Sevgili Noel Baba...
Mektubuma sana gerçekten inandığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Sen varsın biliyorum. Herkes gidecek ama sen her yılbaşı var olacaksın biliyorum.
Geçen yılım gayet keyifli geçti. Bunda senin olduğu kadar benim de emeğim var, bu nedenle fazla şımarmaman gerektiğini düşünüyorum. Ama yine de yakıştırıyorum sana şımarmayı.
Geyiklerin nasıllar, sev onları benim için gıdılarından.
Eski yıl çok heyecanlı ve kalabalık geçti sahiden. Şöyle bir arkama baktığımda gerçekten de çok üzücü şeyler yaşamadığımı, beni üzen kişi ve olayları da aslında yine de iyi yönleriyle hatırladığımı fark ediyorum. Yeni yıldan beklentin nedir dersen, çok öyle aman aman çılgınca dileklerim yok. Ama gönül meselelerinde 2010'da olduğu kadar yorulmayayım istiyorum. Her şeyi çok fazla düşünmemek ve kafa yormamak istiyorum. Biraz gelişine vurmak istiyorum artık, topu göğsümde yumuşatmak istemiyorum. İş meselelerinde akrep burcu yanım ortaya çıkmaya devam etsin istiyorum. Tam bir sürtük gibi işimi yapayım istiyorum. Arkadaşlarıma gelince, kalbimdeki ve aklımdaki isimler hiç gitmesin istiyorum. Beni aramasınlar sormasınlar ama arayabileceklerini bilsinler istiyorum, arayabileceğimi bileyim istiyorum.
Evet çok para istiyorum. Yapmayı istediğim bir şeyi yapamıyorsam bu parasızlıktan olmasın mesela, keyfi olsun istiyorum.
Yeni şehirler göreyim, ankaraya yine gideyim, ama bu sefer antalya'ya da gideyim, eskişehirde de içeyim istiyorum. istanbul'da da hiç gitmediğim yerlere gideyim, şehrimin değerini bileyim istiyorum.
konser konser gezeyim, geceleri gittiğim yerlerde birileriyle tanışayım, kaynaşayım, ertesi gün hatırlamayayım isityorum.
aşk, para, pul, sağlık, huzur...
hepsini arsızca istiyorum ve benim olacaklar zaten. sadece Sevgili Noel Baba, sadece sen de bil istedim...
Seni seviyorum...
onun yerine saatlerce içtim arkadaşlarımla.
ankaraya gittim dağıttım bir güzel.
tez yazmak yerine eğlendim çılgınca.
kakır kikir güldüm.
dertleştim, sarılıp ağladım canlarımla ciğerlerimle.
filmler izledim, seviştim tez yazmam gereken bir çok anda.
saatlerce msn muhabbetlerinde meze oldum kahkaha sofralarına.
kediler sevdim, yemekler yaptım sevdiklerime...
sonra sıkışınca yazdım bir şeyler, ama yakışmadı.
bir de azar işittim hocadan. "benim çalışma stilim bu değil" dedi. "boşuna uğraşma" dedi.
kaldım, kendimi savunamadım bile.
2. döneme kaldı tezim. sikindirik bir tez için 400 tl harç vereceğim tekrar.
olsun...
yukarıda yazdığım şeylerin bedeli 400 tl + bir profesörden azar işitmekse.
olsun lan.
olsun amına koyim.
hani cidden sefam olsun.
yok kendini avutmak değil bu, yanlış anlaşılmasın.
ama sikerler lan. sikerler yani...
iyi ki yapmışım!
Buharını burnuna çeken kadını,
Mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
Gözyaşını kabuklara saklayan Mari’yi
Kocasıyla artık sevişemediği için
Kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen Servi’yi
Düşündükçe
Ölüvermişim…
dün
Böylece bitmiş yani,
Birdenbire"
içime dokundu be...
tamamı burada.
aBİ-SİKTİRGİT!
zeynep?
denek?
denep?
deynep?...
vs?
hangisi yıldız demekse o işte. güzel gece... bir süre uslu durmak gerek .)
keşke hasta olsa.
Deniz'e dedim, "şunu izle, izle ve yıkıl." Sık sık ağzını burnunu kıracak şarkılar ve klipler yollardım ona, ama bu farklıydı. bu bambaşka bir hissiyat yaşatacaktı ona. sonra ben de 9 kere falan izledim. Dacar bir mail atmış. verecek cevap bulamadım ve ona da yolladım, "al izle, her zaman arkandayım" dedim. çünkü biliyordum. aşk acıtırdı, aşk delirtirdi, aşk kanına kemiklerden girerdi. sızlayan yer göğüs ya da mide değil,tüm beden olurdu. çok çok iyi biliyordum. çok büyük bir aşk yaşadığımdan değil; çok güzel aşklar yaşadığım için. her izlediğimde 5 dakikanın sonunda içimde bir taş büyüdü.
"evet insanlar ölüyor ama sevgilim de beni terketti" diye bir cümle kulaklarımda, dudaklarımda ve tam da içimde yankılanıyordu. "keşke hasta olsa, hasta olsa onu ziyarete giderdim ve biz yine birbirimizi severdik".
çok tutkulu, çok zararlı bir sevme şekli. hatırlıyorum, geçmişte aşık olduğuma inandığım biri için kendi kendime şu bencil ve hastalıklı cümleyi kurmuştum: "madem benimle olmuyor, inşallah ölür. benimle olmayacaksa, sevgilim olmayacaksa inşallah ölür." belki de birçok kez kurmuşumdur benzer cümleleri. yani diyordum ki, o benimle olmayacaksa, bunun sebebi onun hiç olmaması olmalıydı. biri bana onu sorduğunda ayrıldık veya beraber olamadık demek yerine, "öldü yoksa çok mutluyduk biz" demeyi tercih ediyordum. sağlıklı bir sevme şekli olmadığı çok alikar elbet. ben böyle sevilsem korkarım ve kendimi piç gibi hissederim. "kalbimi sikeyim lan" derim. herkes ölebilir, onu herkese değişebilirim. yo yo, hiç sağlıklı değil. şu an kimse için öyle düşünmüyorum. düşündüğüm hiçbir kişinin de bunu haketmediğini düşünüyorum.
"hastalık yayılıyor, depresyon yayılıyor, DEPRESYONUM YAYILIYOR!!" Hiç depresyona girmedim. Allah sokmasın. zor zamanlar geçirdiğim, günlerce halıdaki ilmekleri saydığım, ağlarken uyuyakaldığım, içmekten komalık olduğum zamanlar oldu. ama hep sevdiğimle olmak istedim, hiç ölmek istemedim. hiç antidepresanlara sığınmadım. bunun en büyük sebebi de beni iyi hissettiren her şeye bağlanmak gibi bir huyum olmasıydı ve anti depresan beni iyi hssettirecekse ona aşık olmalıydım mutlaka. bir keresinde begüm demişti, "bilu iyi değilsin bir doktora git" o an yüzümü ateş bastığını hatırlıyorum ve o gece dışarı çıkıp eğlenmiştim. sonra mutsuz eden sebebi de sevmeye başlamıştım. falan filan....
sevgilim...
o gitti...
daha acı verici bir şey düşünemiyorum.
hayır hayır, o gitti, gitti... derin derin nefes al...
burnundan al, ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al, 10,9,8,7,6,5,4,3,2,1
o gitti.
hastalık, televizyon, bugün 7 kişi öldü.
olabilir dedim içimden, olabilir. insanlar ölür, doğanın dengesi bu. ama insanlar birbirini terkedemez. Eder. Ama birdenbire etmez.
Siz ölüyor olabiliriniz ama sevgilim de beni terketti.
...
sevgilim... onun için endişelenmiştim, "ya hastalığı kaparsa" diye.
keşke hasta olsaydı.
hasta olsaydı onu görmeye gidebilirdim. elini tutardım, bana ne kadar üzgün olduğunu söylerdi ve biz yeniden birbirimizi çok severdik.
keşke hasta olsa.
...
ben kötü biri değilim.
hayır hayır, o gitti.
derin derin nefes al... burnundan al, ağzından ver, saymaya başla, nefes almaya devam et, nefes al, 10,9,8,7,6,5,4,3,2,1
iyiyim, ben çok iyiyim, ben iyi biriyim.
o gitti
sadece uyuyamıyorum.
vicdan filmleri: 10, 9 , 8...
ben tümünü izlemenizi öneririm, farklı zamanlarda, sindire sindire...
beni bu kadar çok ağlatmasına gücenmeden katlanabileceğim,
her şeyi anlatmasam da, her şeyi anlatabileceğimi bildiğim,
birbirimize 1 tl'nin lafını yapıyorken, aslında sadece birbirimiz için çalıştığımızı bildiğim,
saçlarının dökülmesine benim üzüntülerimin de sebep olduğu,
dolaplarını her zaman karıştıracağım,
ama asla dolaplarımı karıştırmayacağını bildiğim,
bana şiddet uyguladığı günlere rağmen sevdiğim,
elime fırsat geçtiğinde bile kıyamadığım,
aslında nefret ettiğim bir kişilik tipi olmasına rağmen taptığım,
yolda tanımamazlıktan gelip akşam aynı sofraya oturduğum,
bana karşı böylesine acımasız olmasına rağmen hep affettiğim,
bana karşı böylesine şefkatli olmasına rağmen kötüleyebildiğim,
burada yazmadığım, yazamadığım bir çok iyi şeyi bana yaşatmasına rağmen kıymetini zaman zaman bilemediğim,
burada yazmadığım, yazamadığım bir çok kötü şeyi bana yaşatmasına rağmen ağzını burnunu dağıtmadığım
tek bir adam var bu hayatta.
bugün abim izne geliyor askerden...
kıpır kıpır içim. görüşmeyeli çok oldu, saçlarımı kesitrdiğimden bile haberi yok. ben bu kadar sevgi ve özlemle onu anıyorken, o beni görüp "saçların iğrenç lan, ilhan mansız'a benzemişsin" diyecek, "napıyorsun lan şişko" diyecek. ben sabırla gülümseyeceğim.
çok özledim...
ne derseniz deyiniz...
bana beni hatırlattı.
geçmiş zamanın benini...
içim acıdı o zamanki saflığıma.
sonra öptüm yaralarımı bir bir.
tıpkı senin öpmediğin gibi.
tıpkı daha da fazla açtığın gibi.
yaralanan her yerimin üstüne elimi koyup sana göstermek istemeyişim, dün gibi...
ama ne var biliyor musun?
şu an dinlediğim bir şarkı var...
şöyle diyor;
"Wanna feel my heart break if it must break in your jaws "
anlatabildim mi?
sen anlayabildin mi?
bu kadar..
hadi adam, hadi...
yine öp kırıklıklarımı, yine öp sıcaklıklarımı
yine gül gözlerime...
hadi adam hadi...
Allah canımı alsın ki çok mükemmel bir insanım lan ben!
Selam naber?
seni görmem imkansız diye bir grup var. iki hoş hatun oturmuşlar masaya, "ulan bak sana çok garip bişey göstercim" dercesine birbirine gülümseye gülümseye müzik yapıyorlar. alenen müzik yapıyorlar ve pek keyifli. bu grubu ayrıca ele alırım belki bir ara. bu konuyu geçiyorum. iki hatun dedim ya, bunlardan biri gaye su akyol adında. ben bilmiyordum, belki siz biliyorsunuzdur, muzaffer akyol'un kızı kendisi. seni görmem imkansız şarkılarından kelli zaten seviyorum. sokakta gece yarıları adını çığırmışlığım da var zaten :) çok sevgili bir arkadaşımın teklifiyle sergisine de gideyim dedim, elit olayım, sanat okumaları yapayım (!) neyse gittim, biraz geç gittik. güzel bir ambiyans, havada uçuşan kadehler, cici giyimli hanımlar beyler geziyor da geziyor resimler arasında. biz de kendi çapımızda bakındık minik minik. muzaffer akyol'un 2 büyük tablosu(nar ve cumhuriyet ağacı) ve kapı üzerine yapılanlar en dikkatimi çekenlerdi ve çok da güzeldi sahiden. sanat kısmını geçiyorum, çünkü bu konuda sağlıklı bir yorum yapacak cesareti bulmuyorum şu an için kendimde. ama büyük bir salonum olsa o ağacı kesin alır başka da bir eşya koymazdım o salona.
gelelim kızımıza, genel olarak fotoğraflarında gördüğüm tablolardı aslında. ama bir tablo ki, yanındaki açıklamayla beni benden aldı. cızzt etti içim.
tablo ekranda gördüğünüz tablo, yazı da şöyle:
bana deniz gerek.
pullarım kanıyor."
bilmiyorum ya, anlatamıyorum.
sadece, balık olmaktan bıktım lan ben.
bir küçük kadın
bugün bayram. çok tuhaf, hiç diğer bayramlar gibi değil. eksiklikler çok. sıradan bir pazar günü sanki. anneannemle dedem çanakkaleye yerleştiğinden beri, ben artık büyüdüğümden beri bayramlar eski bayramlar değil. bugün evden çıkmadım. sabah bir telaş duş almadım, abimle didişmedim. tüm sevdiklerim bambaşka şehirlere dağılmış. hatta ülkelere. bugün el öpmedim ben, iyi bayramlaaaar diye neşeyle cümleler kurmadım. annemle kahvaltı edip evin çeşitli köşelerinde kah internette kah elimde bir kitapla takıldım. uçurtma bile uçurmadım. deli gibi de hissetmedim ki her günüm bayram olsun. eksikti çok şey bu bayram. oturdum öylece. müzik dinledim, sustum hep. saçlarımla oynadım. bu mu bayram dedikleri. 9 gün. 9 koca gün yalnızlığımı hissedeceğim ve kimsenin gelip de geçiremeyeceği.
iyi şeyler de olmuyor değil elbet. ama bilirsiniz, bayramın konseptine aykırı hüzün. bayram bu değil halbuki. bir sürü kesilen hayvanlardan bahsetmeyeceğim hiç. babamı bile görmedim bugün, arayıp kutlayıverdim soğuk soğuk. abim askerde. her şey bir başka yalnız sanki bugün. hiçbir şey yapasım yok. ben bu bayramı bayramdan saymıyorum, yok saymıyorum.
yine de iyi bayramlar elbette herkese...
o çocuk benim :)
kalbine hakim ol çocuk, umut daha tükenmedi.
yürü yolları çocuk, yollar henüz bitmedi.
inan, sakin ol çocuk, Tanrı seni terk etmedi.
bir masal biter, sessizlik başlar, kalbini okşar uyutursun, uyutursun
gözlerin dolar, avuçların terler, bir yalan söyler avutursun, avunursun
yerle bir olmuş bu yıkık dökük şehre, bir şarkı söyler susturursun, susturursun
acıya acıya, acıta acıta, ellerin acıya dolaya dolaya
bir kalbi kanata kanata unutursun unutursun
gökyüzünde batarken güneş, yeryüzünde sessizliğin
ateşe aşık yanarken sen, unutursun unutursun...
bir masalda ölürken kahraman, bir şehir düşerken içimde
izlerken gözyaşlarımla unutursun unutursun
bir yalan devrilirken önünde, maskesi düşerken mucizelerin
korkmadan koşarak katilin üstüne, unutursun unutursun
düştüğün o çukurun dibinde silkenerek tozdan topraktan
sanki hiç olmamış gibi unutursun unutursun...
sanki hiç olmamış gibi...*
E Cem durmuş durmuş, bana şarkılar yazmış ama :) hani bazen güçlenmek istersiniz ya ve bu güçlenmek öyle portakalla cevizle olacak gibi değildir. benim ihtiyacım yoktu bu ara gerçi. ama tatlı üzerine kaymak oldu cem bu şarkısıyla. siz de seviniz, şuradan dinleyiniz, buradan indiriniz. Ama albüm çıkınca satın alınız :D
edit: indirmeyin la indirmeyin, link değişmiş :)
güzel günler :*
love M
sonra...
sonra...
bir adam. bir adamın tenini kokladım, terini tattım ben o gece, nefesini soludum. gözlerine bakıp "seni seviyorum yaa" dedim en saf ve içten halimle. o da bana dedi. "seni o kadar çok seviyorum ki" dedi, iyi ki "merhaba" demişsin bana o gün dedi. gülümsedim o an. içimdense "evet lan,iyi ki demişim" dedim. elinden tutup dans ettim, kahkahalar attım onunla. bir şeye sevindiğini anladım ve sevindim onunla. elinden içtim içkiyi ve elimden içirdim sigarayı ona. sarılıp yürüdüm istiklal caddesinde o adamla gülerek. en yorgun ve en neşeli hallerimize bir yenisini daha ekledim. sabahçı büfelerden birinde yemek yerken, dalga geçtik birbirimizle biz ve çok güldük. ve bensabah uyandığımda yine o adamı gördüm yanıbaşımda. gülümseyip biraz daha uyudum. kitaplarını okudum, taze demlediği çayı içtim ben onun ve kahvaltısını paylaştım. bir sırrını bir hevesini anlattı bana, onunla heveslendim ben de.
o adamı yaz yaz bitiremem ben, anlatsam da bitiremem. bakarım gözlerine anlar o beni. işte ben bunu seviyorum. ben bir tek ona anlatabilirim domatesli pilav hayallerimi.
ve işte bu başka bir şey. bu aşk gibi ama aşk değil. ya da tüm o yaşadıklarımız aşk değil, bilemiyorum, anlatamıyorum da. o adamı düşündüğümde bir göl ve yeşillik geliyor gözümün önüne...
sen bunları okuduğunda anlayacaksın ki sana yazdım tüm bunları güzel adam. şu an her şeyi bir kenara atıyorum ve içimden gelen en samimi cümlelerle sana dua ediyorum. Sana, aşkına, tutkuna... kalbinden nasıl geçiyorsa onları yaşa en güzel haliyle...
seni seviyorum...
Şey ya, kesildim çok fena. Öyle akıllı uslu işimdeydim gücümdeydim. içimi sindirdi bu şarkı ve kaşınıp klibini izledim uzun süre sonra mal gibi. Vurgunun yükseldiği her an kalbimden çekilen bir teldi belki de.
kaybetmek...
artık olmamak...
aynı olmamak...
çok acı lan. hayat değişiyor ve bazı konularda, bazı noktalarda duruyor insan. takılıp kalıyor. ne ileri ne geri. baştan başlamaya kalksan aynı yere gelene kadar sorun yok, sonrası aynı. hep aynı son. aynı yerde, aynı engel. Gittiğin yere kadarsın bir noktada ya da kaldığın yer kadarcık. 2 sene öncede kaldıysan ya da fazla hızlı gidiyorsan...
anlatamıyorum...
bunları getirdi bu şarkı ve klip bana, tuhaf.
her başlangıç bir bitiş sanki ve her bitiş bir başlangıç.
anlatamıyorum. şakaklarıma dayıyorum ellerimi, çıkamıyorum içiMden. çok tuhaf ve çok zor ve bir o kadar da amaçsız.
siz de burdan izleyiniz.
pek güzel şeyler oluyor, enteresan. Balçığa sıvanmış o sikindirik hayatım bir profesörün ağzından dökülecek 5 kelimeye bağlıymış meğer. aşk meşk para hiçbir sikim derdim kalmadı sanki. nasıl bir yük kalktı omuzlarımdan anlatamam. sevinçliyiz hepimiz yaşasın okulumuz bile diyebilirim bu doğrultuda. Ancak buraya yazıp uğraşamayacağım da rüyamda Hakan Poyraz'ı görmem boşuna değilmiş. Ancak mete özgencil hala bir soru işareti zihnimde. hadi hayırlısı :)
sevindim ve sevindiğim gibi benim için sevineceklere de haber verdim, onlar da sevindiler anlamasalar da. özellikle selin'in mesajı beni benden almadı değil. Şöyle dedi "aai ama neden olduğunu söyle de bu anlamsız sevinç bir anlam bulsun" buna çok güldüm. selin beni hep güldürür zaten. ayh hadi hayırlısı diyecek oldum şu an tekrar. çok süper gaza geldim lan. üzmesin artık hiç kimseler hiçbir şeyler beni.
lütfen ya.
özlemişim içimdeki bu hevesi yemin ederim.
sevgiler...
herkes iyi olsun tamam mı :*
senden iyisi yoktu, bir de beni severdin
umrumda
umrumda değil desem, hayal etmem desem
ya kaybolup gidersen, bir de beni sevmezsen
umrumda
haydi şimdi uzak dur artık benden
yola koyul ara dur, yola koyul uzak dur artık benden
büyüleri çözerdin, kimseye söylemezdin
senden iyisi yoktu, bir de beni severdin
umrumda
elimde değil sevsem, terk edemezsin desem
ya kaybolup gidersen, bir de beni sevmezsen
umrumda
haydi şimdi uzak dur artık benden
yola koyul ara dur yola koyul uzak dur artık benden*
nefesini içtim ben senin, soluğunu yuttum.
Koksalar Fulya
@heterya bende o, soluk borusuna kaçıyor, akciğere yerleşip, belli bi süre sonra öksürüğe çeviriyor. tutamadım kendimi 'yazıcam bunu' diye.
heterya bilu
@Koksalar ya da sert bir sigara dumanı gibi, çekiyorsun yerleşiyor, çıkmıyor, öksürtmüyor ama zorlaştırıyor işte hayatı, alenen...
:)
26
O'ysa, o günkü ak rengi kadar temiz kaldı -senin içlerinden geçtiğin, geçirdiğin ve şimdi üzerine sinöiş lekelerini temizlemen gereken bütün pisliklerden uzak durdu-durabildi,kalabildi- -şuradan belli kisen de kalabilip de bir biçimde ortaya koyabildiğin son temiz beklentileri gördü ve tanıdı-üstelik, kendsi olarak; kendiliğinden kendisinitanıyıp, geldi sana...
Temizsindir diye - oysa değilsin...
Kirlisin-
O da şimdi bu eskimiş sen'i gözden geçirecek - değer mi diye...
Onca yıldır onun da beklediği- beklenmeyi beklediği, istediği, arzuladığı- mısın diye... -bekliyosun da beklenilmeye değer misin?!... *
ne güzel şeydir beklenmek, beklenebilmek, beklenmeye değer olabilmek...
nasıl bir iç huzur var bedenimde anlatamam.
anlatabilir miyim ya da...
Bilmiyorum.
Hava nasıl güzel bir sonbahar anlatamam.
anlatabilir miyim?
bilemiyorum.
yaprağı düşmüş, çıplak kalmış bir çok ağaç karşımda. kış bahçesi olmuş balkonumuzdan bakıyorum. camı açıp derin derin nefes alıyorum, burnumu yakıyor oksijen. bu kadar güzellik bana fazla. kahvemi yudumlarken buluyorum kendimi. nasıl ekşi bir tat... her şeyi biliyorum aslında. sonbaharı da biliyorum, solmuş sararmış huzurlu yaprakları da biliyorum. kendimi bir kuru yaprak gibi hissediyorum hala yeşil yapraklar barındıran gövdende. düştüm düşeceğim. biraz ben tutunuyorum sana, biraz da sen tutuyorsun beni, yeşil halimi bildiğinden. yüzüne yansıttığım güneşi sevdiğinden, sana nefes aldırdığından kelli sevdiğin yağmur damlalarının üzerimde dans edişini sevdiğinden. en sevdiğin yaprağın mıydım ben? bak düşmek üzereyim şimdi. Sen bile tüm heybetinle karşı koyamıyorsun bu düzene....
ve düşüyorum şimdi ben. inceden bir "çıt" sesi, kırılır gibi. sen de bakıyorsun yeşil yapraklarınla bana. bense çoktan yolu çizilmiş, sınırdışı edilmiş, üstüne suçlar yığılmış bir mahkmum sanki. suçlar benim ağzımdan söylenmiş birinci tekil şahıs ile ama ben susmuşum hep aslında. kızamıyorum doğama. beni var eden doğama, beni ben yapan doğama kızamıyorum. isyanlarım olmuyor değil, gülümseyip susuyorum. ilk ben düşüyorum eteklerine ya, ilk ben döneceğim aslında sana. o toprağa karışacağım çok sevdiğin yağmurla ve yavaş yavaş köklerinden karışacağım sana, doyuracağım seni. o soğuk kış gecelerinde, soluk dallarına kar taneleri düştüğünde ben çoktan içine girmiş, damarlarını, halkalarını ısıtıyor olacağım. düştükten sonra rüzgara yenileceğimi mi sandın sen? yenilmem ki... yavaş yavaş ilerleyeceğim seni sen yapan o güzel dallarına. içimden bir parça bırakacağım her geçtiğim yerinden. seni kendimle yıkayacağım, içini içimle yıkayacağım.
kuzenim: evet bitmiş.
b: poff...
k: of kesin leyla arayacak gel diye.
b:kuzenim geldi gelemem de.
k:aynen öyle, kesin mehmeti görmek için aşapı inelim diyecek.
b: o ha hala mı mehmet?
k:valla hala mehmet.
leyla mehmeti seveli 5 sene oldu, mehmet leylayı istemeyeli de 5 yıl oldu. nasıl bir azim, nasıl bir aşk(!), nasıl bir kafa bu? leyla, akıllı olsana kızım...
aslında mehmet leyla ile 1 ay çıksaydı, leyla da mehmetin insan olduğunu anlardı. et kemik falan. leylaya diyorum ki "mehmet de insan o da sıçıyor, porno izliyor, ter kokuyor, ayakları kokuyor biliyor sun değil mi bebeğim?"... leylanın cevabı net: "olsuuuun"
allah sizi bildiği gibi yapsın, gençlik işte...
hayır mehmet de bi sikime benzese yüreğim yanmaz, buldog suratlı bi tip. neyse...
dün akşam çok enteresan ve seksi şeyler oldu. asıl onu anlatacaktım da leyla gerdi beni. ne diyordum? heh seksi...
gece yalnızdım, erken yattım uyudum.bir uyandım ki biri parmaklarımı yalıyor. neye uğradığımı şaşırdım. ama elimi oynatmadım hiç, bi yandan garipsemiş bi yandan hoş mu gelmişti ne :) gözlerimi kısarak bunu kimin yaptığına bakmak istedim. bir de baktım ki sıla. "ulan sıla ne işin var burda, neden parmaklarımı emiyorsun" da denmiyor, sıla bu yani sonuçta, denmez, diyemem. allah allah ulan... birincisi sılanın ne işi var benim evimde. hadi oldu da geldin; gelmez de geldi diyelim. yatmam ki ben. oturur sohbet ederim, film izlerim, şarkı söyletirim falan. neden uyuyayım lan salak mıyım? neyse ardından kafamı kaldırdım güldüm "napıyorsun sılacığım" dercesine. sonra da alarmım çaldı uyandım. meğersem kolumun üstüne yatmışım. o da karıncalanmış. hey allahım ya, rüyaya bak. rüyam bile imkansız lan. bir kahkaha attım, kolumu elimi sıvazladım. "hadi" dedim "bilu, hadi işe" kalktım hazırlandım bütün gün buna gülümsedim... iş yerimde de bu rüyayı anlatabileceğim kimse olmadığından mütevellit kendi kendime pıstım sustum...
her yazdığım olduğu için buraya şunu da yazayım; sevgilim ve ben bugün hiç bilmediğimiz bir şehirde, hiç bilmediğimiz bir dilde tiyatro izledik. çok keyifliydi. sonra otele dönüp küvet keyfi yaptık, sanırım gençleştik...
ama arkadaşlar iyidir...
içimden geçeceksen eğer, buradayım yürü üzerime.
ateş, şiir hepsi hazırım ben. gel, gel, gel, gel...
istersen dinlen içimde, köklerimden bir şarkı var dilimde.
çıplak ayaklarla gez her köşemde. gel, gel, gel, gel...
...
benim adım orman, örtü yaptım yapraklardan,
serdim herkesin üstüne.
sür yüzünü yüzüme, korkma yalnızlıktan...
şebnem ferah - benim adım orman
su bardağından şarap içmek...
...çünkü uyandım.
böyle rüya mı olur lan amına koyim. rüyamda hayır yok. mete özgencil'in benim rüyamda ne işi var. hakan poyraz'ın işi gücü yok mu benle şarap içecek?
neyse güzeldi ama, uyanıp epey gülümsedim. işe gelince de 1-2 kişiye sansürlü olarak anlattım. Allah hayırlara çıkartsın artık ne diyeyim :)
neyse ki hayatımızda natalie var...
son zamanlarda içime bir yerlerden nefret, kin, hırs damlıyor. ne birine karşı bu, ne de biriktirmek için. ama hissediyorum ve darlanıyorum. durumlar, genel olarak insanlar, genel olarak ben, beim fena halde sinirimi bozuyor. elimde değil, siktir edemiyorum bazı şeyleri.
oysa ben iyi bir insanım. valla lan. hep böyle sevdiklerimi üzmeyeyim falan kafasındayım. bir yerlerde bir yanlış yapıyorum ama tam çözemedim.
şu fotoğrafı izlediğim bloglardan birinde buldum ve çaldım.
böyle kahvaltılar hazırlayabilen bir insandım ben, ama sevginin saygının değerini bilmeyenler köreltiyor insanı. hiçbir şey değer görmüyor gibi geliyor. Cevat'a kızıp, Yusuf'un güzelliklerini görememeye başlıyor insan. Sema'ya kızıp, Refika'ya tavır alıyor ister istemez. Aşka indirgemeyin söylediklerimi. hayat böyle. sonra korunaklı, yapmacık, ukala oluyoruz kendimizi koruyacağız diye ve kim bilir neler kaçırıyoruz kendimizi korumak uğruna. çünkü sen ne kadar mükemmel bir sezar olursan ol, bir brütüs veriyor hayat sana. en az bir brütüs veriyor hem de...
tecrübe dedikleri şey sikilmiş götün mevzusundan fazlası değil azizim. ama bazen zevk alıyoruz işte, yok sayıyoruz tecrübeleri. "sen bana bunu bunu yaptın, ben sana böyle mi demiştim" diye biri çıkıyor karşınıza, "ulan ağzına sıçtığım, ben de sana böyle böyle demiştim, peki sen ne yaptın? " diyemiyorum. haklısın diyerek susuyorum. kırmamak için, zedelememek, üzmemek için. çünkü ben kırılıyorum, ne demek olduğunu biliyorum kırılmanın. kırmanın da ne demek olduğunu biliyorum.
ve lütfen kimse bana "hiçbir şeyden pişman değilim, yaptıklarım ve hatalarım beni bugün ben yaptı" gibi klişe sikindiriği bir laf söylemesin. çok sinirleniyorum. kimine dost, kimine sevgili, kimine arkadaş, kimine abla olduğum için çok pişmanım. ettiğim ve etmediğim laflar için çok pişmanım. siz 1 cümleyle hayat karartırken ben sadece izlediğim için çok pişmanım.
ben çok mu dürüstüm? evet lan dürüstüm.
tanıdık tanımadık, kızdık kızmadık, siktik sikmedik, sevdik sevmedik herkese söyleyeceklerim aynı;
mabel matiz - öteki.mp3
yazıyı okuyup bu ne yeaa diyorsanız sadece fotoğraflara bakın, güzel onlar.
Fulya naaptın abi sen?
sol elini destek olduğun başından al, sağ elinin üzerine koy.
kalemlere bak. boş sayfalara bak. kalemleri anlıyor musun?
sağ elin sol eline değmek istemiyor, bunu da biliyor musun?
sağ elin başka sol ellere değmek istiyor, buna varıyorsun.
kalem hiç dokunulmamış kağıda ilk mürekkep lekesini bırakmak istiyor, fark ediyorsun.
ayın sigarası tütmüş, dumanı da pencerene kadar inmiş.
güneş karşı tarafında, öksürmekten yorgun ve bitmiş.
güneş'in ay'a hayranlığı büyüklüğünden, saklanamamasından.
Ay'ın güneş'e kızgınlığı, bütününü zor bulmasından, bi tarafı karanlığından.
Ay ve güneş dünyaya hiç bakmak istemiyor, bunu da biliyor musun?
Ay ve güneş başka dünyalara hükmetmeyi istiyor, buna varıyorsun.
Tütmüş duman, karşı camının sana el sallayan elini gizlemiş, göremediğinden, fark ediyorsun.
Senden çıkanı garipsiyorsun artık, yaşlanmışım bahanesine yatıyorsun.
Sende olmayana özeniyorsun artık, battın belki de batıyorsun.
suçsuz yere hükümlü adamlar ve kadınlar, onlar da uyumuyor, sen de uyumuyorsun.
Esas suçlu adamlar ve kadınlar, iftira attıkları hükümlülerini ziyaret ediyorlar, sen izliyorsun.
Suçsuz, suçluyu görmek istemeyebiliyor belki, bunu da biliyor musun?
Suçlu suçunu bildiği halde, itirafında gecikiyor buna varıyorsun.
Senden çıkan en adil suç, olmadığına özendiğin, erteleyip edemediğin itirafın, fark ediyorsun.
kapı çaldı. hayali adam uyandı. seni oyalamaya, sen de onu eylemeye mecburmuşsun gibi.
Artık isimler de seni çıldırtır oldu, bahanesini de bulamaz oldun, ağlayamıyorsun gibi.
bu gece bitti de sen boşa dönüyorsun, beklenmeyecekleri bekliyorsun gibi.
bu yazıyı arkadaşım fulya'nın şuradaki blogundan çaldım. alenen çaldım. iki ciğerimi, saat dişlisi tadında birleştirdi bu yazı yahu.
neyiM var bugün?
ve inanır mısın sevgili blog, kimsenin anlamayacağını düşündüğüm, beni boğan şey aslında gayet hayata dair. belki herkesin derdi olan bir şey hatta. bu sabah özellikle hiçbir istediğimi başaramadığımı gördüm. görmedim de hissettim diyelim. eskiden 25 yaşına geldiğimde çok farklı yerlerde olmayı umuyordum. hayallerim vardı. hiçbir zaman evlenip çoluk çocuk, yakışıklı, anlayışlı koca hayalim olmadı. olamayacak kadar özel biriydim çünkü ve hayat en çok da bu yüzden zorluyordu bu aralar beni...
"en çok yakınlık duyduğun, yanında olmak istediğin kişiler; senden uzak kalmaya gereksinim duyacak kişiler olacak" diyor bir yazısında Oruç Aruoba. enteresan bence. gerçekten de öyle değil mi sizce de. bunu aşka dair ilişkilere indirgemeyin ve bi düşünün...
ve şimdi keşke ben bu bilgisayarın başından kalksam, yarın işe giderken giyeceklerimi hazırlasam, dişlerimi fırçalarken bir kadın bağırsa yarım yamalak türkçesiyle bana. "disleriğni firçalayaceksan firçelema, çay pişirdim ben" dese. gülümseyip fırçamı bıraksam, salona geçsem, Rachael Yamagata bana paptya çayı yapmış olsa, gazeteleri toparlarken de over and over'ı mırıldanıyor olsa...
işte o zaman geçer bu kronik regl halim. ama olmayacağını bildiğimden mütevellit, kendime Nil açıyorum ve soruyorum: "neyiM var bugün"
pek tabi cevap veremiyorum, "yok bi'şeyim" diyorum. ben bile beni anlamazmışım gibi geliyor. ama ben zaten kimseyi anlamıyorum, sadece anlayış gösteriyorum.
hep hayatlarına kurtarıcı olmak için girdiğim kadınları erkekleri düşünüyorum son olarak. denemiş ama kurtaramamış LOSER bir HERO olarak (rachael okurken anlasın diye yazdım) kurtarılmayı bekliyorum kendimden.
bir insan kendisinin en fazla ne kadarı olabilir?
"çok içkiliydik" demiş...
iyi insanlar olun. yanındaki köpek de o şerefsizin sahibi olsaydı, muhtemelen tasmasından çekip onu durdururdu. Bilmem anlatabildim mi?
puştlar, ikiyüzlüler ve nankörler üzerine
aman bilu, sen onlara benzeme...
sakın sakın benzeme.
O benim en iyi arkadaşımdı...
Bu cümleleri söyleyen bir ilkokul öğrencisi. en yakın arkadaşı Esra, beden dersinde koşarken yere yığılıyor. Küçücük bir kız çocuğu belki 9 belki 10 yaşında; kalp krizi geçiriyor. Sınıf arkadaşına uzatıyorlar mikrofonu, "Esra arkadaşın mıydı" diyorlar. Başlıyor küçük kız ağlamaya, "kendimi çok yalnız hissediyorum, o benim en iyi arkadaşımdı."
Sabah haberleri bu şekilde canımı sıktı epeyce. Bu kadar küçük kalpler, bu yalnızlığı nasıl anlar, nasıl taşır anlayamıyorum. Ben ve bir çok akranım zor taşırken, daha büyükler zor taşırken. 85 yaşındaki yan komşumuz taşıyamazken... Elbet yaşla ilgisi yok. Ama en yakın arkadaşı kaybetmek... Çok zor olmalı.