Sevgili Noel Baba...


Mektubuma sana gerçekten inandığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Sen varsın biliyorum. Herkes gidecek ama sen her yılbaşı var olacaksın biliyorum.

Geçen yılım gayet keyifli geçti. Bunda senin olduğu kadar benim de emeğim var, bu nedenle fazla şımarmaman gerektiğini düşünüyorum. Ama yine de yakıştırıyorum sana şımarmayı.
Geyiklerin nasıllar, sev onları benim için gıdılarından.

Eski yıl çok heyecanlı ve kalabalık geçti sahiden. Şöyle bir arkama baktığımda gerçekten de çok üzücü şeyler yaşamadığımı, beni üzen kişi ve olayları da aslında yine de iyi yönleriyle hatırladığımı fark ediyorum. Yeni yıldan beklentin nedir dersen, çok öyle aman aman çılgınca dileklerim yok. Ama gönül meselelerinde 2010'da olduğu kadar yorulmayayım istiyorum. Her şeyi çok fazla düşünmemek ve kafa yormamak istiyorum. Biraz gelişine vurmak istiyorum artık, topu göğsümde yumuşatmak istemiyorum. İş meselelerinde akrep burcu yanım ortaya çıkmaya devam etsin istiyorum. Tam bir sürtük gibi işimi yapayım istiyorum. Arkadaşlarıma gelince, kalbimdeki ve aklımdaki isimler hiç gitmesin istiyorum. Beni aramasınlar sormasınlar ama arayabileceklerini bilsinler istiyorum, arayabileceğimi bileyim istiyorum.
Evet çok para istiyorum. Yapmayı istediğim bir şeyi yapamıyorsam bu parasızlıktan olmasın mesela, keyfi olsun istiyorum.
Yeni şehirler göreyim, ankaraya yine gideyim, ama bu sefer antalya'ya da gideyim, eskişehirde de içeyim istiyorum. istanbul'da da hiç gitmediğim yerlere gideyim, şehrimin değerini bileyim istiyorum.
konser konser gezeyim, geceleri gittiğim yerlerde birileriyle tanışayım, kaynaşayım, ertesi gün hatırlamayayım isityorum.
aşk, para, pul, sağlık, huzur...
hepsini arsızca istiyorum ve benim olacaklar zaten. sadece Sevgili Noel Baba, sadece sen de bil istedim...

Seni seviyorum...
tezimi yetiştiremedim bu döneme. tarihi erkene almışlar. ben de pek bi bok yapmamıştım, bu haftalarda yapacaktım. yapmadım.
onun yerine saatlerce içtim arkadaşlarımla.
ankaraya gittim dağıttım bir güzel.
tez yazmak yerine eğlendim çılgınca.
kakır kikir güldüm.
dertleştim, sarılıp ağladım canlarımla ciğerlerimle.
filmler izledim, seviştim tez yazmam gereken bir çok anda.
saatlerce msn muhabbetlerinde meze oldum kahkaha sofralarına.
kediler sevdim, yemekler yaptım sevdiklerime...

sonra sıkışınca yazdım bir şeyler, ama yakışmadı.
bir de azar işittim hocadan. "benim çalışma stilim bu değil" dedi. "boşuna uğraşma" dedi.
kaldım, kendimi savunamadım bile.
2. döneme kaldı tezim. sikindirik bir tez için 400 tl harç vereceğim tekrar.
olsun...
yukarıda yazdığım şeylerin bedeli 400 tl + bir profesörden azar işitmekse.
olsun lan.
olsun amına koyim.
hani cidden sefam olsun.

yok kendini avutmak değil bu, yanlış anlaşılmasın.
ama sikerler lan. sikerler yani...
iyi ki yapmışım!
"Arka odada ütü yapıp
Buharını burnuna çeken kadını,
Mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
Gözyaşını kabuklara saklayan Mari’yi
Kocasıyla artık sevişemediği için
Kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen Servi’yi
Düşündükçe
Ölüvermişim…

dün
Böylece bitmiş yani,
Birdenbire"

içime dokundu be...
tamamı burada.

aBİ-SİKTİRGİT!


asşlkfagkdgşlakaş
ya nefret ediyorum bu şekilde aşık olmaktan.
bu herife sinir oluyorum -pis Karev- ve lanet olsun ki, bunun birazcık kısa boylusuna aşık oldum. kalbim attı lan lanet olsun!!!!

oysa beyaz atlı prensim değil prensesim olan Sara Ramirez olmalıydı yahu!
ya hu!
huuuuuuuuuuuuu!!!
çok yorgunum. yorgunluk abdesiyim. bir o kadar da mutlu. ay dün gece neler yaptım lan ben :D aaaa azıttım şerefsizim azıttım. o şapka beni sahiden değiştirmiş olabilir. kızın adı neydi?
zeynep?
denek?
denep?
deynep?...

vs?

hangisi yıldız demekse o işte. güzel gece... bir süre uslu durmak gerek .)


fonda: sehacan - kazanova.mp3
sevgilim gitti, o gitti.

keşke hasta olsa.

Deniz'e dedim, "şunu izle, izle ve yıkıl." Sık sık ağzını burnunu kıracak şarkılar ve klipler yollardım ona, ama bu farklıydı. bu bambaşka bir hissiyat yaşatacaktı ona. sonra ben de 9 kere falan izledim. Dacar bir mail atmış. verecek cevap bulamadım ve ona da yolladım, "al izle, her zaman arkandayım" dedim. çünkü biliyordum. aşk acıtırdı, aşk delirtirdi, aşk kanına kemiklerden girerdi. sızlayan yer göğüs ya da mide değil,tüm beden olurdu. çok çok iyi biliyordum. çok büyük bir aşk yaşadığımdan değil; çok güzel aşklar yaşadığım için. her izlediğimde 5 dakikanın sonunda içimde bir taş büyüdü.

"evet insanlar ölüyor ama sevgilim de beni terketti" diye bir cümle kulaklarımda, dudaklarımda ve tam da içimde yankılanıyordu. "keşke hasta olsa, hasta olsa onu ziyarete giderdim ve biz yine birbirimizi severdik".

çok tutkulu, çok zararlı bir sevme şekli. hatırlıyorum, geçmişte aşık olduğuma inandığım biri için kendi kendime şu bencil ve hastalıklı cümleyi kurmuştum: "madem benimle olmuyor, inşallah ölür. benimle olmayacaksa, sevgilim olmayacaksa inşallah ölür." belki de birçok kez kurmuşumdur benzer cümleleri. yani diyordum ki, o benimle olmayacaksa, bunun sebebi onun hiç olmaması olmalıydı. biri bana onu sorduğunda ayrıldık veya beraber olamadık demek yerine, "öldü yoksa çok mutluyduk biz" demeyi tercih ediyordum. sağlıklı bir sevme şekli olmadığı çok alikar elbet. ben böyle sevilsem korkarım ve kendimi piç gibi hissederim. "kalbimi sikeyim lan" derim. herkes ölebilir, onu herkese değişebilirim. yo yo, hiç sağlıklı değil. şu an kimse için öyle düşünmüyorum. düşündüğüm hiçbir kişinin de bunu haketmediğini düşünüyorum.

"hastalık yayılıyor, depresyon yayılıyor, DEPRESYONUM YAYILIYOR!!" Hiç depresyona girmedim. Allah sokmasın. zor zamanlar geçirdiğim, günlerce halıdaki ilmekleri saydığım, ağlarken uyuyakaldığım, içmekten komalık olduğum zamanlar oldu. ama hep sevdiğimle olmak istedim, hiç ölmek istemedim. hiç antidepresanlara sığınmadım. bunun en büyük sebebi de beni iyi hissettiren her şeye bağlanmak gibi bir huyum olmasıydı ve anti depresan beni iyi hssettirecekse ona aşık olmalıydım mutlaka. bir keresinde begüm demişti, "bilu iyi değilsin bir doktora git" o an yüzümü ateş bastığını hatırlıyorum ve o gece dışarı çıkıp eğlenmiştim. sonra mutsuz eden sebebi de sevmeye başlamıştım. falan filan....

sevgilim...
o gitti...
daha acı verici bir şey düşünemiyorum.
hayır hayır, o gitti, gitti... derin derin nefes al...
burnundan al, ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al, 10,9,8,7,6,5,4,3,2,1
o gitti.
hastalık, televizyon, bugün 7 kişi öldü.
olabilir dedim içimden, olabilir. insanlar ölür, doğanın dengesi bu. ama insanlar birbirini terkedemez. Eder. Ama birdenbire etmez.
Siz ölüyor olabiliriniz ama sevgilim de beni terketti.
...
sevgilim... onun için endişelenmiştim, "ya hastalığı kaparsa" diye.
keşke hasta olsaydı.
hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim. elini tutardım, bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimizi çok severdik.
keşke hasta olsa.
...
ben kötü biri değilim.
hayır hayır, o gitti.
derin derin nefes al... burnundan al, ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al, 10,9,8,7,6,5,4,3,2,1
iyiyim, ben çok iyiyim, ben iyi biriyim.
o gitti
sadece uyuyamıyorum.



vicdan filmleri: 10, 9 , 8...
ben tümünü izlemenizi öneririm, farklı zamanlarda, sindire sindire...
hangi yaşta olursam olayım "sıçmazsam öleceğim lan" diye mesaj atabileceğim,
beni herkesten çok ağlatsa da yanına kıvrılıp yatabileceğim,
beni bu kadar çok ağlatmasına gücenmeden katlanabileceğim,
her şeyi anlatmasam da, her şeyi anlatabileceğimi bildiğim,
birbirimize 1 tl'nin lafını yapıyorken, aslında sadece birbirimiz için çalıştığımızı bildiğim,
saçlarının dökülmesine benim üzüntülerimin de sebep olduğu,
dolaplarını her zaman karıştıracağım,
ama asla dolaplarımı karıştırmayacağını bildiğim,
bana şiddet uyguladığı günlere rağmen sevdiğim,
elime fırsat geçtiğinde bile kıyamadığım,
aslında nefret ettiğim bir kişilik tipi olmasına rağmen taptığım,
yolda tanımamazlıktan gelip akşam aynı sofraya oturduğum,
bana karşı böylesine acımasız olmasına rağmen hep affettiğim,
bana karşı böylesine şefkatli olmasına rağmen kötüleyebildiğim,
burada yazmadığım, yazamadığım bir çok iyi şeyi bana yaşatmasına rağmen kıymetini zaman zaman bilemediğim,
burada yazmadığım, yazamadığım bir çok kötü şeyi bana yaşatmasına rağmen ağzını burnunu dağıtmadığım

tek bir adam var bu hayatta.
bugün abim izne geliyor askerden...


kıpır kıpır içim. görüşmeyeli çok oldu, saçlarımı kesitrdiğimden bile haberi yok. ben bu kadar sevgi ve özlemle onu anıyorken, o beni görüp "saçların iğrenç lan, ilhan mansız'a benzemişsin" diyecek, "napıyorsun lan şişko" diyecek. ben sabırla gülümseyeceğim.
çok özledim...
bu resim ya da fotoğraf...
ne derseniz deyiniz...
bana beni hatırlattı.
geçmiş zamanın benini...
içim acıdı o zamanki saflığıma.
sonra öptüm yaralarımı bir bir.
tıpkı senin öpmediğin gibi.
tıpkı daha da fazla açtığın gibi.
yaralanan her yerimin üstüne elimi koyup sana göstermek istemeyişim, dün gibi...

ama ne var biliyor musun?
şu an dinlediğim bir şarkı var...
şöyle diyor;

"Wanna feel my heart break if it must break in your jaws "

anlatabildim mi?
sen anlayabildin mi?

bu kadar..
hadi adam, hadi...
yine öp kırıklıklarımı, yine öp sıcaklıklarımı
yine gül gözlerime...
hadi adam hadi...

fonda:Songs: Ohia - Lioness

Allah canımı alsın ki çok mükemmel bir insanım lan ben!


Selam naber?
iyi iyi sağol. ben mesela, övünmek gibi olmasın çok mükemmel bir insanımdır. vallahi kendimi yolda görsem ilk görüşte aşık olurum örneğin. diyelim ki ilk görüşte fark edemedim kendimi -ki böyle bir şeye imkan yok- 2. görüşte mutlaka kendime tutulurum. "ulan sen ne güzel şeysin lan" derim. bildiğin laf atarım ulan. "bu karıyla kesin sevişmem lazım", ben beni tanısam kendime veririm. herkes beni sever. sevecek tabi lan. mükemmelim işte, ötesi yok. Bir de ben aslan burcuyum ve yükselenim de akrep.


yukarıda söylediğim her şeye ben inanıyorum a dostlar. siz inanmayın. sadece son cümle bilimsel bir gerçek. belki bilimsel değildir ayol, genel geçer bir gerçek diyelim.

şimdi ne yapıyoruz, her şeyi siliyoruz zihnimizden. yok lan. silemiyorum. rüya mıydı lan tüm bunlar? yoksa gerçek miydi? uzun uzun anlatmak istemiyorum. size ne sevinçlerimden, hüzünlerimden, kahkahalarımdan... yok lan şaka, merak etmeseniz de ben anlatıyorum zaten. sırf hatırlamak için söyleyeceklerim var, yazacaklarım var buraya.
ben bu hafta sonu bir rüya gördüm, çok güzeldi. güzel, masum, samimi, sıcacık ve oldukça gay :)
rüyamın içinde bir rüya görerek başladım rüyama. kahkahalarla uyandığım rüyamda emre vardı. sonra sahiden uyandım.
sıcak bir kucak vardı, gülümseyen gözlerle.
sonra durmadan "hadi bilu" diye mesaj atan bir minik vardı.
sonra "la milli kütüphane tarafı mı la" diyen bir piç vardı.
sonra "ay billur, söyler misin kim haklııııııııığ" ve "o kız burada yok" diyen bilmiş esmer güzeli adam var. (kaşlarına vurulduğum)
sonra "seni çok özledim, geldim, seni bekliyorum" dediğimde bana inanmayıp "hadi lan" diyerek sevinçle yanıma gelen adam var.
sonra bir kafe dolusu, beni tanımadan sevmeye kendini hazırlamış insanlar var, herkes bir yana Fuat var ulan.
sonra gay bara, gayet hetero ve gayet masum olarak girip, orada hetero bir adam bulan bir kaltak var.
sonra dün yediğim hurmalar var bugün götümü tırmalayan, ama yine de beni kahkahaya boğan.

işte tüm bunların yanında, sevgi var, özlem var, hassasiyetler var, unutkanlıklar var, umutlar, hayaller, paylaşımlar, "hadi en kötü günümüz böyle olsun"lar var, sarhoşluklar var, sucuklu yumurtalar, salçalı tavuklar, çilekli çaylar, bol yağlı tantuniler, bardaklarca sütlü kahveler, "ama biz seni göremiyoruz hiç" diyen anneler, anneanneler var, "yine gel lan" diyen adamlar, "seni seviyorum" diyen bir sürü adam var, benimle delice dans edip "götooooş" diye bağıranlar var, bana sarılıp ağlayan güzel kadınlar var, bana sarılıp yatan ve bana "her gece senin için dualar ediyorum" diyerek beni de ağlatan kadınlar var.

bambaşka bir şehirde, bambaşka bir kokuda, bambaşka bir havada, bambaşka soluklarda mutu oldum ben. şimdi kırık içim biraz, kalbim buruk...
o 3 gün mü rüyaydı, şimdi mi rüya?
yaşandı mı lan tüm bu güzellikler? rüyada mı kaldı, neydi bu?
öyle güzel bir yüz ifadesiyle yazıyorum ki bunları...

ve İstanbul sen benim kadınımsın, sen benim kahramanımsın İstanbul. Sen benim tek aşkımsın. Seni o kadar çok seviyorum ki, sen Ankara'yı Ankara yapansın...
tam 100 senelik bir hasretin üzerine geldin sevgilim.
sevgilim, benim!
ne güzel geldin.
içimi paramparça edip dağıtan, hayatımın kısa da olsa bir dönemini yerden yere vurup kıran birinin küçücük bir mutluluğuna sevindiysem ben bugün, hala iyi biriyim demektir.

bu kadar :)
şimdi uzun uzun anlatmak istemiyorum, muhtemelen hakkını veremem çünkü. o da çok övülesi diye değil, benim bu konuda çok bilgili olmamamdan mütevellit. neyse.
seni görmem imkansız diye bir grup var. iki hoş hatun oturmuşlar masaya, "ulan bak sana çok garip bişey göstercim" dercesine birbirine gülümseye gülümseye müzik yapıyorlar. alenen müzik yapıyorlar ve pek keyifli. bu grubu ayrıca ele alırım belki bir ara. bu konuyu geçiyorum. iki hatun dedim ya, bunlardan biri gaye su akyol adında. ben bilmiyordum, belki siz biliyorsunuzdur, muzaffer akyol'un kızı kendisi. seni görmem imkansız şarkılarından kelli zaten seviyorum. sokakta gece yarıları adını çığırmışlığım da var zaten :) çok sevgili bir arkadaşımın teklifiyle sergisine de gideyim dedim, elit olayım, sanat okumaları yapayım (!) neyse gittim, biraz geç gittik. güzel bir ambiyans, havada uçuşan kadehler, cici giyimli hanımlar beyler geziyor da geziyor resimler arasında. biz de kendi çapımızda bakındık minik minik. muzaffer akyol'un 2 büyük tablosu(nar ve cumhuriyet ağacı) ve kapı üzerine yapılanlar en dikkatimi çekenlerdi ve çok da güzeldi sahiden. sanat kısmını geçiyorum, çünkü bu konuda sağlıklı bir yorum yapacak cesareti bulmuyorum şu an için kendimde. ama büyük bir salonum olsa o ağacı kesin alır başka da bir eşya koymazdım o salona.
gelelim kızımıza, genel olarak fotoğraflarında gördüğüm tablolardı aslında. ama bir tablo ki, yanındaki açıklamayla beni benden aldı. cızzt etti içim.
tablo ekranda gördüğünüz tablo, yazı da şöyle:


"sana arkadaş lazım,
bana deniz gerek.
pullarım kanıyor."

bilemiyorum ama muhtemelen kendisi yazmıştır. içim kıvrıldı gazetenin kıvrılan köşesi gibi. bana ya unutamadığım ya da unutmak istemediğim -pek emin değilim- bir şeyi hatırlattı. yaşattı da diyebilirim. o an hızlı geçti ama eve geldiğimde ve ertesi gün bu tabloya baktığımda o gazete hala kıvrıktı. yazı olmasa da bu kadar etkilenir miydim bilemiyorum.
bilmiyorum ya, anlatamıyorum.
sadece, balık olmaktan bıktım lan ben.

Visa vol. m

4. levent - taksim metrosu 1.75 TL,
burger king'de çizburger 2.25 TL,
çalıntı'da bira 6TL,
Bir dostla 45'likler dinleyip iki lafın belini kırmanın keyfine paha biçilemez.

hani mause'u bir bağlantının üstüne getirdiğinizde işaret parmağı çıkan bir el olur ya, ben o işareti adının üstüne getirip sevdim seni bugün ve evet ben birini sevdiğimde çok naif severim, çok güzel severim...

hayat boğuyor, seni bana zorluyor!

ah aşk,
ilahi aşk...
sen de olmasan neye yarar bu hayat?

bir küçük kadın


bir kadın...

pıt diye hayatıma giren, aslında daha önce de hayatımda olup da o kadar yoğun olmayan. şimdiyse her şeyi anlatabileceğim, her anlattığımı yadırgamadan yüzünde kimi zaman alaycı bir gülümsemeyle kimi zaman güç verircesine. aşkını gördüğüm kadın, hüznünü bildiğim, gözyaşını hissetttiğim.
ona kalbimde öyle bir yer açtım ki ben son zamanlarda, o bile anlayamaz aslında bunun değerini ve önemini belki de. o kadınla ve sevdiceği ile anılarımız var bizim, daha yaşamadığımız. atacağımız bol kahkahalar ve dökeceğimiz gözyaşları.
uzaklık mı? belki kilometre ile hesaplanabilir evet. ama yakınlık? kalbimiz birbirine değer kimi zaman.
onun doğumu, doğum günü bana armağandır aslında.
hem de en zor anlarımda.

bir kadın, bana hediye. bir kadın aşkıyla, hayatıyla benim kalbime hediye, benim hayatıma hediye.

iyi ki doğmuşsun canımın köşesi, iyi ki varmışsın ve iyi ki benim dostummuşsun,

mutlu yıllar...
seni çok seviyorum ki!
o kadın tutkusuyla, sevgisiyle, aşkıyla bana hayatıma hediye.

Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım
Hatırlattı bana,bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp ağlayışımı...

Orhan Veli


bugün bayram. çok tuhaf, hiç diğer bayramlar gibi değil. eksiklikler çok. sıradan bir pazar günü sanki. anneannemle dedem çanakkaleye yerleştiğinden beri, ben artık büyüdüğümden beri bayramlar eski bayramlar değil. bugün evden çıkmadım. sabah bir telaş duş almadım, abimle didişmedim. tüm sevdiklerim bambaşka şehirlere dağılmış. hatta ülkelere. bugün el öpmedim ben, iyi bayramlaaaar diye neşeyle cümleler kurmadım. annemle kahvaltı edip evin çeşitli köşelerinde kah internette kah elimde bir kitapla takıldım. uçurtma bile uçurmadım. deli gibi de hissetmedim ki her günüm bayram olsun. eksikti çok şey bu bayram. oturdum öylece. müzik dinledim, sustum hep. saçlarımla oynadım. bu mu bayram dedikleri. 9 gün. 9 koca gün yalnızlığımı hissedeceğim ve kimsenin gelip de geçiremeyeceği.
iyi şeyler de olmuyor değil elbet. ama bilirsiniz, bayramın konseptine aykırı hüzün. bayram bu değil halbuki. bir sürü kesilen hayvanlardan bahsetmeyeceğim hiç. babamı bile görmedim bugün, arayıp kutlayıverdim soğuk soğuk. abim askerde. her şey bir başka yalnız sanki bugün. hiçbir şey yapasım yok. ben bu bayramı bayramdan saymıyorum, yok saymıyorum.
yine de iyi bayramlar elbette herkese...

o çocuk benim :)

sus sessiz ol çocuk, şarkı henüz bitmedi.
kalbine hakim ol çocuk, umut daha tükenmedi.
yürü yolları çocuk, yollar henüz bitmedi.
inan, sakin ol çocuk, Tanrı seni terk etmedi.

bir masal biter, sessizlik başlar, kalbini okşar uyutursun, uyutursun
gözlerin dolar, avuçların terler, bir yalan söyler avutursun, avunursun
yerle bir olmuş bu yıkık dökük şehre, bir şarkı söyler susturursun, susturursun
acıya acıya, acıta acıta, ellerin acıya dolaya dolaya
bir kalbi kanata kanata unutursun unutursun
gökyüzünde batarken güneş, yeryüzünde sessizliğin
ateşe aşık yanarken sen, unutursun unutursun...
bir masalda ölürken kahraman, bir şehir düşerken içimde
izlerken gözyaşlarımla unutursun unutursun
bir yalan devrilirken önünde, maskesi düşerken mucizelerin
korkmadan koşarak katilin üstüne, unutursun unutursun
düştüğün o çukurun dibinde silkenerek tozdan topraktan
sanki hiç olmamış gibi unutursun unutursun...

sanki hiç olmamış gibi...*


*cem adrian - unutursun.mp3

E Cem durmuş durmuş, bana şarkılar yazmış ama :) hani bazen güçlenmek istersiniz ya ve bu güçlenmek öyle portakalla cevizle olacak gibi değildir. benim ihtiyacım yoktu bu ara gerçi. ama tatlı üzerine kaymak oldu cem bu şarkısıyla. siz de seviniz, şuradan dinleyiniz, buradan indiriniz. Ama albüm çıkınca satın alınız :D


edit: indirmeyin la indirmeyin, link değişmiş :)

güzel günler :*
iki küçük balıktık biz seninle. ben tabi ki sevimli sense güzeller güzeli ama pulları el kesen... beni ardından sürüklediğini sanırken ben, önümde yollar açıyorsun sanıyordum. ben masum, sarhoş balık; gittiğim yolu senin yolun sandım. Bizim yolumuz sandım. sen ne zaman o yoldan çıktın, ben o zaman anladım ki bir yol zaten varmış, ben yolun, akıntının doğasında savrulurken, bizim yolumuz sandım, sanmışım o yolu. "ne kadar da salakmışım" diyeceğimi sanıyorsan, aldanırsın. "ne kadar da iyiyim" diyorum. İçim rahat; vicdan denen şey varsa eğer, bende olan rahat. ben akıntıda yüzerken senin sandığım yolu keşfettim tekrar tekrar. sensiz hem de. sana ihtiyacım olmadan hem de. çok tuhaf. sen hiç yokmuşsun, sen hiç olmamışsın meğersem... yıllar sonra senin ardından bana bunları yazdıransa sadece bir akvaryum. hayatım gibi. rengarenk ama arada suyu bulanan. olsun...

bugün de iyiyim, tıpkı geçen hafta bugün olduğum gibi. bir şey eksik, onun da zamanı var...
iyi geceler.

ps: abimi özledim bu sefer gerçekten :)

love M

ay yine yoğun dolu dolu, hatta sevgi dolu bir hafta sonunun ardından işimdeyim gücümdeyim. bu hafta sonu neler öğrendim, seninle bunu paylaşacağım sevgili blog. bir insanın beni sevdiğini gözlerinden anlayabilmeyi öğrendim ve içime sindi. yeni tanıştığım bir adamın ne kadar masum ve iyi niyetli olabileceğini öğrendim. aslında en az bir insanı hep seveceğimi anladım ve en az bir insan tarafından hep sevileceğimi. minik bir kedinin arabanın camından içeri/dışarı atlamasından inanılmaz keyif almayı öğrendim. cem adrian'ın sessizce şarkısın beni her daim ağlatabileceği kanaatine vardım. yok yok ağlamadım merak etmeyiniz :) iki güzel insanın benim yanımda olmak için, bana destek olmak için nasıl çabaladığını öğrendim ve bir kez daha anladım onları ne kadar sevdiğimi, onların birbirini ne kadar sevdiğini. tantuninin en sevdiğim yemek olma yolunda ilerlediğini öğrendim. soğan salatasının da en sevdiğim salata olduğunu. sarhoş olduğumda neşemin arttığını ve herkese aşık olduğumu ve aşık olduğum herkese "seni seviyorum" mesajları attığımı -bir kez daha- öğrendim..

sonra...
sonra...

bir adam. bir adamın tenini kokladım, terini tattım ben o gece, nefesini soludum. gözlerine bakıp "seni seviyorum yaa" dedim en saf ve içten halimle. o da bana dedi. "seni o kadar çok seviyorum ki" dedi, iyi ki "merhaba" demişsin bana o gün dedi. gülümsedim o an. içimdense "evet lan,iyi ki demişim" dedim. elinden tutup dans ettim, kahkahalar attım onunla. bir şeye sevindiğini anladım ve sevindim onunla. elinden içtim içkiyi ve elimden içirdim sigarayı ona. sarılıp yürüdüm istiklal caddesinde o adamla gülerek. en yorgun ve en neşeli hallerimize bir yenisini daha ekledim. sabahçı büfelerden birinde yemek yerken, dalga geçtik birbirimizle biz ve çok güldük. ve bensabah uyandığımda yine o adamı gördüm yanıbaşımda. gülümseyip biraz daha uyudum. kitaplarını okudum, taze demlediği çayı içtim ben onun ve kahvaltısını paylaştım. bir sırrını bir hevesini anlattı bana, onunla heveslendim ben de.

o adamı yaz yaz bitiremem ben, anlatsam da bitiremem. bakarım gözlerine anlar o beni. işte ben bunu seviyorum. ben bir tek ona anlatabilirim domatesli pilav hayallerimi.
ve işte bu başka bir şey. bu aşk gibi ama aşk değil. ya da tüm o yaşadıklarımız aşk değil, bilemiyorum, anlatamıyorum da. o adamı düşündüğümde bir göl ve yeşillik geliyor gözümün önüne...

sen bunları okuduğunda anlayacaksın ki sana yazdım tüm bunları güzel adam. şu an her şeyi bir kenara atıyorum ve içimden gelen en samimi cümlelerle sana dua ediyorum. Sana, aşkına, tutkuna... kalbinden nasıl geçiyorsa onları yaşa en güzel haliyle...
seni seviyorum...

her an, her bir an, her gün...
bu kötülüğü kendime neden yapıyorum?
kendime bu kötülüğü her an yapıyorum aylardır belki yıllar...
ama bunu ilk kez soruyorum kendime...
neden?
neden yapıyorsun bunu kendine bilu?
yapma.
ne olur yapma artık.
çözüm değil çünkü...

Şey ya, kesildim çok fena. Öyle akıllı uslu işimdeydim gücümdeydim. içimi sindirdi bu şarkı ve kaşınıp klibini izledim uzun süre sonra mal gibi. Vurgunun yükseldiği her an kalbimden çekilen bir teldi belki de.
kaybetmek...

artık olmamak...

aynı olmamak...

çok acı lan. hayat değişiyor ve bazı konularda, bazı noktalarda duruyor insan. takılıp kalıyor. ne ileri ne geri. baştan başlamaya kalksan aynı yere gelene kadar sorun yok, sonrası aynı. hep aynı son. aynı yerde, aynı engel. Gittiğin yere kadarsın bir noktada ya da kaldığın yer kadarcık. 2 sene öncede kaldıysan ya da fazla hızlı gidiyorsan...

anlatamıyorum...

bunları getirdi bu şarkı ve klip bana, tuhaf.

her başlangıç bir bitiş sanki ve her bitiş bir başlangıç.

anlatamıyorum. şakaklarıma dayıyorum ellerimi, çıkamıyorum içiMden. çok tuhaf ve çok zor ve bir o kadar da amaçsız.


siz de burdan izleyiniz.

ay Yareppim!

pek güzel şeyler oluyor, enteresan. Balçığa sıvanmış o sikindirik hayatım bir profesörün ağzından dökülecek 5 kelimeye bağlıymış meğer. aşk meşk para hiçbir sikim derdim kalmadı sanki. nasıl bir yük kalktı omuzlarımdan anlatamam. sevinçliyiz hepimiz yaşasın okulumuz bile diyebilirim bu doğrultuda. Ancak buraya yazıp uğraşamayacağım da rüyamda Hakan Poyraz'ı görmem boşuna değilmiş. Ancak mete özgencil hala bir soru işareti zihnimde. hadi hayırlısı :)
sevindim ve sevindiğim gibi benim için sevineceklere de haber verdim, onlar da sevindiler anlamasalar da. özellikle selin'in mesajı beni benden almadı değil. Şöyle dedi "aai ama neden olduğunu söyle de bu anlamsız sevinç bir anlam bulsun" buna çok güldüm. selin beni hep güldürür zaten. ayh hadi hayırlısı diyecek oldum şu an tekrar. çok süper gaza geldim lan. üzmesin artık hiç kimseler hiçbir şeyler beni.
lütfen ya.
özlemişim içimdeki bu hevesi yemin ederim.
sevgiler...
herkes iyi olsun tamam mı :*

yıldızları gezerdin,herkesi büyülerdin
senden iyisi yoktu, bir de beni severdin
umrumda

umrumda değil desem, hayal etmem desem
ya kaybolup gidersen, bir de beni sevmezsen
umrumda

haydi şimdi uzak dur artık benden
yola koyul ara dur, yola koyul uzak dur artık benden

büyüleri çözerdin, kimseye söylemezdin
senden iyisi yoktu, bir de beni severdin
umrumda

elimde değil sevsem, terk edemezsin desem
ya kaybolup gidersen, bir de beni sevmezsen
umrumda

haydi şimdi uzak dur artık benden
yola koyul ara dur yola koyul uzak dur artık benden*


*mehmet güreli - umrumda.mp3
itiraf edeyim mi, evet edeyim.
canının yandığı her an gülümsetiyor beni. "salak" diyorum sana. hırstan mıdır, kıskançlıktan mıdır, aşktan mıdır, hasetten midir, benliğimden midir bilinmez. ama söyleyeyim ki acı çekmene bayılıyorum. kahrolursun inşallah...

twitter

bilu
nefesini içtim ben senin, soluğunu yuttum.

Fulya
@heterya bende o, soluk borusuna kaçıyor, akciğere yerleşip, belli bi süre sonra öksürüğe çeviriyor. tutamadım kendimi 'yazıcam bunu' diye.

bilu
@Koksalar ya da sert bir sigara dumanı gibi, çekiyorsun yerleşiyor, çıkmıyor, öksürtmüyor ama zorlaştırıyor işte hayatı, alenen...


:)

26

Pırıl pırıldı o zaman hayallerinin -yaşamının anlamı: Ne cenderelerden geçti oysa, o günden bu yana- nasıl sahtelikler yaşadı.

O'ysa, o günkü ak rengi kadar temiz kaldı -senin içlerinden geçtiğin, geçirdiğin ve şimdi üzerine sinöiş lekelerini temizlemen gereken bütün pisliklerden uzak durdu-durabildi,kalabildi- -şuradan belli kisen de kalabilip de bir biçimde ortaya koyabildiğin son temiz beklentileri gördü ve tanıdı-üstelik, kendsi olarak; kendiliğinden kendisinitanıyıp, geldi sana...

Temizsindir diye - oysa değilsin...

Kirlisin-

O da şimdi bu eskimiş sen'i gözden geçirecek - değer mi diye...

Onca yıldır onun da beklediği- beklenmeyi beklediği, istediği, arzuladığı- mısın diye... -bekliyosun da beklenilmeye değer misin?!... *

*oruç aruoba - hani / 26

ne güzel şeydir beklenmek, beklenebilmek, beklenmeye değer olabilmek...
tam bir orospusun.
bayılıyorum sana.
oturduğum yerden kaldırıyorum yüzümü göğe doğru.
nasıl bir iç huzur var bedenimde anlatamam.
anlatabilir miyim ya da...
Bilmiyorum.
Hava nasıl güzel bir sonbahar anlatamam.
anlatabilir miyim?
bilemiyorum.

yaprağı düşmüş, çıplak kalmış bir çok ağaç karşımda. kış bahçesi olmuş balkonumuzdan bakıyorum. camı açıp derin derin nefes alıyorum, burnumu yakıyor oksijen. bu kadar güzellik bana fazla. kahvemi yudumlarken buluyorum kendimi. nasıl ekşi bir tat... her şeyi biliyorum aslında. sonbaharı da biliyorum, solmuş sararmış huzurlu yaprakları da biliyorum. kendimi bir kuru yaprak gibi hissediyorum hala yeşil yapraklar barındıran gövdende. düştüm düşeceğim. biraz ben tutunuyorum sana, biraz da sen tutuyorsun beni, yeşil halimi bildiğinden. yüzüne yansıttığım güneşi sevdiğinden, sana nefes aldırdığından kelli sevdiğin yağmur damlalarının üzerimde dans edişini sevdiğinden. en sevdiğin yaprağın mıydım ben? bak düşmek üzereyim şimdi. Sen bile tüm heybetinle karşı koyamıyorsun bu düzene....

ve düşüyorum şimdi ben. inceden bir "çıt" sesi, kırılır gibi. sen de bakıyorsun yeşil yapraklarınla bana. bense çoktan yolu çizilmiş, sınırdışı edilmiş, üstüne suçlar yığılmış bir mahkmum sanki. suçlar benim ağzımdan söylenmiş birinci tekil şahıs ile ama ben susmuşum hep aslında. kızamıyorum doğama. beni var eden doğama, beni ben yapan doğama kızamıyorum. isyanlarım olmuyor değil, gülümseyip susuyorum. ilk ben düşüyorum eteklerine ya, ilk ben döneceğim aslında sana. o toprağa karışacağım çok sevdiğin yağmurla ve yavaş yavaş köklerinden karışacağım sana, doyuracağım seni. o soğuk kış gecelerinde, soluk dallarına kar taneleri düştüğünde ben çoktan içine girmiş, damarlarını, halkalarını ısıtıyor olacağım. düştükten sonra rüzgara yenileceğimi mi sandın sen? yenilmem ki... yavaş yavaş ilerleyeceğim seni sen yapan o güzel dallarına. içimden bir parça bırakacağım her geçtiğim yerinden. seni kendimle yıkayacağım, içini içimle yıkayacağım.

ben: a bitti mi dizi?
kuzenim: evet bitmiş.
b: poff...
k: of kesin leyla arayacak gel diye.
b:kuzenim geldi gelemem de.
k:aynen öyle, kesin mehmeti görmek için aşapı inelim diyecek.
b: o ha hala mı mehmet?
k:valla hala mehmet.

leyla mehmeti seveli 5 sene oldu, mehmet leylayı istemeyeli de 5 yıl oldu. nasıl bir azim, nasıl bir aşk(!), nasıl bir kafa bu? leyla, akıllı olsana kızım...
aslında mehmet leyla ile 1 ay çıksaydı, leyla da mehmetin insan olduğunu anlardı. et kemik falan. leylaya diyorum ki "mehmet de insan o da sıçıyor, porno izliyor, ter kokuyor, ayakları kokuyor biliyor sun değil mi bebeğim?"... leylanın cevabı net: "olsuuuun"
allah sizi bildiği gibi yapsın, gençlik işte...
hayır mehmet de bi sikime benzese yüreğim yanmaz, buldog suratlı bi tip. neyse...

dün akşam çok enteresan ve seksi şeyler oldu. asıl onu anlatacaktım da leyla gerdi beni. ne diyordum? heh seksi...
gece yalnızdım, erken yattım uyudum.bir uyandım ki biri parmaklarımı yalıyor. neye uğradığımı şaşırdım. ama elimi oynatmadım hiç, bi yandan garipsemiş bi yandan hoş mu gelmişti ne :) gözlerimi kısarak bunu kimin yaptığına bakmak istedim. bir de baktım ki sıla. "ulan sıla ne işin var burda, neden parmaklarımı emiyorsun" da denmiyor, sıla bu yani sonuçta, denmez, diyemem. allah allah ulan... birincisi sılanın ne işi var benim evimde. hadi oldu da geldin; gelmez de geldi diyelim. yatmam ki ben. oturur sohbet ederim, film izlerim, şarkı söyletirim falan. neden uyuyayım lan salak mıyım? neyse ardından kafamı kaldırdım güldüm "napıyorsun sılacığım" dercesine. sonra da alarmım çaldı uyandım. meğersem kolumun üstüne yatmışım. o da karıncalanmış. hey allahım ya, rüyaya bak. rüyam bile imkansız lan. bir kahkaha attım, kolumu elimi sıvazladım. "hadi" dedim "bilu, hadi işe" kalktım hazırlandım bütün gün buna gülümsedim... iş yerimde de bu rüyayı anlatabileceğim kimse olmadığından mütevellit kendi kendime pıstım sustum...

her yazdığım olduğu için buraya şunu da yazayım; sevgilim ve ben bugün hiç bilmediğimiz bir şehirde, hiç bilmediğimiz bir dilde tiyatro izledik. çok keyifliydi. sonra otele dönüp küvet keyfi yaptık, sanırım gençleştik...



fonda: mehmet güreli - umrumda
o kadın beni öldürebilirdi. az önce bunu hissediverdim. kadından habersiz, alakasız. bi sıcaklık sardı vücudumu. ardından bir titreme. ben heyecanlanınca titrerim. "üşüdüm" derim, ama aslında heyecanlanırım. bazen de üşüdüğümden titrerim ama ben heyecanlanınca üşürüm de aynı zamanda. dişlerim acır çok üşüdüğümde de...
ve o kadın beni öldürebilirdi. hala da öldürebilir. beni ancak o kadar sevebilen bir kadın öldürebilirdi. beni ancak o kadar seven bir insan öldürebilirdi. beni ancak o kadar sevdiğim biri öldürebilirdi. yo hayır öldürmedi. gülümseyerek bıçağı indirdi. şaka yapmış gibiydi. bunun bir adı yok.
o kadının adı yok.
o kadın aslında yok.
kendimle yaşadığım bir küçük aşk masalı.
yazdığım her şey oluyor er ya da geç o yüzden şunu da söylemeden geçmeyeyim:
ikimizin en sevdiği ceylan ertem şarkısı olan sonbahar'ı da dinleyip konserden çıktık. yorgunmuş gibi yapıp eve gittik. kanepede uzanmış sohbet ediyorduk, ben anlatırken o uyuyakalmış.


fonda:ceylan ertem - sonbahar.mp3
yu dont hev a soğl.
yu ar soğl
yu hev a badi!


çok şirin değil mi :)

çabucacık oje sürebilen kızlara bayılıyorum.
spor gömleğinin son düğmesini ilikleyenleri seviyorum.
tek başına kahvaltı edenleri seviyorum.
benimle beraber kahvaltı edenleri daha da seviyorum.
ama en çok bana kahvaltı hazırlayanları seviyorum.
kedi seven kızları seviyorum.
köpekten korkan erkekleri seviyorum.
kızların kolları, erkeklerin belleri güzel.
arkadaş lafına gıcık oluyor, arkadaşlarımı çok seviyorum.*
bir gün bir kıza romantik bir hediye vermem gerekirse ona inci küpe alacağım. Sonra da topuz yapmasını rica edeceğim.
yazdıklarım günün birinde -er ya da geç- gerçek oluyor. o yüzden şunu yazmak istiyorum: "denizde buruşana kadar yüzüp oynadıktan sonra birer bira içmek üzere kumsalın en güneşli yerine gittik."
ah bi severim ki, şefkat gibi...
bazen çok rahatsız ve huzurlu olabiliyorum.
bugün seni çizmeyi denedim derste, çok çirkin oldu oğlum yaa, yok böyle bir makara...
kolunda dandirikten bileklikler bi takım ipler olan hatunlara -hatun oluyor bunlar, öyle karı kız değil- bayılıyorum.
gel öpeyim, gerdanından...
her mutlu ve sağlıklı insan gibi benim de sevgilimle aynı evde yaşamak, kedi beslemek, işe gitmeden korn fileks yemek gibi hayallerim olmuyor değil. ama amerikan mutfak da lazım :D
herhangi iki erkek arkadaşımla takılmaya bayılıyorum. ışıkla yastık son umudumdu. şimdi onlar da yok :(
sevgili değil, kedi istiyorum.
zaten tavşan bakamam ki ben.
bunlar da benden notlar.
ok bye.



*hepsini çok değil.
fonda: hande yener - şefkat gibi.mp3

ama arkadaşlar iyidir...


uzun uzun anlatacaklarım vardı aslında. otobüste düşünmüştüm yazının konseptini de. ama yok, gitti aklımdan her şey. o yüzden doğaçlama yazıyorum 2 güzel günümün ilk partını. belki de son part olmalıydı bu...

sabahın 7'sinde Aşti'ye gelip beni alan ve Aylak Madam'da o kivili şeyi içiren Süleyman'a,
yine sabahın 7'sinde Aşti'ye gelip beni alan ve "...sonra ben mal oluyorum!" diye sinirlenen Nes'e,
bademli körili tavuğu, barbekü soslu tavuğa; efes dark brown'u, efes dark'a çeviren ve gecenin 3'ünde 3 kazakla oturduğum evden beni, "seni götürmeye geldim" diyerek sevimli mağaradan medeniyete götüren Kelepir Kız'a,
bir şekilde kısa süreliğine de olsa gelip beni yolcu eden ve "eteğinle edebinle maç izle yahu" diyen Pembe Hanım'a,
ve son olarak bu hafta sonu huzuru, mutluluğu, keyfi, neşeyi, dostluğu, kahkahayı paylaşmamızı sağlamakta doğrudan veya dolaylı olarak -ama kesinlikle- katkısı olan Ayça'ya
sonsuz teşekkürlerimi, en güzel gülümsemelerimi yolluyorum...

iyi ki varsınız la bebeler!!!
işte bu şarkı, bu şarkı tam içimden geldi bugün. tam içimden ve içimdeki herkese. bugüne kadar yanımda, kalbimde bir şekilde bulunmuş herkese. (bkz.sev kardeşim)

içimden geçeceksen eğer, buradayım yürü üzerime.
ateş, şiir hepsi hazırım ben. gel, gel, gel, gel...
istersen dinlen içimde, köklerimden bir şarkı var dilimde.
çıplak ayaklarla gez her köşemde. gel, gel, gel, gel...

...

benim adım orman, örtü yaptım yapraklardan,
serdim herkesin üstüne.
sür yüzünü yüzüme, korkma yalnızlıktan...



şebnem ferah - benim adım orman

su bardağından şarap içmek...

geçen gün mete özgencil, ben, prof. dr. hakan poyraz ve iki arkadaşım daha serseri mayınlar gibi buluştuk. buluşmamızı ve nasıl biraraya geldiğimizi hatırlamıyorum. bunca alakasız insanın da nasıl bir araya geldiğinden emin değilim ama dostluk işte. din dil ırk görüş ayırt etmiyor. neyse önce bulunduğumuz şehrin otogarına gittik. tel örgüler vardı gitmemiz gereken yerde. hakan tırmandı göbeğine rağmen. ben de ayakkabılarımı çıkardım tırmanmak için. üstten attım öbür tarafa. kar beyaz çoraplarıma sarılmış çirkin ayaklarımı tellerin arasına soka soka tırmandım. tırmanırken mete'ye döndüm. hadi abi der gibi baktım. yine cool takıldı kaş göz hareketi yaptı. tam olarak ne demek istediğini anlamadım ama adam o kadar cooldu ki, sorgulayıp iyice saçmalamak istemedim. tırmanmaya devam edip geçtim öbür tarafa. yere basıp ayakkabılarımı giydiğimde mete çoktan bu tarafa geçmişti. "abi naaptın lan" dedim. "alttan geçtim aabi" dedi. bir de baktım tellerin altında az bi boşluk var. mete de zayıf, geçivermiş. kafamı hakana çevirdiğimde üstünü başını düzelttiğini gördüm. hakan kesin gençliğinde yakışıklı bir adamdı. ben 2005 yılında falan tanıştım kendisiyle. neyse sonra iki arkadaşımın nasıl geçtiğini sallamadım hep beraber yemek yemek için gar restorantına gittik. mete girişte yatakta duran yatağa baktı. hakikaten saçmaydı orda bir yatak olması. bizse cam kenarındaki masaya dizilip yemek için ne istesek diye düşündük. Sürahide şarap ve su bardakları geldi. enteresan gelmişti bu bana. bi an metenin yokluğunu farkettim. yatağın içine girmişti. meğersem orda çıplak bir kadın da varmış. bi an restoranda mıyız keranede miyiz emin olamadım. hakana baktım. rahattı, meze atıyordu ağzına. ulan mezeler ne zaman gelmişti. bana kimse ne yersin dememişti. masada gördüğüme en çok şaşırdığım şey teyzemin yardımcısının yaptığı mercimekli soğanlı mezeydi. sevinçten gülümsedim, o derece. çünkü çok mutsuzdum ben tüm bunlar yaşanırken. aşk acısı gibi bir şeydi. ama anlatmıyor ya da birini düşünmüyordum. sol dirseğim masada, elimde su bardağı ve içinde şarap vardı. sağ kolumsa masadaydı. dikip dikip içiyordum şarabı. bu sırada mete girişteki kadınla sevişiyordu ve yine kuğldu. hakan da bir ahlak profesörü olarak sakin takılıyordu bu duruma. ben şaşkın ve hüzünlüydüm. içiyor da içiyordum. tren geçiyordu arkamızdan, hakanla aynı anda trene baktık. ikimizin içinden de aynı şey geçti, "keşke o trende olsaydım." bakışlarımızla konuştuk hakanla. gülümsedik. sonra ben bir bardak daha doldurdum. yavaş içmeliyim yoksa hatırlamayacağım hiçbir şeyi dedim. sonra mete geldi. sol bileğindeki zincir daha önce hiç dikkatimi çekmemişti. kafamı kaldırım ona doğru, çapkın ve muzur bir gülümsemeyle "şefkat gibi" dedim. o da gülümsedi. kalkma kararı aldık. mete ayakta bir bardak şarap içti. ben de kalkmadan bir bardak daha içeyim düşüncesiyle bardağıma doldurdum şarabı. baktım çok ısınmıştı şarap, "ben bu hayatın amına koyyim la" diyerek gülümsedim ve fondip yaptım. su bardağımdaki ısınmış ekşi şarabı fondip yaparak tükettim. sonra kalkmaya hazırlandık. mete keyifli ve hala kuğldu, sevişmişti çünkü. benim hafiften neşem gelmişti, yanaklarım kızarmıştı, burnum yanıyordu. bunlar benim alkole verdiğim tepkilerdi. hakan sessiz sakindi. diğer iki arkadaşım bi ara gitmişlerdi, hatırlamıyorum. vedalaşmadık. bu ortamdan rahatsız olmuşlardı sanırım. sevişen mete'ydi, tribi biz yiyorduk. trip mete'nin umrunda da değildi. kalktık, çıktık. dışarıyı hatırlamıyorum.
...çünkü uyandım.

böyle rüya mı olur lan amına koyim. rüyamda hayır yok. mete özgencil'in benim rüyamda ne işi var. hakan poyraz'ın işi gücü yok mu benle şarap içecek?

neyse güzeldi ama, uyanıp epey gülümsedim. işe gelince de 1-2 kişiye sansürlü olarak anlattım. Allah hayırlara çıkartsın artık ne diyeyim :)

daha güzel, daha huzurlu bir fotoğraf karesi düşünemiyorum şu anda...

neyse ki hayatımızda natalie var...


... ve o ölene kadar dünyada güzel bir şeyler olduğuna, olabileceğine dair inancım hiç sarsılmayacak. natalie'nin fotoğrafını koymamın sebebi annemin hep haklı çıkması. çünkü annem hep susar. arada yorum yapar ve haklı çıkar. sevgililerimde, arkadaşlarımda, içkimde, işimde her şeyde. sonra söylemiyorum ona bunu. yenilmiş gibi hissediyorum. bazen de evet haklı çıktın napayım yeaa diye ağlıyorum. natalie ile ne ilgisi var derseniz, annem her haklı çıktığında ben mutsuz oluyorum, umutsuz oluyorum, göt olmuş oluyorum.


son zamanlarda içime bir yerlerden nefret, kin, hırs damlıyor. ne birine karşı bu, ne de biriktirmek için. ama hissediyorum ve darlanıyorum. durumlar, genel olarak insanlar, genel olarak ben, beim fena halde sinirimi bozuyor. elimde değil, siktir edemiyorum bazı şeyleri.
oysa ben iyi bir insanım. valla lan. hep böyle sevdiklerimi üzmeyeyim falan kafasındayım. bir yerlerde bir yanlış yapıyorum ama tam çözemedim.
şu fotoğrafı izlediğim bloglardan birinde buldum ve çaldım.





böyle kahvaltılar hazırlayabilen bir insandım ben, ama sevginin saygının değerini bilmeyenler köreltiyor insanı. hiçbir şey değer görmüyor gibi geliyor. Cevat'a kızıp, Yusuf'un güzelliklerini görememeye başlıyor insan. Sema'ya kızıp, Refika'ya tavır alıyor ister istemez. Aşka indirgemeyin söylediklerimi. hayat böyle. sonra korunaklı, yapmacık, ukala oluyoruz kendimizi koruyacağız diye ve kim bilir neler kaçırıyoruz kendimizi korumak uğruna. çünkü sen ne kadar mükemmel bir sezar olursan ol, bir brütüs veriyor hayat sana. en az bir brütüs veriyor hem de...


tecrübe dedikleri şey sikilmiş götün mevzusundan fazlası değil azizim. ama bazen zevk alıyoruz işte, yok sayıyoruz tecrübeleri. "sen bana bunu bunu yaptın, ben sana böyle mi demiştim" diye biri çıkıyor karşınıza, "ulan ağzına sıçtığım, ben de sana böyle böyle demiştim, peki sen ne yaptın? " diyemiyorum. haklısın diyerek susuyorum. kırmamak için, zedelememek, üzmemek için. çünkü ben kırılıyorum, ne demek olduğunu biliyorum kırılmanın. kırmanın da ne demek olduğunu biliyorum.


ve lütfen kimse bana "hiçbir şeyden pişman değilim, yaptıklarım ve hatalarım beni bugün ben yaptı" gibi klişe sikindiriği bir laf söylemesin. çok sinirleniyorum. kimine dost, kimine sevgili, kimine arkadaş, kimine abla olduğum için çok pişmanım. ettiğim ve etmediğim laflar için çok pişmanım. siz 1 cümleyle hayat karartırken ben sadece izlediğim için çok pişmanım.


ben çok mu dürüstüm? evet lan dürüstüm.
tanıdık tanımadık, kızdık kızmadık, siktik sikmedik, sevdik sevmedik herkese söyleyeceklerim aynı;


mabel matiz - öteki.mp3




yazıyı okuyup bu ne yeaa diyorsanız sadece fotoğraflara bakın, güzel onlar.

Fulya naaptın abi sen?

sağ elini kitabın sayfasından kaldır, kitabı kapatıp, üzerine koy.
sol elini destek olduğun başından al, sağ elinin üzerine koy.
kalemlere bak. boş sayfalara bak. kalemleri anlıyor musun?
sağ elin sol eline değmek istemiyor, bunu da biliyor musun?
sağ elin başka sol ellere değmek istiyor, buna varıyorsun.
kalem hiç dokunulmamış kağıda ilk mürekkep lekesini bırakmak istiyor, fark ediyorsun.

ayın sigarası tütmüş, dumanı da pencerene kadar inmiş.
güneş karşı tarafında, öksürmekten yorgun ve bitmiş.
güneş'in ay'a hayranlığı büyüklüğünden, saklanamamasından.
Ay'ın güneş'e kızgınlığı, bütününü zor bulmasından, bi tarafı karanlığından.
Ay ve güneş dünyaya hiç bakmak istemiyor, bunu da biliyor musun?
Ay ve güneş başka dünyalara hükmetmeyi istiyor, buna varıyorsun.
Tütmüş duman, karşı camının sana el sallayan elini gizlemiş, göremediğinden, fark ediyorsun.

Senden çıkanı garipsiyorsun artık, yaşlanmışım bahanesine yatıyorsun.
Sende olmayana özeniyorsun artık, battın belki de batıyorsun.
suçsuz yere hükümlü adamlar ve kadınlar, onlar da uyumuyor, sen de uyumuyorsun.
Esas suçlu adamlar ve kadınlar, iftira attıkları hükümlülerini ziyaret ediyorlar, sen izliyorsun.
Suçsuz, suçluyu görmek istemeyebiliyor belki, bunu da biliyor musun?
Suçlu suçunu bildiği halde, itirafında gecikiyor buna varıyorsun.
Senden çıkan en adil suç, olmadığına özendiğin, erteleyip edemediğin itirafın, fark ediyorsun.

kapı çaldı. hayali adam uyandı. seni oyalamaya, sen de onu eylemeye mecburmuşsun gibi.
Artık isimler de seni çıldırtır oldu, bahanesini de bulamaz oldun, ağlayamıyorsun gibi.
bu gece bitti de sen boşa dönüyorsun, beklenmeyecekleri bekliyorsun gibi.



bu yazıyı arkadaşım fulya'nın şuradaki blogundan çaldım. alenen çaldım. iki ciğerimi, saat dişlisi tadında birleştirdi bu yazı yahu.

neyiM var bugün?

uzun süredir kendimi bu denli mutsuz, bu denli yalnız hissetmemiştim. bu yalnızlık ki, kimseyle doldurulmaz gibi. birinin bir şeyn eksikliği değil çünkü. çok tuhaf bir his. bir sürü arkadaşım / dostum / yakınım var. beni mutlu etmek isteyecek bir sürü güzel insan var. ama hiçbiri beni anlayabilirmişgibi gelmedi bugün bana. hiçbirini arayıp anlatmak istemedim sebeplerimi. diğer kişileri arasam bana "sıkma canını kızım ya, takma kafana deli misin" diyeceklerdi ve ben takmaya devam edecektim. takmaya devam ettiğim gibi onlara da sinir olacaktım yersiz yere. kronik regl gibi, ergen gibi somurttum akşam eve geldiğimde. bir posta da anne tribi eklenince üstüne, gerçekten bir anlık yok olmak istedim.sevdiğim kitapları aldım elime. altını çizdiğim yerleri okudum. "o ha" dedim kimi yerlerde, kimi yerlerdeyse "bu ne ya bunu neden çizmişim" dedim. kendim bile kendimi anlamadım bugün. aklıma bir kişi geldi, sanki gözümün önünde gibiydi, çok tuhaf hissettim kendimi, ağır ağır odasını topladığını gördüm. resmen rüya gibiydi. hatta gerçek gibiydi. arayıp "napıyorsun?" diye sorsam, eminim ki "ay napıyım, odamı topluyorum" diyecekti. o yüzden korktum aramadım. öyle deseydi, cevap veremeyeceğim bir soru daha oluşacaktı kafamda ve şu an son ihtiyacım olan şey bir soru daha...


ve inanır mısın sevgili blog, kimsenin anlamayacağını düşündüğüm, beni boğan şey aslında gayet hayata dair. belki herkesin derdi olan bir şey hatta. bu sabah özellikle hiçbir istediğimi başaramadığımı gördüm. görmedim de hissettim diyelim. eskiden 25 yaşına geldiğimde çok farklı yerlerde olmayı umuyordum. hayallerim vardı. hiçbir zaman evlenip çoluk çocuk, yakışıklı, anlayışlı koca hayalim olmadı. olamayacak kadar özel biriydim çünkü ve hayat en çok da bu yüzden zorluyordu bu aralar beni...


"en çok yakınlık duyduğun, yanında olmak istediğin kişiler; senden uzak kalmaya gereksinim duyacak kişiler olacak" diyor bir yazısında Oruç Aruoba. enteresan bence. gerçekten de öyle değil mi sizce de. bunu aşka dair ilişkilere indirgemeyin ve bi düşünün...


ve şimdi keşke ben bu bilgisayarın başından kalksam, yarın işe giderken giyeceklerimi hazırlasam, dişlerimi fırçalarken bir kadın bağırsa yarım yamalak türkçesiyle bana. "disleriğni firçalayaceksan firçelema, çay pişirdim ben" dese. gülümseyip fırçamı bıraksam, salona geçsem, Rachael Yamagata bana paptya çayı yapmış olsa, gazeteleri toparlarken de over and over'ı mırıldanıyor olsa...
işte o zaman geçer bu kronik regl halim. ama olmayacağını bildiğimden mütevellit, kendime Nil açıyorum ve soruyorum: "neyiM var bugün"


pek tabi cevap veremiyorum, "yok bi'şeyim" diyorum. ben bile beni anlamazmışım gibi geliyor. ama ben zaten kimseyi anlamıyorum, sadece anlayış gösteriyorum.


hep hayatlarına kurtarıcı olmak için girdiğim kadınları erkekleri düşünüyorum son olarak. denemiş ama kurtaramamış LOSER bir HERO olarak (rachael okurken anlasın diye yazdım) kurtarılmayı bekliyorum kendimden.


bir insan kendisinin en fazla ne kadarı olabilir?
sözde kalır sevgilim,
sözde kalır bütün sözler.
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister...*




*birhan keskin
öyle bir şeyden, öyle bir korktum ki az önce. içim parçalandı sanki. ama yanlış görmüşüm, korkulacak bir şey yokmuş. bir an kalbim düştü sanki. kırılacak diye korktum, ama halıya denk geldi;yere değil...


fonda: mete özgencil - şefkat gibi.mp3

"çok içkiliydik" demiş...

içme o zaman pezevenk. şu fotoğraftaki benim hem içki, hem de mutluluk sarhoşu olduğum günlerden biri. övünmek gibi olmasın da, insan içince maksimum kullandığı kelimeleri seçemez, ayağını salladığı yeri seçer bence.
iyi insanlar olun. yanındaki köpek de o şerefsizin sahibi olsaydı, muhtemelen tasmasından çekip onu durdururdu. Bilmem anlatabildim mi?

puştlar, ikiyüzlüler ve nankörler üzerine

o öyle değil demek istiyorum. ama haksız çıkarım, haksız çıkartılırım çok iyi biliyorum, ben kötü olurum her zamanki gibi. o yüzden susuyorum ve uzaklaşıyorum. anlatacak kimsem yok. anlayabilecek kimsem yok. buraya yazıyorum. unutmamak için. keyfi bir anıma gelir de ben de onlara benzerim diye korkuyorum. o yüzden yazıyorum her şeyi. nankörlüklerinden, ikiyüzlülüklerinden çok sıkıldım birçoğunun. isteyip istemiyor gibi yapmalar, yapmam diyerek yapmalar. bana göre değil, hiç değil ve itici, güven sarsıcı...
aman bilu, sen onlara benzeme...
sakın sakın benzeme.
bitmemiş her sevişme, paslı bir iğne gibi doğrudan kalbe yürür...
Kendimi çok yalnız hissediyorum.
O benim en iyi arkadaşımdı...


Bu cümleleri söyleyen bir ilkokul öğrencisi. en yakın arkadaşı Esra, beden dersinde koşarken yere yığılıyor. Küçücük bir kız çocuğu belki 9 belki 10 yaşında; kalp krizi geçiriyor. Sınıf arkadaşına uzatıyorlar mikrofonu, "Esra arkadaşın mıydı" diyorlar. Başlıyor küçük kız ağlamaya, "kendimi çok yalnız hissediyorum, o benim en iyi arkadaşımdı."

Sabah haberleri bu şekilde canımı sıktı epeyce. Bu kadar küçük kalpler, bu yalnızlığı nasıl anlar, nasıl taşır anlayamıyorum. Ben ve bir çok akranım zor taşırken, daha büyükler zor taşırken. 85 yaşındaki yan komşumuz taşıyamazken... Elbet yaşla ilgisi yok. Ama en yakın arkadaşı kaybetmek... Çok zor olmalı.