neyiM var bugün?

uzun süredir kendimi bu denli mutsuz, bu denli yalnız hissetmemiştim. bu yalnızlık ki, kimseyle doldurulmaz gibi. birinin bir şeyn eksikliği değil çünkü. çok tuhaf bir his. bir sürü arkadaşım / dostum / yakınım var. beni mutlu etmek isteyecek bir sürü güzel insan var. ama hiçbiri beni anlayabilirmişgibi gelmedi bugün bana. hiçbirini arayıp anlatmak istemedim sebeplerimi. diğer kişileri arasam bana "sıkma canını kızım ya, takma kafana deli misin" diyeceklerdi ve ben takmaya devam edecektim. takmaya devam ettiğim gibi onlara da sinir olacaktım yersiz yere. kronik regl gibi, ergen gibi somurttum akşam eve geldiğimde. bir posta da anne tribi eklenince üstüne, gerçekten bir anlık yok olmak istedim.sevdiğim kitapları aldım elime. altını çizdiğim yerleri okudum. "o ha" dedim kimi yerlerde, kimi yerlerdeyse "bu ne ya bunu neden çizmişim" dedim. kendim bile kendimi anlamadım bugün. aklıma bir kişi geldi, sanki gözümün önünde gibiydi, çok tuhaf hissettim kendimi, ağır ağır odasını topladığını gördüm. resmen rüya gibiydi. hatta gerçek gibiydi. arayıp "napıyorsun?" diye sorsam, eminim ki "ay napıyım, odamı topluyorum" diyecekti. o yüzden korktum aramadım. öyle deseydi, cevap veremeyeceğim bir soru daha oluşacaktı kafamda ve şu an son ihtiyacım olan şey bir soru daha...


ve inanır mısın sevgili blog, kimsenin anlamayacağını düşündüğüm, beni boğan şey aslında gayet hayata dair. belki herkesin derdi olan bir şey hatta. bu sabah özellikle hiçbir istediğimi başaramadığımı gördüm. görmedim de hissettim diyelim. eskiden 25 yaşına geldiğimde çok farklı yerlerde olmayı umuyordum. hayallerim vardı. hiçbir zaman evlenip çoluk çocuk, yakışıklı, anlayışlı koca hayalim olmadı. olamayacak kadar özel biriydim çünkü ve hayat en çok da bu yüzden zorluyordu bu aralar beni...


"en çok yakınlık duyduğun, yanında olmak istediğin kişiler; senden uzak kalmaya gereksinim duyacak kişiler olacak" diyor bir yazısında Oruç Aruoba. enteresan bence. gerçekten de öyle değil mi sizce de. bunu aşka dair ilişkilere indirgemeyin ve bi düşünün...


ve şimdi keşke ben bu bilgisayarın başından kalksam, yarın işe giderken giyeceklerimi hazırlasam, dişlerimi fırçalarken bir kadın bağırsa yarım yamalak türkçesiyle bana. "disleriğni firçalayaceksan firçelema, çay pişirdim ben" dese. gülümseyip fırçamı bıraksam, salona geçsem, Rachael Yamagata bana paptya çayı yapmış olsa, gazeteleri toparlarken de over and over'ı mırıldanıyor olsa...
işte o zaman geçer bu kronik regl halim. ama olmayacağını bildiğimden mütevellit, kendime Nil açıyorum ve soruyorum: "neyiM var bugün"


pek tabi cevap veremiyorum, "yok bi'şeyim" diyorum. ben bile beni anlamazmışım gibi geliyor. ama ben zaten kimseyi anlamıyorum, sadece anlayış gösteriyorum.


hep hayatlarına kurtarıcı olmak için girdiğim kadınları erkekleri düşünüyorum son olarak. denemiş ama kurtaramamış LOSER bir HERO olarak (rachael okurken anlasın diye yazdım) kurtarılmayı bekliyorum kendimden.


bir insan kendisinin en fazla ne kadarı olabilir?

Hiç yorum yok: