimi piç gibi hissederim. "kalbimi sikeyim lan" derim. herkes ölebilir, onu herkese değişebilirim. yo yo, hiç sağlıklı değil. şu an kimse için öyle düşünmüyorum. düşündüğüm hiçbir kişinin de bunu haketmediğini düşünüyorum.

"hastalık yayılıyor, depresyon yayılıyor, DEPRESYONUM YAYILIYOR!!" Hiç depresyona girmedim. Allah sokmasın. zor zamanlar geçirdiğim, günlerce halıdaki ilmekleri saydığım, ağlarken uyuyakaldığım, içmekten komalık olduğum zamanlar oldu. ama hep sevdiğimle olmak istedim, hiç ölmek istemedim. hiç antidepresanlara sığınmadım. bunun en büyük sebebi de beni iyi hissettiren her şeye bağlanmak gibi bir huyum olmasıydı ve anti depresan beni iyi hssettirecekse ona aşık olmalıydım mutlaka. bir keresinde begüm demişti, "bilu iyi değilsin bir doktora git" o an yüzümü ateş bastığını hatırlıyorum ve o gece dışarı çıkıp eğlenmiştim. sonra mutsuz eden sebebi de sevmeye başlamıştım. falan filan....

sevgilim...
o gitti...
daha acı verici bir şey düşünemiyorum.
hayır hayır, o gitti, gitti... derin derin nefes al...
burnundan al, ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al, 10,9,8,7,6,5,4,3,2,1
o gitti.
hastalık, televizyon, bugün 7 kişi öldü.
olabilir dedim içimden, olabilir. insanlar ölür, doğanın dengesi bu. ama insanlar birbirini terkedemez. Eder. Ama birdenbire etmez.
Siz ölüyor olabiliriniz ama sevgilim de beni terketti.
...
sevgilim... onun için endişelenmiştim, "ya hastalığı kaparsa" diye.
keşke hasta olsaydı.
hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim. elini tutardım, bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimizi çok severdik.
keşke hasta olsa.
...
ben kötü biri değilim.
hayır hayır, o gitti.
derin derin nefes al... burnundan al, ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al, 10,9,8,7,6,5,4,3,2,1
iyiyim, ben çok iyiyim, ben iyi biriyim.
o gitti
sadece uyuyamıyorum.



vicdan filmleri: 10, 9 , 8...
ben tümünü izlemenizi öneririm, farklı zamanlarda, sindire sindire...
hangi yaşta olursam olayım "sıçmazsam öleceğim lan" diye mesaj atabileceğim,
beni herkesten çok ağlatsa da yanına kıvrılıp yatabileceğim,
beni bu kadar çok ağlatmasına gücenmeden katlanabileceğim,
her şeyi anlatmasam da, her şeyi anlatabileceğimi bildiğim,
birbirimize 1 tl'nin lafını yapıyorken, aslında sadece birbirimiz için çalıştığımızı bildiğim,
saçlarının dökülmesine benim üzüntülerimin de sebep olduğu,
dolaplarını her zaman karıştıracağım,
ama asla dolaplarımı karıştırmayacağını bildiğim,
bana şiddet uyguladığı günlere rağmen sevdiğim,
elime fırsat geçtiğinde bile kıyamadığım,
aslında nefret ettiğim bir kişilik tipi olmasına rağmen taptığım,
yolda tanımamazlıktan gelip akşam aynı sofraya oturduğum,
bana karşı böylesine acımasız olmasına rağmen hep affettiğim,
bana karşı böylesine şefkatli olmasına rağmen kötüleyebildiğim,
burada yazmadığım, yazamadığım bir çok iyi şeyi bana yaşatmasına rağmen kıymetini zaman zaman bilemediğim,
burada yazmadığım, yazamadığım bir çok kötü şeyi bana yaşatmasına rağmen ağzını burnunu dağıtmadığım

tek bir adam var bu hayatta.
bugün abim izne geliyor askerden...


kıpır kıpır içim. görüşmeyeli çok oldu, saçlarımı kesitrdiğimden bile haberi yok. ben bu kadar sevgi ve özlemle onu anıyorken, o beni görüp "saçların iğrenç lan, ilhan mansız'a benzemişsin" diyecek, "napıyorsun lan şişko" diyecek. ben sabırla gülümseyeceğim.
çok özledim...
bu resim ya da fotoğraf...
ne derseniz deyiniz...
bana beni hatırlattı.
geçmiş zamanın benini...
içim acıdı o zamanki saflığıma.
sonra öptüm yaralarımı bir bir.
tıpkı senin öpmediğin gibi.
tıpkı daha da fazla açtığın gibi.
yaralanan her yerimin üstüne elimi koyup sana göstermek istemeyişim, dün gibi...

ama ne var biliyor musun?
şu an dinlediğim bir şarkı var...
şöyle diyor;

"Wanna feel my heart break if it must break in your jaws "

anlatabildim mi?
sen anlayabildin mi?

bu kadar..
hadi adam, hadi...
yine öp kırıklıklarımı, yine öp sıcaklıklarımı
yine gül gözlerime...
hadi adam hadi...

fonda:Songs: Ohia - Lioness

Allah canımı alsın ki çok mükemmel bir insanım lan ben!


Selam naber?
iyi iyi sağol. ben mesela, övünmek gibi olmasın çok mükemmel bir insanımdır. vallahi kendimi yolda görsem ilk görüşte aşık olurum örneğin. diyelim ki ilk görüşte fark edemedim kendimi -ki böyle bir şeye imkan yok- 2. görüşte mutlaka kendime tutulurum. "ulan sen ne güzel şeysin lan" derim. bildiğin laf atarım ulan. "bu karıyla kesin sevişmem lazım", ben beni tanısam kendime veririm. herkes beni sever. sevecek tabi lan. mükemmelim işte, ötesi yok. Bir de ben aslan burcuyum ve yükselenim de akrep.


yukarıda söylediğim her şeye ben inanıyorum a dostlar. siz inanmayın. sadece son cümle bilimsel bir gerçek. belki bilimsel değildir ayol, genel geçer bir gerçek diyelim.

şimdi ne yapıyoruz, her şeyi siliyoruz zihnimizden. yok lan. silemiyorum. rüya mıydı lan tüm bunlar? yoksa gerçek miydi? uzun uzun anlatmak istemiyorum. size ne sevinçlerimden, hüzünlerimden, kahkahalarımdan... yok lan şaka, merak etmeseniz de ben anlatıyorum zaten. sırf hatırlamak için söyleyeceklerim var, yazacaklarım var buraya.
ben bu hafta sonu bir rüya gördüm, çok güzeldi. güzel, masum, samimi, sıcacık ve oldukça gay :)
rüyamın içinde bir rüya görerek başladım rüyama. kahkahalarla uyandığım rüyamda emre vardı. sonra sahiden uyandım.
sıcak bir kucak vardı, gülümseyen gözlerle.
sonra durmadan "hadi bilu" diye mesaj atan bir minik vardı.
sonra "la milli kütüphane tarafı mı la" diyen bir piç vardı.
sonra "ay billur, söyler misin kim haklııııııııığ" ve "o kız burada yok" diyen bilmiş esmer güzeli adam var. (kaşlarına vurulduğum)
sonra "seni çok özledim, geldim, seni bekliyorum" dediğimde bana inanmayıp "hadi lan" diyerek sevinçle yanıma gelen adam var.
sonra bir kafe dolusu, beni tanımadan sevmeye kendini hazırlamış insanlar var, herkes bir yana Fuat var ulan.
sonra gay bara, gayet hetero ve gayet masum olarak girip, orada hetero bir adam bulan bir kaltak var.
sonra dün yediğim hurmalar var bugün götümü tırmalayan, ama yine de beni kahkahaya boğan.

işte tüm bunların yanında, sevgi var, özlem var, hassasiyetler var, unutkanlıklar var, umutlar, hayaller, paylaşımlar, "hadi en kötü günümüz böyle olsun"lar var, sarhoşluklar var, sucuklu yumurtalar, salçalı tavuklar, çilekli çaylar, bol yağlı tantuniler, bardaklarca sütlü kahveler, "ama biz seni göremiyoruz hiç" diyen anneler, anneanneler var, "yine gel lan" diyen adamlar, "seni seviyorum" diyen bir sürü adam var, benimle delice dans edip "götooooş" diye bağıranlar var, bana sarılıp ağlayan güzel kadınlar var, bana sarılıp yatan ve bana "her gece senin için dualar ediyorum" diyerek beni de ağlatan kadınlar var.

bambaşka bir şehirde, bambaşka bir kokuda, bambaşka bir havada, bambaşka soluklarda mutu oldum ben. şimdi kırık içim biraz, kalbim buruk...
o 3 gün mü rüyaydı, şimdi mi rüya?
yaşandı mı lan tüm bu güzellikler? rüyada mı kaldı, neydi bu?
öyle güzel bir yüz ifadesiyle yazıyorum ki bunları...

ve İstanbul sen benim kadınımsın, sen benim kahramanımsın İstanbul. Sen benim tek aşkımsın. Seni o kadar çok seviyorum ki, sen Ankara'yı Ankara yapansın...
tam 100 senelik bir hasretin üzerine geldin sevgilim.
sevgilim, benim!
ne güzel geldin.
içimi paramparça edip dağıtan, hayatımın kısa da olsa bir dönemini yerden yere vurup kıran birinin küçücük bir mutluluğuna sevindiysem ben bugün, hala iyi biriyim demektir.

bu kadar :)
şimdi uzun uzun anlatmak istemiyorum, muhtemelen hakkını veremem çünkü. o da çok övülesi diye değil, benim bu konuda çok bilgili olmamamdan mütevellit. neyse.
seni görmem imkansız diye bir grup var. iki hoş hatun oturmuşlar masaya, "ulan bak sana çok garip bişey göstercim" dercesine birbirine gülümseye gülümseye müzik yapıyorlar. alenen müzik yapıyorlar ve pek keyifli. bu grubu ayrıca ele alırım belki bir ara. bu konuyu geçiyorum. iki hatun dedim ya, bunlardan biri gaye su akyol adında. ben bilmiyordum, belki siz biliyorsunuzdur, muzaffer akyol'un kızı kendisi. seni görmem imkansız şarkılarından kelli zaten seviyorum. sokakta gece yarıları adını çığırmışlığım da var zaten :) çok sevgili bir arkadaşımın teklifiyle sergisine de gideyim dedim, elit olayım, sanat okumaları yapayım (!) neyse gittim, biraz geç gittik. güzel bir ambiyans, havada uçuşan kadehler, cici giyimli hanımlar beyler geziyor da geziyor resimler arasında. biz de kendi çapımızda bakındık minik minik. muzaffer akyol'un 2 büyük tablosu(nar ve cumhuriyet ağacı) ve kapı üzerine yapılanlar en dikkatimi çekenlerdi ve çok da güzeldi sahiden. sanat kısmını geçiyorum, çünkü bu konuda sağlıklı bir yorum yapacak cesareti bulmuyorum şu an için kendimde. ama büyük bir salonum olsa o ağacı kesin alır başka da bir eşya koymazdım o salona.
gelelim kızımıza, genel olarak fotoğraflarında gördüğüm tablolardı aslında. ama bir tablo ki, yanındaki açıklamayla beni benden aldı. cızzt etti içim.
tablo ekranda gördüğünüz tablo, yazı da şöyle:


"sana arkadaş lazım,
bana deniz gerek.
pullarım kanıyor."

bilemiyorum ama muhtemelen kendisi yazmıştır. içim kıvrıldı gazetenin kıvrılan köşesi gibi. bana ya unutamadığım ya da unutmak istemediğim -pek emin değilim- bir şeyi hatırlattı. yaşattı da diyebilirim. o an hızlı geçti ama eve geldiğimde ve ertesi gün bu tabloya baktığımda o gazete hala kıvrıktı. yazı olmasa da bu kadar etkilenir miydim bilemiyorum.
bilmiyorum ya, anlatamıyorum.
sadece, balık olmaktan bıktım lan ben.