Ben, olmamışlara üzülüyorum. Olmuşlara değil.

Her zaman olabilecekken, tam şurada uzanabilecekken, her şey çok güzel olabilecekken olamayışlara üzgünüm. Benle başlamadı, benle bitmeyecek. Ben asla bilemeyeceğim kimin, neyi, neden yaptığını. Hatta kimse bilemeyecek. Ama onlar hayatına bu cehaletle ya da bu bilmeme isteğiyle devam edebilirken...

Ben neden hayatıma devam edemiyorum?

Oruç Aruoba öldü bugün.
Bugün 31 Mayıs 2020.
Bu yıl hiç güzel bir şey olmadı sanki.
Her şey kötü gitti, görmedi gözümüz iyi şeyleri...

Oruç Aruoba öldü bugün.
Bugün 31 Mayıs 2020.
Son 12 yıl nasıl biri olurdum acaba,
Hiç okumasaydım Oruç Aruoba?...
gülmesi, konuşması,
şaşırması...
şey gibi geldi.
sanki lisede en sevdiğim şarkıyı yıllaaar sonra minibüste duyma hissi vardır ya;
tam öyle!
tam yani!
insanı insan yapan iki yüzlülüktür...
Bulutların üzeri ne güzelmiş...
"en değerli hayalimdin sen, kendini yıktın. elden çıkarmak istemediğin gerçekler vardı, herhalde: bir yarım yamalak felsefecinin hayali olmak ise, istemedin. oysa onun yaşamında bir kez olsun gerçekleştirdiği, gerçek hale getirebildiği tek hayali olabilirdin. hatta, sanıyorum, bunu istiyordun da. hayalden gerçekliğe giden yoldaki adımı atmadın. "kaçtım" dedin.
işte: kaçtığın kendindi. belki de benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin. kim bilir, artık, geçti.."*

*oruç aruoba - ile
04.05...

Visa Vol. Bilmem kaç

Yol 1200km,
Havas 6 TL,
Sarılıp uyumanın keyfi paha biçilemez.

Pencere

"O kadar hızlı koşuyorsun ki, kaçtığının farkında değilsin."
Güzel bir gecenin sonunda ponçik gözlerle uyanmışlardı...
Sahi, hiç gitmemek mümkün müydü canım?
rakısından bir yudum daha alıp on üzerinden iki bile verilmeyecek hüzünlerini ardı ardına sıralıyordu. o kadar dert etmişti ki iş yerinde "günaydın" dediği meslekteşının ona cevap vermemiş olmasını. "belki duymamıştır" dediğimde "yok onun bakışlarından belli beni sevmiyor" diye devam etti. dertlerini küçümsemiyordum ama sadece dinleyip gülümsüyordum. "haklısın abi" diyordum. "evet abi, çok haklısın..."
"sen" dedi. "sen hiçbir şey anlatmıyorsun". yine gülümsedim. ne anlatabilirdim ki, hayat geçip gidiyordu işte hüznüyle sevinciyle gidiyordu. hüzünlerim sevinçlerimden ya da sevinçlerim hüzünlerimden daha çok değildi. normal bir hayattı. kendimi ne çok mutlu ne de çok mutsuz olarak nitelendirmiyordum. bir sümüklü böceğin yürüyüşüne gülümseyip, otobüse sığamadığı için içeri hamle yapmış olmasına rağmen geri inen amcaya üzülebiliyordum ve bunlar rakı sofrasında anlatılmaya değer şeyler değildi onun için. "ben aynı abi, değişik bir şey yok ki ne anlatayım" dedim.
gecenin başında ona sorduğum soruyu sordu "ee" dedi, "2016da neler oldu sende ve 2017'den neler bekliyorsun" dedi. gülümsedim yine. anlatmaya üşendiğim şeylere gülümsüyor olmam benim çok mutlu bir insan olduğum izlenimini uyandırmıştı onda. asla tatmin edemeyecektim hüzünlü şeyler anlatmadıkça... ısrarcı oldu, "hadi be kızım sen hiç ağlamaz mısın, hiç kalbini kırmazlar mı" dedi. iki kişi 50lik rakının son dublelerini içiyorduk. bütün gece içtiğim rakının hiç bir anlamı yoktu, bu soruyu sorduğunda içtiğim yudum kadar. o son yudumu içtim ve başladım:
"2016 mı abi, 2016 güzel başladı. güzel bir yılbaşıydı. işim, ilişkim, ailem, param, arkadaşlarım çok güzeldi. ama sana ne anlatabilirim bilmiyorum. merak ettiğin bir şey varsa sor tabi, ama ben anlatırsam ne anlatırım. barselona'ya gittim, çok keyifli bir 5 gün geçirdim.
sonra mart ayı boyunca beraber yaşadığım sevgilimin bile yüzünü doğru düzgün göremeyecek kadar çok çalıştım, karşılığında bir maaş prim aldım."
sözümü kesti, "oooh hayat sana güzel, neden hep güldüğünü anladım" dedi. sanki bir kaç bin küsür lira mutluluğu satın alabilecekmiş gibi... "devam et" dedi bir yudum daha içip.
" sonra on yıllık dostum iki yıl önce attığı kazığı aynı yerden tekrar attı. aynı anda 5,5 yıllık sevgilim de kendine yakışır şekilde 2 yıl önce attığı kazığı aynı yerden yine attı. çünkü her sezar'ın bir brütüs'ü vardı ve insanevladı maalesef arsızlaşmaya meğilliydi. ben kazık arsızı o kötü insan arsızı olmuştu. ayrıldık ve üzülmeye vakit kalmadan arkamdan konuşmalarına ve yalanlarına şahit oldum. kendimi suçlu hissetmedim, keşke şöyle yapsaydım demedim. onu da suçlamadım, çünkü geçmişe baktığımda onun zaten böyle biri olduğunu farkettim. bunu daha önce görmediğim için de kendime kızmadım. çünkü her şey insanlar içindi. tam tersine daha sonra bunu bana yine de yapacağını ve o zaman her şeyin çok daha zor olacağını anladım. sonra tekrar ailemle yaşamaya başladım. mutsuzdum ama keyfim yerindeydi. annem ve abim aynı zamanda evlendiler. abimin düğünü hayatımın en güzel günlerinden biri olacak sanıyordum ama en kötülerinden biri oldu. düğünde içtim diye herkes tatlı tatlı dalga geçse de o geceyi kaldırabilmemin tek yolu buydu. hiç bu kadar dışlanmamış ve küçük düşmemiştim. düşmüş oldum.umarım daha kötüsü olmaz. neticede ölürdün unutmasan* geri kalan hayatımın ilk günü, işten döndüğümde artık yalnız yaşıyordum.
yalnız yaşamak en büyük hayallerimden biriydi. çünkü bunca zaman üniversitede arkadaşlarımla, 2-2,5 sene sevgilimle yaşamıştım. bunun dışında hep ailemleydim. sevgilimle ve ailemle yaşadığımda da asla benim bir kuralım olamadı. hep başkalarının kurallarına uydum. üniversitede ise benimsenmemiş bir ev vardı, çok koymadı. artık ben bendim. bu evim pis de olsa temiz de olsa, her gün biri de gelse aylarca kimse de gelmese, evim şahane ekibi de gelse narkotik de bassa benim evimdi. 30 yıl boyunca her şeye sabrettiğimi gördüm.
eylül aynıda çalıştığım işte şirket küçülmeye gitti ve bunun sebebi de benim yönettiğim bir markanın anlaşmayı feshetmesi, bir diğer büyük müşterinin de işleri azaltmasıydı. iyi maaş alıyordum ve bu müşterilere bakan büyük bir ekiptik. temmuz ayında koordinatörümün ölmesini dilerken ik'ya işten ayrılmak istediğimi söyledim ve kabul etmedi. iki ay sonra çıkarıldım. hayatımın en güzel kötü haberiydi. hem artık çalışmak istemediğim bir yerde çalışmaktan kurtulacak hem de oldukça yüksek bir tazminat alacaktım. öyle de oldu. hemen eve gidip mutlu oldum. gerçekten eve geldim ve dans ettim.
Ziya ve Evrim'le mükemmel bir kamp tatili yaptık. Assos sadece o 5 gün o kadar güzeldi bence.
Duygu ve Meltem'le aramızdaki tüm sırları ve sınırları kaldırdık.
aşırı güzel bir doğum günü yaptım. yıllardır görmediğim insanlar mı dersin, gelmesine aşırı şaşırdığım insanlar mı dersin, hepsi yanımdaydı.
İstediğim zaman Dacar ve Banu'yu arayabilir oldum.
Yıllar sonra Nazlı ile görüşüp Kanada'yı çekiştirip tost partileri yaptım.
2 aylık tatilimin sonunda yaklaşık 3 yıldır çalışmayı istediğim şirkette hayalimdeki kadar olmasa da yüksek bir maaşla işe başladım. insanın işten bunalınca kafasını kaldırıp iki hisarı birden görebilmesi muhteşem bir şey.
tabii ki işimi ilk olarak çok sevgili dostlarım Şule ve Sercan'la kutladım.
Duygu ve Meltem'e söz verdiğim gibi rakı ısmarladım.
Evimde en güzel insanları ağırladım. Şeyda, Duygu, Meltem Barselona anıları huzurunda İspanyol geceleri mi yapmadım, İlke, Özge, Bükem'le rakı geceleri mi yapmadım, Ayşe Deniz'le resimler mi yapmadım, Zeren'le vişne küpler mi içilmedi, Batu ve Berk'le bahçe için bir sürü plan mı yapmadım, Sevcan'la kristal bardaklarda rakı mı tıngırdatmadım, Deniz Can'la derdin dibine mi vurmadım, sabahları sarımsaklı ekmekler mi havada uçuştu, patlıcan salataları mı, orduya yetecek menemenler mi... o üçlü koltukta ne dertler ne gıybetler ne kahkahalar... o yatakta ne sarılmalar ne sevişmeler...
piraye bile kucağımda uyur oldu.
yani her güzel şey gibi kötü şeyler de geçmişte kalıyordu. 2016 böyle geçti. Daha güzel olabilir miydi? Evet. Daha kötü olabilir miydi? E evet. o zaman kötüleri unutup iyileri yadetme zamanıdır.
2017'den ne mi bekliyorum? özel olarak hiçbir şey. en kötü bugün gibi olsun. sağlıklı huzurlu rakılı..."

kadehimi kaldırdım, "2017'ye" dedim. son yudumları aldık. gözgöze gelip "35lik mi söylesek" dedik. söyledik...

*mabel matiz - kül hece

2017

Karmaya inanırız, ilahi adaleti severiz.

2016

Seni kalbime koyan Tanrı, beni de senin kalbine koydu mu?

Ne kadar tanıdıksın ve ne kadar da yabancı... Sanki hep varmışsın ama hiç de olmamışsın. Sanki sırtımda bir bensin, silik. Hiç görmemiş ama hep taşımışım. 

Sanki günlerce sevişmiş ama hiç dokunmamışım. Seninle şişelerce şarap içmiş ama hiç sarhoş olmamışız.

Hep var olmuşuz da birbirimize hiç ihtiyacımız olmamış.

Çocukluğumuz beraber geçmiş de yolda görünce hatırlayamamışız.

Şu kanepede sevişmiş, şu masada kahvaltı etmiş, o şarkıda dans etmişiz de, hiç seviyorum dememişiz birbirimize...

Hiç sevmemiş sadece tanışmışız belki de...

Ya da ben şizofrenmişim de sen de bana gülmüşsün hep...

Ya da sen depresyondaydın ve ben seni hiç kurtaramadım...
Size değer veren insanları hayatınızda tutmaya çalışın abiler... Kimin önce gideceğini bilmediğimiz kanlı bir coğrafyanin tam ortasindayız. Kanımız her an akmaya müsait. Kimsenin alan kanlara şaşırmadığı koordinatlar...

Çesitli duygular ve arzular icin kırdığımız kalpler ve kırılan kalplerimiz. 

Ölüyoruz...

Her geçen gün türlü türlü ölüyoruz. 
Ölüm geldikçe aklınıza ağaca değil sevdiklerinize, değer verdiklerinize sarılın ve bunu alışkanlık haline getirin.

Birhan Keskin'in de dediği gibi, hayat bir alışkanlıklar bütünü... Ve Nil'in de dediği gibi, neyi alışkanlık yaparsan hayatın ondan oluşucak unutma.

Ölümlere değil sevgiye alışın. Yalnız kalmak hayatın verebileceği en büyük cezadır...

kumru değiliz...



bazen ama bir insanla bir şey olur kısa süren bir şey.
 iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi...
 bazı insanlarla yıllarca görüşsen de bir şey olmaz.

Lale Müldür

Ah Makes...

Bir keresinde biz Makes Hanımla
Beni sevdiğini hiç söylemedik
Bir keresinde biz Emirgan'da
Beni sevdiğini söylemedik...

bilmek erdemdir(midir)

o son öpüşü bilirsin.
onun son öpüş olduğunu...
son gülüşü bilirsin ve son çektiğiniz fotoğrafın son fotoğraf olduğunu.
ve son yalanı da bilirsin. onca yalanın ardından duyacağın son yalanın o olduğunu bilirsin.
son sevişmeyi de bilirsin hani buz gibi...
ve son yemeği de bilirsin, hani son akşam yemeği gibi...

son bakışı da bilir insan. son telaşı, son gülümseyişi bildiği gibi...

hissettiğin neyse o gerçektir. o bir anda aklına gelmemiştir. o bir sürü bakışı, öpüşü, yalanı ve dokunuşu bünyesinde toplamış, kendi sabiti ile çarpmış ve pi'yi hiç üç almadan formülü uygulamıştır.
o dediğim beyin. belki de kalp. ne dersen. çünkü aksi söylenmedikçe pi üçtür.

boşuna...

beni dünyanın kare olduğuna inandırmak fazla vakit almaz. ama ben hep bilirim ki kare de içinde bir daireyi barındırır. yamuğu ve elipsi de barındırdığı gibi.

sonra iş çıkışı Aşiyan'dan geçerken Atilla İlhan'ın mezarına bakıp dolan gözlerin için kendine gülersin.

son şarkıyı da bilirsin, son filmi de...
insan her şeyi bilir sevdiği hakkında. görmezden gelmek belki yorgunluktan belki üşengeçlikten belki aslında düşündüğü kadar sevmemektendir.

sonra ne mi olur?

o ilk öpüşü bilirsin.
onun ilk öpüş olduğunu...
ilk gülüşü bilirsin ve ilk fotoğraf hep gözünüzün önündedir artık.
ilk yalana gülersin ve unutursun.
ilk sevişmeyi de yere göğe sığdıramazsın...

sonra ne mi olur?

o son öpüşü bilirsin...
..Çünkü sen benim çocukluk hayalimsin,
Eğer gerceklesirsen kalbim kırılır..
Keşke o gün beni, benim için üzülerek dinlerken, o hatayı yapmamam için uyarsaydın be kızım. Bile bile kendimi ateşe atmazdım.
Seni dinlerdim. 

Yine de dinlerdim lan.
Dinlerdim.
Yaşattığını yaşamadan, yaşadığını yaşatmadan ölmeyeceksin aziz kardeşim.

Canım kızım, canım kardeşim...

Sevgili kızım, sevgili dert ortağım...

Canımın parçası, güzel kardeşim...

hangi sıfatı yazsam eksik sanki, değil mi? Mutlu oluşlarını, telaşla bana bir şeyler anlatmanı, sormanı, paylaşmanı...
Gülmeni, ağlamanı, kıkırdamanı, utanmanı, güzelliğinle çirkinliğinle her şeyinle hayatımda olman bana o kadar güç veriyor ve o kadar huzur veriyor ki anlatamam. Savaşmadan sevmelerine, şu dünyanın onca pisliği içinde kendin ve saf kalabilmene, kurban eti kesen o ellerle yaptığın viski servislerine...

Buraya yazamam yaşadıklarımızı, paylaştıklarımızı; sığdıramam ki...

Sadece seni çok sevdiğimi söylesem yeterli mi ya da hep yanımda olmanı istediğimi, yanında olacağımı söylemem?

Önümüzde hayallerimiz, kalbimizde saflıklarımızla, iyi niyetlerimiz ve olgunluklarımızla -ama bazen çocukluklarımızla da- sen hep benim kızım, sen hep benim kardeşim olacaksın.

Şimdi biz bir avuç dolusu güzellikle ve közde dönerlerimizle...
Şimdi ve sonra ve hep olsun be kızım, hep olsun kardeşim...

İyi ki doğdun, iyi ki varsın...
En çok beni severmiş o...

Bir Kırlangıcın Daha Var

Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat!

Bilu'nun Bahçesi

Yıllarca Sabahattin Ali'nin de dediği gibi iki insanın pekala birbirine yetebileceğine inandım durdum. Yalnız yaşamaya başlayınca anladım ki, bir insan pekala kendine yetiyor. Bir de kedi olunca daha da enfes oluyor. 

En zoru koca salıncağı kurmaktı ama elbette becerdim. Canım evim 😍
Onun günaydın deme şekli de böyleydi. 
İyiydi ve güzeldi.
Sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
Ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi gözgöze gelmek
Elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
Elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

Ah muhsin ünlü...
Seninle olma dahilinde ve ihtimalinde öyle güzel hayaller kuruyorum ki,
Uyumaya korkuyorum rüyamda gerçekleşir de uyanamam diye.

Senden bahsetti bugun o çocuk. Kalbim parıldadı yine. Kalbim parıldadı dedim duydun mu? Kalp parıldar mıydı hiç?

Ekmek çarpsın parıldadı. 

Şefkat gibi...
Sevmek her şeyin ilacıdır, bi' düşünün abiler ve ablalar...

annesinin bir tanesini sevsinler...

"ben" diyor önce, sonra babamı da kastederek "biz sizi hiç eksik bırakmadık" diyor. kendinden emin. 
"hiçbir şeyden eksik bırakmadık."

doğru söylüyor. canını dişine katan, en güzel bisikleti alan, en güzel ayakkabıyı alan, hiçbir sosyal aktiviteden geri bırakmayandı annem, annemiz, ailemiz. ne modaysa geri kalmayalım diye aldı, yaşımızın gerektirdiği hiç bir oyundan, hiç bir gezmekten, okumaktan, koşmaktan, en güzel yataklarda en güzel çarşaflardan geri bırakmadı beni. içip dağıtmama kızmadı, piercing yaptırmama, dövme yaptırmama.
dişim aprısa onlar öpünce geçti. ayağımı yardım, babam kaptı kucağına, kaşımı patlattım annem kahroldu benden çok.
ayaklarım hep yamuktu, ağrılarım dinsin diye sipastik ortopedik ayakkabılarımı hiç eksik etmedi. gecelerce ateşimi ölçtüler, son çıkan telefonu hediye ettiler yok canlarıyla belki de. birçoğunun annesi, "kızım mühendis olsun, doktor olsun" diye istenmeyen nice meslekler seçtirirken zorla, annem felsefe okumamda en büyük destekçimdi. bana bir ley olmaz annem babam abim var dedim. 
bana alırken sevgilime de pantolon aldı, bana yaparken sevgilime de yemek yaptı. hayatıma giren kimseyi yargılamadılar, hepsine güler yüz gösterdiler. 
içleri dese de ben üzülürken "ben demiştim" demediler. sırtımı sıvazladılar. haber bile vermeden motosiklet aldım, "aman kızım" dediler, "allaha emanet ol" dediler. 
güzel güzel çocuklar ölürken bir bir, "ben direneceğim" dediğimde benimle geldiler. mahallenin çocuklarıyla merdivenleri gökkuşağına boyadılar.

bir kez olsun utandırmadılar, bir kez olsun utanmadılar. anlatamadıklarımı anlatabileceğimi hissettirdiler hep.

ama ben ne yaptım? el kızları el oğlanları için, için için ağladım gecelerce. el kızlarıyla el oğlanlarıyla içtim ölesiye, eğlendim anlatamayacak kadar çok belki de.

sonra kırık kalpler, annesinin bir tanesinin kalbi kah aşkla doldu taştı kah acılarla parçalandı. her şeyi göze alıp kalbimin hayatımın merkezine koyduklarım "bardağı uzatır mısın" der gibi rahatça yok saydılar dostlukları, aşkları, arkadaşlıkları ve bir o kadar da kaldırıp başımı bulutlara değdirdi, gökkuşağından kaydırdı. gün oldu ben dedim "bardağı uzatır mısın" diye, nice annesinin bir tanelerine.

sonuç?

gidiyorum buralardan bugün yarın. el oğullarıyla el kızlarıyla, annesinin bir tanesi olarak annelerinin bir taneleriyle. varıyorum nice keşkelere, neyselere. oradan başka bir tanelere...
üzmeyin annelerinin bir tanelerini. bizlerin parçaladığı hayatlardan sadece daha güçlü hayatlar çıkacak. üzmek için üzmeyin bir taneleri. büyütün, sevin, gözlerine bakın, ellerini tutun.

bu dünya ne sana ne bana ne de bir başka annesinin bir tanesine kalmaz...

Meneviş

Camdan dışarı bakarak gömleğini ilikliyordu, arkasını döndü. Yatağa uzanmış uyuyan kadına baktı. İliklenecek düğme kalmamıştı ama iliklerine kadar huzur dolmuştu.

Kadın yavaşça gözlerini araladı, izlendiğini hissetmişti ve bunun verdiği haklı gururla dudaklarını aralayıp meneviş gözleriyle gülümsedi. "Hadi beni uyut öyle git", dedi.

Gömleğini düzeltti, gülümsedi; yatağa doğru dört yavaş adım atarak kadının üzerine eğildi. Aralıklı üç kısa öpücükte kavuştu dudakları.

"Kendine dikkat et" dedi kadın, gözlerini kapadı ve beş dakika önceki uykusuna kaldığı yerden devam etti. Yataktan doğruldu, gülümsedi. Sevmeye kaldığı yerden devam etti.

Hisar manzarası hiç olmadığı kadar huzurlu ve güzel, diye düşünerek şehrin kalabalığına karıştı.

Plaza orospuları, gözlerinde dolar işareti görülen yavşak patronlar, malvarlığı gibi telefonlar ve cüzdanlar, gereksiz hükümet problemler artık hayatta sadece birer bibloydu.

Raflar kitaplarla, kolonlar aşk şarkılarıyla doluydu. Çekilmez bir dünyayı, çekilmez altı küsür insanı çekilebilir kılan şeyin tek bir kadın olması onu da gülümsetti. Yolda giderken aynaya baktı, bir yanı asya bir yanı avrupayken, meneviş gözlü kadının kokusu üstüne sinmişken hayat her şeye rağmen kötü olamaz, diye düşündü.

Kulaklığındaki müzik de inanmak için degil ama arkadaş olmak için yarattığı Tanrı tarafından ayarlanmış tatlı bir sürpriz olabilirdi ancak...
Ceylan Ertem - Ütopyalar Güzeldir

Postcards from italy

Bir tek şarkıyla 10 yıl öncesinin kokusunu duymak...

Şükrü Abim...

Kadın parmaklarını birbirine doladı çözdü, doladı çözdü... Sevişmenin hemen ardından, insanın bütün damarlarını dolduran o bulantıya benzer pişmanlığa ne demeli peki, dedi.
Bıçak gibi gülümsedi başucundaki adam. Bedenin doğası ile toplumun ahlakı arasında soluk almanın ete kemiğe bürünmüş zorunluluğuydu. İçine günah karışmamış bir sevinç gösterebilir misin, dedi.

Şükrü Erbaş

Rüya idi

Korkmaktan korkma, ödün bile kopsun!
Sonra kapa gözünü bas karanlığa, belki biri taş döşemiştir; kimbilir?

Evren çok hızlı ilerliyordu ve tam canım bitti derken, tam başaramadım, işi alamadım derken seni yerden sektiriyordu. Dibi görmeden yükselmek yoktu ve biz dibi görmeyi ölmek sanmaya devam ettik. Yerden sektiğinde kolun acıyordu, burnun kanıyordu, yine acıyacaktı; yine kanayacaktı.

Acıyacağını bilmek acıyı azaltmıyor olabilirdi ama seni izleyenleri fark etmeni sağlıyordu.

Sonra uyandım, ellerinin içini öptüm.
Ne güzel gün...
Ve ben yıllar sonra ilk kez rakımı masaya vurmadan içtim dün gece. Sanki birileri omzumdan o metal paslı ceketi aldı...
Zırhımı...

Bir insani anlamak


"cümlelerle olmaz. kelimelerle ise asla! gerçekten var mıdır böyle bir şey, anlaşılabilir bir varlık mıdır insan? anlaşılıp da hak verilen ya da nefret edilen bir organizma mıdır? "seni anlıyorum" cümlesinden bir adım ötede mi yoksa beride midir?

bilmiyorum ve hiç bilmedim. sanırım bilemeyeceğim de.

yine can çekişmelerle geçirilen bir gece, 7 milyar yalnızlık ve uyanılan yeni gün. bugün ne olacak peki? hiç. rüyamda ailemin yanına gitmiştim mesela bu gece. günübirlik bir ziyaret. annem "akşama geç kalma, yemek yapacağım senin için. biber dolması" dediğinde ben can havliyle çırpınıyordum, rüyamda; "geç kalmak değil de yarına iki dövme randevum var, gelemeyebilirim."

tam bu an uyandım rüyadan. nasıl acımışsa canım, rüyalarım nasıl işgal edilmişse artık. kaybedebileceğim 300-400 tl değil derdim, ömrümü kaybetmişim ben, can çekişmemin nedeni, bu. beni uykudan mıh gibi uyandıran bu. hala kaybetmemek için çablamamın nedeni bu.

oysa benim uyandığım saatte ofis köşelerinden hayata dair entry'ler giriyor aklıselimler. selimeler. yalnızlığa ve şehvete dair fikir belirtiyorlar. anlamaktan fakat anlaşılamamaktan bahsediyorlar.
gece sözler veriyorlar, kendilerine ve başkalarına. sabah ise unutuyorlar. ağır geliyor her şey onlara. yaşamanın ağır gelmesi gibi. korkaklar çünkü. cesaretsizlik cehennemleri olmuş. 

oysa her sabah çok güzel bir kadınla uyanmak için evrendeki her şeyi yok edebilirim ben. başarırım bunu. tüm okulları, iş yerlerini, ofisleri, bankaları, devlet dairelerini.
her sabah aynı can sıkıntısı ve aynı sıkılmışlıkla uyanmamak için her şeyi yok sayabilirim. ve "seni anlıyorum" dediğim her insana bunu ıspat içinse, o kişinin cinsiyeti kadınsa onu öpüp, koklayıp sevebilir, cinsiyeti erkekse onunla çıplak elle geberene kadar kavga edebilirim.

artık anlamanın bir adım ötesinde devam etmesi gerekiyor varlıklarımız. çünkü artık anlamanın bir adım ötesinde yok oluyoruz. madem uyuyoruz. neden yalnız uyuyoruz köşelerde? madem her an ölüyoruz, neden yapayalnız ölüyoruz? madem anlıyoruz, neden anlamaktan bir adım öteye geçmiyoruz?

artık "seni anlıyorum" diyenlere karşılığım hazır; "beni anlamaktan bir adım öteye geç. kadınsan öp, kokla, sev, seviş. erkeksen, kavga et benimle.""*

*eksisozluk

Sanırım,
Bu ülkenin son güzel günlerini yıllar önce, biz yaşadık...
Taksim'de, istiklal'de, kızılay'da, güven park'ta...

beklenmedik bir şarkının,
beklenmedik saniyelerinde,
beklenmedik bir şiir girer...

beklenmedik bir anda,
beklenmedik bir insan,
beklenmedik şekilde hayatına girer...

ağladıkça - sezen aksu - deniz - ahmet kaya - birhan keskin.

hepsi ne güzel de oldu...


gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin döndüğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.
onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık
onu da bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin.
sen onu nasılsa
bin kere daha seveceksin...

bir diş macunu sadece bir diş macunu değildir

iş seyahatine giden sevgilinin diş macununu alıp götürecek olmasından ötürü, sabah çıkarken fırçamın üstüne macun sıkıp gitmesi...
aşk tanımlarını çok uzakta aramamak gerek.
aşk bir diş fırçasının ucunda...