onlarca blog izliyorum, şöyle bi içerik uyarısı görünce ister istemez pornografik, hadi olmadı erotik hadi o da olmadı küfürlü bir şeyler bekliyorum. Bazen denk geliyor ama nadiren. Geçen gün bir arkadaşım daha yapmış bu uyarıdan. Sırf ibnelik olsun diye "devam etmek istemiyorum" seçeneğini tıklayıverdim. Çünkü adam süt gibi yazılar yazıyor, hangi içerikten bahsediyorsun lan. Mesela benim de bir ara blogumda vardı bu uyarı. Ama ben küfür ediyordum o dönem. Artık o kadar etmiyorum, anneme söz verdiğim gibi uslu duruyorum.
Bir de şöyle diyor; "anlıyorum ve devam etmek istiyorum". bunun hakkında yorum yapamayacağım sadece gülüyorum.
hı bu arada Büklüm Büklüm şarkısını bir de Ata Demirer'den dinleyin, unutmuşum ben. Hoşuma gitti. Bir de Mirkelam'dan Aşk Garibi var ama ondan çok bahsedip pornografik hale getirmek istemiyorum blogumu. Çünkü kalkıp yazarsam, o şarkı sizi siker. Ciddiyim. Sözleri hoşunuza gider en başta, çünkü hep böyle başlar. Ya benden istersiniz yollarım ya da indirirsiniz bir yerlerden ve o şarkı orda adiğğce çalarken siz ağzınız uyuşaraktan kahrolursunuz. Ağız uyuşması ne alaka derseniz, bana öyle oluyor. Kötü haber aldığımda, çok üzüldüğümde falan. Duygusal yaklaşırsak terkedilme/reddedilme durumlarında da kendini gösterebiliyor.
Bir de şunu diyeceğim süper iyi bi insanım ben yemin ederim. Eskiden de biliyordum artık eminim. Atla aşağıya :)
Bir şey daha diyecektim de unuttum. Heh dicem, kırık şemsiyem vardı ya, o bugün yine ters döndü, huf, yine de beni korudu ama. Acayip rüzgar vardı çünkü ve ben 100metrelik yolda şemsiye toparlamaya çalışan her genç gibi terledim. Saçım başım dağıldı. Rüzgar diye bi sevgilim vardı benim. O da çok iyi biriydi. Küçüktük o zaman ama, lise 1 olabilir. Bana hayatımda, hatırladığım en kazık soruyu sormuştu kendisi. Asla cevaplayamadım bu soruyu. Başka zamanlarda başka kişiler de sordu bunu, kaşlarımı emrah gibi kaldırıp boş boş baktım hep. Ben de sordum bir kaç kişiye. Dile getiremediğim de oldu ama hani bazen biriyle konuşur gibi düşünürüz ya, yine cevap alamadım. Cevabı da yok sanırım o sorunun. Uzattım, konuya geleyim. Rüzgar bana "Bilu, ben seni çok seviyorum,neden sen beni sevmiyorsun" dedi. Bak şimdi yazınca bile kaldırdım kaşlarımı Emrah gibi. Evet bunun cevabı yoktu.
Bak keyfim yerindeydi, şimdi sıkıldı içim. Rüzgar iyi çocuktu. Napıyor acaba şimdi?

Sevgili hayat...
her şeye rağmen "anlıyorum ve devam etmek istiyorum!!"

günler sonra gelen edit: eski sevgilimin adı rüzgar değil; Poyraz'dı. bağlantı kurmuş beynim yine de :) hürmetler...
fonda:jane fonda hahahahahahaahahaha çok komikti!
Bir sabah uyansam da bencil olsam. Evet!

Eskiden "bir sabah uyansam da onu unutsam, o hiç olmamış olsa" derdim ya da "bir gün bir uyansam, bütün dertlerim bitmiş olsa" derdim. Bunlar gibi bir sürü şey daha. Ama şimdi geniş düşünüyorum. "Bencil olcam lan ben" demek istiyorum. Hatta diyorum. Ama bu sabah uyandığımda yine bencil olamadım.

Dün gece Eski Cambaz'daydım Dolares ile beraber. 80'li yılları andık ve tabi 90'lı. Kâh 70'ler. Aslında saat 8 sularında buluştuğumuzda her şey normal gibiydi. Eski Cambaz'de çerçeve kaş ile karşılaşacağımızdan o kadar emindim ki, onu görüp ordan kaçacaktık ve evimize dönecektik mutluca.
Olmadı.
Girdik, içtik, resimler çizdik, eti cin yedik, "Alo reklamı vardı abiiii" dedik, "aç kapa artema vardı abiiiiiiiii" dedik. Dolares yine masalara meze oldu. Gökçe ile beraber direk dansı antrenmanları bile yaptı, o derece. Yok yok, rahat olun, Gökçe düşmedi. Tolga ve Saniye renk kattılar gecemize ve tabi uzaktan da olsa Ece.

Sonra bugün çalışan bir bünye olarak ben, 5'e doğru eve geldim. Bu arada MOR ve kırık olan şemsiyemi gece Tolga taşıdı. Sağolsun, eskileri unutsun.

-peki neden ellerim terledi birden, neden kan beynime hücum etti ve neden dizlerim boşaldı. ah Bilu'm, sen adam olmazsın.-


Sonra bir şekilde dolmuşlara binmeler, inip taksilere binmeler, taksici sarhoş olduğumu anlamasın diye "Kraliçe" taktikleri uygulamalar, cüzdanımı arka cebime koymalar falan.

Çizdiğim resmi de anlatmak istiyorum. Kendimi çizdim. Bu sayede bir adamla tanıştım. Çok güzel sohbet ettik, demin bahsettim ya, Tolga işte o. Tolga Dolares'i İspanyol sandı, şen kahkaha attık biz de.
Zaten biz hep atıyoruz şen kahkahalar, mesele o değil. Mesele benim resmim. Evet kendimi çizdim. Kulaklarımı da kepçe yaptım. Etrafa da kalpçikler koyup boyadım ama 4 kalbi boyamadım. B, D, Ç ve Ö koydum içlerine. Neden bu kadar seviyorum bilmiyorum ama benim için Eski Cambaz bu 4'lüye eşdeğer. Öyle yani güzeldi bence. Dolares Hanım da aşkını döktü kağıda pastel boyalarla. Hahahayt!

Şimdiyse iş yerindeyim, biraz sıkıcı, rutin yoğunluk. Biraz güzel birgün. Aslında kötü hiçbir şey yok gibi. Daha iyi olabilecek şeyler var elbet, hep vardır. Midem kaynıyor ve gözlerim kapanıyor. Biraz uyusam geçer. Ayh günlük tadında oldu. Sevdim ben.
Görüşürüz...

Fonda: Sezen Aksu - Sevgili

O zamanlar biz ne güzel çocuklardık.
Dünyaya aydınlık gözlerle bakardık.
Ve işte o zaman kırdığın bu kalp,
Şimdi kırıyor başka kalpleri.
Aşkta kazanmak dedikleri, kaybetmektir birçok şeyi....
...
gün gelir hesap sorar yaşanmamış duygular!
Şemsiyem biraz kırık, ama bizi korur :)

ps: gülümseme neşeden değil burukluktan.



... bir de bu yaz, kim kime kızdıysa, kim kime aşık olduysa ve kim kimi kırdıysa (bunlar biz de olsak), her şeyde yine birbirimizin yanında biz vardık. gerek tek tek, gerekse ayrı ayrı...


ps: gözleri çizemedim sanmayın, gülmekten gözlerimiz çizgi oldu da hep, bazen de ağladık ama yine çizgi oldu. Evet!



...
Alırım başımı giderim efeler gibi hey!!!!!

Dün İstiklal Caddesi'nin başında kibar görünümlü bir ayı bana selam verdi. Aynı adam daha önce de metroda bana selam vermişti. Ben de 2. kez selam verince "ulan bi yerden tanıyorum herhalde" diyerek selam verdim. Ah ulan sen misin selam veren, adam durdu. "Ben sizi bi yerden tanıyorum" dedi. "Ben de selam verdiğiniz için tanıyorsunuzdur diye selam veriyorum dedim. "Ben sizi Taksim'de falan görüyorum, zıtağrbaksda da çay sırasında karşılaşmıştık" dedi. Şen bir kahkaha atacaktım da yüz vermemek adına atmadım. "oldu ben gideyim" dedim. Devamında hıyarla, pardon adamla, aramızda geçen diyalog şu:
-Çok iyi fal bakarım, gel iki kahve içelim, sana fal bakayım.
-Yok sağol, iyi akşamlar.
-Bari mail adresini ver.
-Kullanmıyorum mail, iyi akşamlar. (hala da kibarım ama)
-Bari fezbuğunu ver.
-Onu da kullanmıyorum,erkek arkadaşım kapattırdı. (aklımca bak sevgilim var mesajı verme çabası)
-Ben vereyim o zaman, ekle, Efkan Hede Hödö
-Hımm tamam, iyi akşamlar.
-Öğrenci misin?
-Evet.
-Ben de diş hekimliğini bitirdim ama tekstil işindeyim.

"Ulan, be amına kodumunun gerzeği, ulan git dişçi ol, hastalarınla uğraş bırak beni pezevenk" diyemiyor insan hele ki, "lan tipini siktiminin gavatı! bas git lan burdan!" hiç denmiyor.
"oldu iyi akşamlar" diyerek uzadım. Gökten gerzek düşse o bana çarpar zaten. Hıh.

ps: o kadar "iyi akşamlar" dedikten sonra eminim iyi bi akşam geçirmiştir.

Nevizade'm


Siz Beyoğlu'nu bir de bana sorun, siz Nevizade'yi bir de bana sorun...
Evet!
Siz şimdi bilmezsiniz Akdeniz'de sevdiğiniz adama "ayh evet çok seviyorum seni" deyip öpmeyi. Siz bilmezsiniz balık pazarında o adama sarılıp ensesinden kokusunu çekmeyi. Bilmezsiniz ulan. Akdeniz'in duvarlarına sevdiğiniz adamın adını yazıp ayran içmek nedir, bilmezsiniz. Ben bilirim. Siz bilmezsiniz Kameriye'de sevgilinizin bardak devirmesi üzerine şen kahkahlar atmak nedir. Siz bilmezsiniz Emek Sinemasını merak eden bir kişiyi oraya götürmenin heyecanını,hele ki o kişi hoşlandığınız kişiyse. Sonra siz hiç bilmezsiniz Lambo'da öpüşüp kalbinizin ağzınıza gelmesini ve siz bilmezsiniz kimsenin bilmemesi gereken bir aşkı Peyote'de saklamaya çalışmayı. Çağlar'da ya da Abbas'ta çılgınca rakı içmeyi de bilmezsiniz, sarhoşluktan tuvaleti bulamamayı da. Siz Mest'e yeni sevgilinizle gidip eski sevgilinizi görmeyi de bilmezsiniz. Arasta'da kalabalık gruplarla şat çakıp ay nevır oynamayı da bilmediğiniz için muhtemelen Vera'da lavaboya kusmayı da bilmezsiniz. Hayatının kadınının doğum gününü Şahika'da kutlamayı hiç hiç bilmezsiniz. İhsan'da gay muhabbetleri yapmayı da bilmezsiniz zaten. Çardak Meyhane'de rakıları devirip masalarda çılgın atmayı hiiç bilmezsiniz. 7. Kat'a gidip içmeyi ne bilirsiniz siz? Sanat'a gidip manzaraya bakıp bakıp dertlenmeyi nereden bilirsiniz, bilmezsiniz. Siz bilmezsiniz dedim mi bilmezsiniz.
O kadar!
İnsanlar birazcık vefasız biraz da unutkan ve aptal aptal aptal...
insanlar birazcık unutkan biraz da vefasız ve aptal...
.
.
Bir keresine 2 arkadaşımla parkta oturmuş içiyordum. "oğlum, bir şey dilerken nasıl dilediğine dikkat etmen gerekir. 'alllaaaaam paraaa veeeer' diye dileme" dedim. Ama günlerdir dilediğim bir şey vardı. Dün oldu hem de alakasız bir şekilde. Ama maalesef hiç istemediğim bir şekilde. Dilerken aklımdan geçmeyeceği bir şekilde. Geçse de, "ay öyle olcaksa olmasın" diyebileceğim türden.
.
.
Çok yorulmuşum bunu anladım sabah uyandığıma. Sabah kendi yatağımda uyandım, oley. Uyandım, gecenin sarhoşluğundan çirkinleşmiş yüzüme ve yağlanmış saçlarıma baktım, gülümsedim. Bunlar eğlenmenin,neşenin izleriydi. Biraz da acının sanırım. Gittim ıspanaklı böreğimi aldım, gazetemi aldım, Müge'ye uğrayıp eve geldim. Mutluyum lan ben, dokunmayın bana.
.
.
ps: *Yasemin Mori, sen ne yani yavrum?
*Yasemin Mori seni yerim ben.
*Kevin'i gördüm,sevinim. Özlemişim falan.
*Peki benim barda uyuklamam neydi?
*Peki tuvalete giden arkadaşımı gelince koklamam neydi?
*Peki Yasemin Mori neydi?
*Peki MUTSUZ PUNK ne aaabbiiiiiiii?
*Peki Bronx'ta sırf bedava diye tekilanın limonuyla savaşmam neydi?
*Her yerde ağırların olması neydi peki?
*Peki bir başka mekana gittiğimizde, Dolares'in okul arkadaşına "sen gay misin?" demem neydi?
*Peki çocuğun gay çıkması neydi?
*Peki bize sigara içilen bölümü gösteren garsonu öpen Dolares!!! Sen ne yani?
*Benim McDonalds bardağıyla 90'a takmam ve gol yiyen çocukla "çak kanka" muhabbeti yapmam????????
*Yeşil dantelli südyen :)
*Südyen mi sütyen mi?
*İnsanlar vefasız.
*Yeşilköydeki kaşarlı tavuktan istiyoreeee...
*Yine de bi noktada mutluyum sanırım.
*Minik'i özledim.
*Uzun lafın kısası nasıl bir şeyin içindeyim bilmiyorum, sorgulamıyorum da :)
peki sabah sabah çantamdan çıkan bardak neyin nesi abi yaaa...
nasıl bir şeyin içindeyiz anlamadım, hatta artık çektim falan elimi eteğimi.
o noktadayım.
hadi canım, yok artık...
bilmiyor muydunuz?
benden duymuş da olmayın o zaman.
nasıl bilmezsiniz ya?
çok belli değil miydi.
ay aşkolsun.
Tanrı seni öyle yarattı diye ona sakın kızma, olur mu?

imza:birinin annesi.

soğuk duş etkisi!


korumak...


Daha hüzünlü bir fotoğraf görmedim şimdiye dek. He bundan sonra görür müyüm, evet muhtemelen. Ama bu nedir? bu nasıl bir sahiplenme, bu nasıl bir koruma içgüdüsüdür?
küçük kızın suratına bakarak, bebeğinin görmesini istemediği şeyi kafamda canlandırıyorum.
Acı, çok acı.
Kendi çocukluğum geldi aklıma. Abim oyuncak bebeklerimin kafasını kopartıp top gibi oynardı. Ağlayarak "sen ölünce onlar da senin kafanla oynıçaaaaaak" derdim. Yine de ölmesini bekledim abimin kafasının kopması için. Şimdi farkettim bunu ve yan yan tebessüm ettim.
Birde bi sürü peluşum vardı benim; ayı, kedi, köpek, inek vs. Gece yatağıma yattığımda hepsini yanyana dizerdim, kendime minicik mi yer kalırdı, orda uyumaya çabalardım. Sonra annem gelir onları düzgünce yere dizerdi, ben de geniş geniş uyuyabilirdim böylece. Sabah hepsi yerde sıralanmış olduğundan uyanıp beni beklediğini sanırdım. Çocuktum ya, inanırdım. Hâlâ inandığım şeyler var...
Safça ve aptalca...

Nerden geldik bu konuya?
Korumak.
Evet!
İnsan korumak ister sevdiğini. kimse kusura bakmasın, böyle de olmalı zaten...

ps.: evet! benim de bebeklerim vardı!
burnunu unuttum.
:(
uzun uzun yazdım...
anılarımızı yazdım, olmadı.
hislerimi yazdım, olmadı.
güldüğümüz anları yazdım, olmadı.
üzmelerimi yazdım...
yine olmadı...
ne yapacağımı bilemedim, ne diyeceğimi de.
kuru olacak biliyorum.
ama bu kadarım işte bugün...
Mutlu Yıllar "o kadın"
21.10.2009

Yasemin Mori, Mutsuz Punk şarkısının 2. dakikasının 42. saniyesiyle, sırtıma vurdu, kan kusturdu...

Kime ağlarım?
Kime ağlarım?
Kime ağlarım?
Kime ağlarım?
Kime ağlarım?
Kime ağlarım?
...
loop


Bebek gibi saf
orospu gibi hüzünlü.


"Çek bir sandalye çek ve otur!
Mumlar var; mumları yak.
Anlatacaklarım uzun; uzundur yollar..."
Şimdi "gel" desem sana, "geç karşıma otur."
Diyemem ki...
Oldu da dedim.
Başlasam anlatmaya, "bak" desem, "işin aslı şu."
Anlatamam ki...
Oldu da dedim.
En iyi ihtimalle ne olabilir ki? Gerçekten bilemiyorum ve merak da ediyorum sanırım. "Gel otur" desem, sana bir sandalye versem, mumları da yakman için kibrit uzatsam sana; sen o sandalyede oturamazsın, düşersin ve canın acır. Ben iyiliğine çalışırken, filmlerdeki sakar karakterler gibi elime yüzüme bulaştırırım. Kelime oyunları yaparım, yine gönlünü alamam. Tutayım kaldırayım yerden diye uğraşırken, kolların elimde kalıverir muhtemelen. Hani Edward gibi. Bildin mi?
Bu akşam işten eve dönerken sağ ayağımı kırıyordum. Çünkü çılgınca yağmur yağıyordu ve ben kıvrılmış bir yaprak parçasını sümüklü böcek sandım. Basmamak için, artık her ne yaptıysam, ayağımı burktum. Bileğim dizime değdi. Şaka şaka. O kadar değil. Ama çılgınca burktum.
Çok ağrıyor.
Üzülürdüm sümüklü böcek ezseydim.
Bir de bana kötü, düşüncesiz, adi derler.
hıh!

fonda: yasemin mori - kuzgun

VISA vol.4

Büyük seçim Whopper Jr. menü 8.75 TL.
Küçük Beyoğlu'nda vişne şarabı 6 TL.
Kuledibinde çay 1.5TL.
Duygu ve Ece'nin şen kahkahalarına paha biçilemez...
:)
BİR DİŞ FIRÇASI ASLA,SADECE BİR DİŞ FIRÇASI DEĞİLDİR

Sıkıldım kendimi ağır bir yük gibi sırtımda taşımaktan. Bir an kontrolü elden bıraksam, bir an dalsam gündelik hayatın hayhuyuna, pejmürde bir adam gelip yerleşiyor içimdeki boşluğa. Hiç tanımadığım biri kapıyı aralık bırakıyor sanki bedenimde. Minik minik şeyler içime sızıyorlar. Bir de küçük kız dudaklarıyla yanağımdan öpmeye yeltenenler oluyor, onların saçını okşuyorum sadece ve onların hayatını da ağır bir yük gibi sırtımda taşımaya gönüllü oluyorum. Parmağımı kaldırıyorum ders bittiği halde.Tenha; bugünlerde, yani yağmurlu, kasvetli akşamların iç açıcı günlerinde en sevdiğim sözcük oldu. Sözcükler de canlı mıdır bilmiyorum ama benim “tenha”m kıpır kıpır. Hareketli ve hareket ettikçe kendi içine kapanan, daha doğrusu kapaklanan bir sözcük. Seviyorum onu. Kapı çalınsa, açtığımda Björk çıksa karşıma, hay hay içeri girse, hay hay temelli kalsa… diye bir hayal kurmaya, belki de kendimi kandırmaya çalışıyorum. Hep mi bürokratlar, mafya liderleri, pavyon fedaileri kandıracak beni? Bu kez kendime tanıyorum bu ayrıcalığı ve emekli bir sulh ceza hâkimi gibi tek başıma içiyorum bütün suçsuz şarapları.Her şarap suçsuzdur, şarabı suç unsuru haline getiren, zaten kendisi de tuhaf bir unsur olan insandır diyeceğim, konu dağılacak o zaman. Björk arada kaynayacak. Oysa kaynayabilen ama arada olmayı hiç hak etmeyen biridir Björk. Nerden biliyorsun diyeceksiniz; şarkılarından tabii. Sol anahtarının, vurmalı ve üflemelilerin doğurduğu hayatı bütünsel anlama hali bu. Gelse de, temelli kalsa da, her kadın gibi günün birinde çeker gider Björk. Çünkü kadınların “Gitme noktası” vardır. Daha doğrusu, kadınların en önemli iki noktasından biridir bu. Diğeri, yani “G noktası” bambaşka bir yazının konusu olabilir ancak. O yüzden es geçiyorum şimdilik. Evet, aynı suyun kaynama ya da donma noktası gibi, noktalı yerleri birleştirdiğimizde ortaya çıkan “noktalı yerleri birleştirme eğrisi” gibi fiziksel, ruhsal ve bedenî, yani tamamen bilimsel bir gerçektir “gitme noktası.”Bedenîdir dedim ya, sakın bedevî dediğimi sanmayın. Yalnızca sözcük benzerliği, hadi bilemedin ses benzerliği var burada. Gerçeklerin birbirine benzemesi, yani reel bir benzeşme yok asla. Çünkü bir bedevî, çöl açısından serap, benim açımdansa simülasyondur. Spekülasyondur hatta. Çöle göre de, bana göre de yoktur bedevî falan. Yalandır bunlar.Neyse, hayat gelip de o hassas noktasına tekabül ettiğinde çeker gider her kadın. Elbette geldiği gibi, her kadın gibi Björk de gider. Giderken, diş fırçasını unutur banyodaki aynanın önünde. Böylece unutulmaz olur. Atsan atamazsın o fırçayı, kaldırıp da gözünün görmediği bir yere, diyelim çekmecenin en dibine saklamaya çalışsan, yapamazsın. İçin acır! Öyle, aynanın önünde durur o diş fırçası. Dokunamazsın. Bakar bakar ağlarsın sadece.Giden sevgilinin diş fırçasına bakıp bakıp ağlamak aşktır! Çünkü bir diş fırçası asla sadece bir diş fırçası değildir.Bunu Björk dinleyen, dişini fırçalayan ve sevgilisinin dişini fırçaladığı anı, o görüntüyü dünyanın en önemli filmiymiş gibi hayatının sonuna kadar gözlerinin önünde taşımayı becerebilen herkes bilir. Aşk, bir andan, bir görüntüden, belki de basit bir diş fırçasından bile kopamamaktır. Birleşmek değildir, kopamamaktır aşk!Sonunda Björk gider, ben dönerim kendi “tenha”ma. Suçsuz bir şarabı son damlasına kadar içerim. İçmek, son damlaya dek uygulanana bir eylemdir zaten. Birazını içmek diye bir kavram yoktur. Yalandır. Bardakta ya da hayatta, yarım bırakılan her şey kendimizi ıskaladığımızın kanıtıdır. Björk gider, muhakkak gider, bir daha da çalınmaz kapım. Aşk, aslında kapın olmadığını, çalanın kendi kapısını da yanında getirdiğini, aslında kendi kapısını çaldığını, senin bir başkasının kapısını yanlışlıkla açtığını anladığın an başlar. Yeniden başlar!Çünkü bittikçe başlayan, gittikçe geri dönülen ve unutulan diş fırçasına bakıp bakıp ağlanılan bir şeydir aşk.Korkuludur, acıdır, acıklıdır biraz!
Altay Öktem
Küçük Beyoğlu'nda Satsuma Mojito, 12TL.,
Çiço'da 33'lük Efes, 2TL.,
Öğrenci akbiliyle Taksim, 0.85 TL,
Yukarıdaki resmin değeri, paha biçilemez.
Ben Angel olsam geri kalanı toptan Buffy. Daha da bir şey istemem.
(tam da bu sahnesinde)


Başını eskiden kalbimin olduğu yere yasla,toprak üzerimde kalsın.
Uzan yeşil çimenlere, beni sevdiğin zamanları hatırla.
*
İyice yaklaş, çekinme.
*
Boşluğa karıştım ben, uçuyorum havada, gölgemde dur...
***
fonda: tom waits - green grass
ulan blog,
başıma çok dert açıyorsun,
daha da açacaksın
ama seviyorum seni.
Gözüm seyiriyor seni görmediğimde :)
bazen de her şey fotoğraflarda kalıveriyormuş.
ne hüzünlü.
ne acı.
susmak gerekiyormuş.
kendine bile güvenemezken bir başkasına güvenmek ne saçmaymış.
e tabi insan zamanla anlıyor, yaşayarak öğreniyor.
bazen de her şey fotoğraflarda kalıveriyormuş.
çok da kendini vermemek gerekiyormuş.
"ken-din-den " vermemek gerekiyormuş.
bazen susmak ve siktirolup gitmek gerekiyormuş.
evet!
YOLA ÇIKMALI, HEMEN...

fonda:sezen aksu - yola çıkmalı.mp3
Dün gece huzurumla uyuyordum, huzurlu uyumuştum gerçekten. Sevgilim güzel güzel şeyler yazmıştı bana. Güzel mesajlarıyla ve 2 gün sonra görüşecek olmanın keyfiyle attım kendimi uykunun kollarına. Ardıma attığım acılarım ve kalbimde yaralarım vardı elbette. Ama bir süreliğine yumuşatmıştım işte ne bileyim. Uyuyuverdim. Sonrası rüya...
Bir tahta perdenin ardında Latika varmış. Görmedim, sadece orda olduğunu biliyorum. Bir ses var, şarkı gibi. Latikanın sesi değil ama o söylüyormuş. Şöyle diyor...


"hınzır kuşku
hadis komşu
dikkatli ol
bu çocuk başka.
bilmiş zaman
zarar ziyan
uzak durun
bu çocuk başka.
talihin yorgun kuşları
şehvetin kırık dişleri
kaldır hantal geceni
saldır şimdi
çabuk ol
beni hemen süsle
iştah uyan tenimde...
dönemez,
beni ölür sanmıştı.
dönemez,
buna alışacak.
dönemez,
bana bi söz vermişti.
dönemez,
bu söz tutulacak."


Allah hayırlara çıkarsın dedim.
Bunun nesi hayır olur bilemedim...

saatler sonra gelen edit: dünyanın hayrı mı kalmış.
olsun, son bir kez acıt.

Demirden Leblebi

Şimdi tam olarak şöyle bir his;
oturuyorsun evde, tv izliyorsun dalmışsın. Uzakta bir şey düşüyor ve kırılıyor, cam sanki. Tuz buz olasıya kırılıyor ama. O sesi duyduğun anda boynunu kısıp omuzlarının arasına alırsın ya, yüzünü buruşturup gözlerini kısarsın ya...
hah!
tam da böyleydi.
Evet!
Sabah uyandığımda saat 10 civarıydı. Dün gecenin tatlı yorgunluğu bedenimdeydi hala. Ama dinçtim, iyiydim. Uzun uzun gerindim. Yan döndüğümde kimse yoktu yine yanımda. Uzanıp radyoyu açtım, Sezen Aksu - Deli Gönlüm. Şarkı aslında bana ve hayatıma uygun değildi de, hareketli hareketli oluşu huzurlandırdı, gülümsetti beni. Arkadaşlarla eğlenilen, içilip dağıtılan bir gecenin sabahında tatlı gelmişti bu şarkı. Yataktan doğrulup yatakta oturur vaziyete geldim, ayaklarımı yere indirip terliklerimi aradım.

VISA vol.3

Eski Cambaz'da bira 6.5 TL,
Markiz'de hellim salata 3.5 TL,
Peyote'de şarap 8 TL,
Çiçek Pasajı'nda Djarum 7.5 TL,
Sokakta iki arkadaşınla birlikte içtiğin bir şişe şarabın değeri, paha biçilemez.

ÜYF ! winner

Siz kimsiniz? Ama kimsiniz? Karanlık gibisiniz, fanisiniz.
Birdenbire tüm renklere bürünür gibisiniz, zalimsiniz.

Mealler

"bu olayda, bu lanet döngüde kimsenin üzülmesini istemiyorum"
meali: bir anlık hevesim benim huzurumu kaçıracak.

"huzurluyum"
bana iyi geldin, uyan ve evine git.

"ehem öhöm, ık bık, pırt"
bi sevişsek.

"ben onun üzülmesini istemiyorum"
ben onun üzülmesini istemiyorum.

"öp o zaman"
hadi sevişelim, sonra evine git.

"o seni önemsiyor, değer veriyor"
küçük o ablası, öyle deme, ağlar.

"sevişmek istersen gel."
acımdan kıvranıyorum.

"bu kadar mı zor"
neden bu kadar zor.

"o bunları anlayacak durumda değil"
ona bunları açıklamakla uğraşamam.

"o bunları kabullenemiyor"
kabullenmek yerine deneyip kalp kırarak öğrenmesi gerekiyor.

"söylediklerine çok alındı"
yazarın editi: bunu ben de çözemedim.


tüm bunlar olurken ben hiçbir şey söylememişim sanırım. "seni özledim" demiştim bir kere, o da karambole gitmişti. Sustum sonra. Daha çözümlenecek sözler var. Şimdi yorgunum ve sinirli. Ben de alındım, hadi benim kadar dert edin de göreyim. hıh.

Size bişey olmaz anacım. Sizin sırtınız yere gelmez, gözünüzden yaş düşmez. Rahat olun. Sizin gibi olabilmeyi çok isterdim.
Sevgiler.


Hep böyle oluyor sanırım. Çici çiviyi sökmüyor aslında. Kim yazdıysa birini kalbine yine o siliyor. O yazan da silen de aynı kişi oluyor ve o, bunu hiçbir zaman bilmiyor. Anlamıyor. Bunu aptallığına veriyoruz.
İçim küfürlerle, kötü sözlerle dolu. Hem de ne biçim, üyf!
İnsan neyle yaşar?

Bilmem. Herbir şey olabilir. Aşk, yemek, kadın, tutku, sevgi, para, mal, erkek, kitap... İnsan bir çok şeyle yaşar. Peki insan neyle yaşayamaz?

hala saklı bir yerde o görmediklerin, hiç bilmediklerin, içimdeki acılar.
hala kaldı bir yerde o hissetmediklerin, hiç sezmediklerin, içimdeki aşk.
geçmişi hatırlatır bu yağmurlar, bu yağmurlarda kaybetmiştim seni.
ve karanlığı hatırlatır bu rüzgarlar, bu rüzgarlar alıp gitmişti benden seni.
ve şimdi sokaklar yalnızlığa çıkar, yıldızlar gökyüzüne.
gece olunca bir şeyler çöker yeryüzüne, soğuk, ıssız, sessizce.
neden hep pencerede bekleyince daha çabuk gelir sanır o bekleyenler?
neden o kaldırımlarda yüzlerini göremediğim insanlardan biri sanırım seni?
sen bilmezsin nasıl olur insan, nasıl olur aysız gece, yalnızken.
üşüdüğünü sanırsın aniden, ağladığını duyarsın birinin içinde hıçkırarak sessizce.

VISA Vol.2

Küçük Beyoğlu'nda bir bardak Mojito, 12 TL.
Bir karamel vodka 10 TL.
Trinity 10TL.
En yakın dostlarından birinin seni hayatından çıkarmasının acısı, tarif edilemez.
"Acıyo be" dedim, "çok acıyo..."
"Acır Bilu" dedi; "derininde bir yerinde saklandı çünkü. Böyle zamanlarda ortaya çıkmak üzere."
Haklıydı, çok haklıydı.
Güldük geçtik yine bir çok günde olduğu gibi, aslında hep yaptığımız gibi. Sonra durduk bi an.
Mutluydum lan ben.
Mutluyduk lan biz.

İyi ki varsın Ammo.
İyi ki varsın.
Ama yine de yarasın içimde; susup kurutsam da o yarayı, izin var kalbimde.
Kapansa bile, kabuk bağlasa bile, o kabuk düşse bile...
Aşı izi gibi kal-bim-de!