topuk
bir deniz kıyısındayım şimdi ben...
ucu bucağı yok. okyanus gibi. ne arkamı döndüğümde kumsalın sonu var, ne önüme baktığımda denizin sonu. yıpranmış bir bayrak gibi rüzgarda ses çıkarta çıkarta silkeleniyorum, savuluyorum... bir taş alıyorum yerden, sanki içimden bir pislik atar gibi tüm gücümle atıyorum taşı...
bir düzeni bozuyorum. kumsaldan bir taş eksiltip, denize bir taş ekliyorum...
topuklarım acıyor. topuklarım kanıyor. nasıl hisseder bir insan bunu? bir insan yüreğini nasıl topuklarında yaşar? topuklarım acıyor, gözümden kumlar dökülüyor, gerçekler nerede bilemiyorum.
üzgünüm, annem bana kızmıyor. annem beni göğsüne sokmuyor. annem bu noktada hiçbir şey yapamıyor...
saate bakıyorum. sanki bir rüya, saatim kum olup dökülüyor; zaman yok.
biraz önce kumsaldayım. şimdi metrodayım, kalabalığa karışıyorum. Müzik dinliyorum. kulaklığım kum oluyor, yine kumsaldayım. topuklarım ıslanıyor. topuklarım kanıyor. anlayamıyorum. arkama tekrar baktığımda korku filmlerindeki gibi karanlık bir şato görüyorum. akbabalar, kargalar... pis ağaçlar, kuru ve siyah. yeşil yok, mavi yok, mor yok...
deniz berbat bir mezarlığa dönüşüyor. topuklarım yok. bağırmaya ağzım yok. ellerime bakıyorum kum oluyor,ellerim yok...
sancıyla uyanıyorum...
sen varsın, yanımda huzurla uyuyorsun. evet huzurla. küçük gözlerine bakıyorum... hemen ardından topuklarıma. ellerime... her şey yerli yerinde.
sarılıyorum sana, kıpırdanıyorsun, yerleşiyorsun bana. sanki vücutlarımız bir yapbozun parçalarıymış gibi kavuşuyor birbirine. sıkıca sarılıyorum, gözünü biraz aralayıp gülümsüyorsun. tekrar uyumaya başlıyorsun. gülümsüyorum omzumdan bir yük kalkmış gibi.
yine beni sev sevgilim. yine benim ol. ak içimde, nefesin nefesim olsun; nefeslerimiz bir olsun. yine yemeklerimi ye, yine hırkalarımı giy. ayakkabılarımızı aynı yere çıkartalım. montlarımızı aynı yere asalım. hangi çamaşırları hangi renklerle yıkayacağını sor bana. beğendiğin filmleri anlat bana, yeni şarkılar dinleteyim sana. yine gelişine bir yer seçip tatil yapalım.
sarıl bana sevgilim, yaşa beni... seni yaşamama izin ver. beraberce üşüyelim, burnunu yanağımda ısıt, ellerinin içini öpeyim ben de. yüzümü yüzüne süreyim... zırh ol bana, zırh olayım sana... topuklarımız... topuklarımız bize kalsın, kremleyeyim çatlak ayaklarımızı. hangi pantolonu hangi gömlekle giyeceğini sor bana, ben de bereni kaldırım yanağını öpeyim...
yalnız değilsin sevgilim, yalnız değilim. sen engel gördüğünü söyle, ben engeli kaldırayım. kaldıramayacaksam eğer, beraber üstünden atlayalım...
elimi tut sevgilim yine, sadece elimi tut. bana bırak kendini, bizi biz yapayım hadi bırak kendini bana. bir kahkaha atalım içimizden çıkan kelebeklere bakalım...
hadi aşkım...
ucu bucağı yok. okyanus gibi. ne arkamı döndüğümde kumsalın sonu var, ne önüme baktığımda denizin sonu. yıpranmış bir bayrak gibi rüzgarda ses çıkarta çıkarta silkeleniyorum, savuluyorum... bir taş alıyorum yerden, sanki içimden bir pislik atar gibi tüm gücümle atıyorum taşı...
bir düzeni bozuyorum. kumsaldan bir taş eksiltip, denize bir taş ekliyorum...
topuklarım acıyor. topuklarım kanıyor. nasıl hisseder bir insan bunu? bir insan yüreğini nasıl topuklarında yaşar? topuklarım acıyor, gözümden kumlar dökülüyor, gerçekler nerede bilemiyorum.
üzgünüm, annem bana kızmıyor. annem beni göğsüne sokmuyor. annem bu noktada hiçbir şey yapamıyor...
saate bakıyorum. sanki bir rüya, saatim kum olup dökülüyor; zaman yok.
biraz önce kumsaldayım. şimdi metrodayım, kalabalığa karışıyorum. Müzik dinliyorum. kulaklığım kum oluyor, yine kumsaldayım. topuklarım ıslanıyor. topuklarım kanıyor. anlayamıyorum. arkama tekrar baktığımda korku filmlerindeki gibi karanlık bir şato görüyorum. akbabalar, kargalar... pis ağaçlar, kuru ve siyah. yeşil yok, mavi yok, mor yok...
deniz berbat bir mezarlığa dönüşüyor. topuklarım yok. bağırmaya ağzım yok. ellerime bakıyorum kum oluyor,ellerim yok...
sancıyla uyanıyorum...
sen varsın, yanımda huzurla uyuyorsun. evet huzurla. küçük gözlerine bakıyorum... hemen ardından topuklarıma. ellerime... her şey yerli yerinde.
sarılıyorum sana, kıpırdanıyorsun, yerleşiyorsun bana. sanki vücutlarımız bir yapbozun parçalarıymış gibi kavuşuyor birbirine. sıkıca sarılıyorum, gözünü biraz aralayıp gülümsüyorsun. tekrar uyumaya başlıyorsun. gülümsüyorum omzumdan bir yük kalkmış gibi.
yine beni sev sevgilim. yine benim ol. ak içimde, nefesin nefesim olsun; nefeslerimiz bir olsun. yine yemeklerimi ye, yine hırkalarımı giy. ayakkabılarımızı aynı yere çıkartalım. montlarımızı aynı yere asalım. hangi çamaşırları hangi renklerle yıkayacağını sor bana. beğendiğin filmleri anlat bana, yeni şarkılar dinleteyim sana. yine gelişine bir yer seçip tatil yapalım.
sarıl bana sevgilim, yaşa beni... seni yaşamama izin ver. beraberce üşüyelim, burnunu yanağımda ısıt, ellerinin içini öpeyim ben de. yüzümü yüzüne süreyim... zırh ol bana, zırh olayım sana... topuklarımız... topuklarımız bize kalsın, kremleyeyim çatlak ayaklarımızı. hangi pantolonu hangi gömlekle giyeceğini sor bana, ben de bereni kaldırım yanağını öpeyim...
yalnız değilsin sevgilim, yalnız değilim. sen engel gördüğünü söyle, ben engeli kaldırayım. kaldıramayacaksam eğer, beraber üstünden atlayalım...
elimi tut sevgilim yine, sadece elimi tut. bana bırak kendini, bizi biz yapayım hadi bırak kendini bana. bir kahkaha atalım içimizden çıkan kelebeklere bakalım...
hadi aşkım...
dön sevgilim...
hayat kurtlar sofrası sevgilim...
hayat zor sevgilim...
yalnızlık önüme taş koyuyor sevgilim...
ben uyuyamıyorum. saat 3:00. bu saat benim sana sarıldığım saattir. yoksun ama.
aşk insanı kızdırır sevgilim.
aşk insanı hırçınlaştırır; hatalar yaptırır sevgilim.
canını yakar aşk insanın, aşk insana can yaktırır sevgilim.
sevgilim...
sana sevgilim demeyi özledim.
kocaman ellerini, yumuk gözlerini...
her gözümü kapadığımda görsem de yüzünü, bana bakmanı özledim...
beni istemiyorsun artık biliyorum sevgilim...
ama düşün ki, düşün ki tutunacak bir tek dalın kalmış, o da benmişim sevgilim. tutmaz mıydın elimi? benim her şeyim sensin...
varlığın hediyeydi bana ve ben seni hakedecek ne yaptıysam, daha iyi yapacağım, daha çok yapacağım sevgilim.
sevgilim...
mutfağımızda sigara içerken anlatayım diyorum devamını. ben çay demlerken, sen şekere uzanırken.
lütfen sevgilim...
dön bana...
hayat zor sevgilim...
yalnızlık önüme taş koyuyor sevgilim...
ben uyuyamıyorum. saat 3:00. bu saat benim sana sarıldığım saattir. yoksun ama.
aşk insanı kızdırır sevgilim.
aşk insanı hırçınlaştırır; hatalar yaptırır sevgilim.
canını yakar aşk insanın, aşk insana can yaktırır sevgilim.
sevgilim...
sana sevgilim demeyi özledim.
kocaman ellerini, yumuk gözlerini...
her gözümü kapadığımda görsem de yüzünü, bana bakmanı özledim...
beni istemiyorsun artık biliyorum sevgilim...
ama düşün ki, düşün ki tutunacak bir tek dalın kalmış, o da benmişim sevgilim. tutmaz mıydın elimi? benim her şeyim sensin...
varlığın hediyeydi bana ve ben seni hakedecek ne yaptıysam, daha iyi yapacağım, daha çok yapacağım sevgilim.
sevgilim...
mutfağımızda sigara içerken anlatayım diyorum devamını. ben çay demlerken, sen şekere uzanırken.
lütfen sevgilim...
dön bana...
kemiklerimi aldılar
deniz diyorum deniz...
ne kadar koyu gecenin bu saatinde. akıp giden suya bakıyorum. nereden geliyor, nereye gidiyor.
sonra düşünüyorum, nereden geldik nereye gidiyoruz.
vapurlar, ışıl ışıl gecenin bu saati. içinde insanlar. nereden geldiler nereye gidiyorlar? benim gibi banklara oturan kızlı erkekli gençler, çay satan amca, bitirim delikanlılar... buradan kalkıp nereye gidecekler, buraya nereden gelmişler?
dinlediğim şarkılara veriyorum dikkatimi, neden yapıyorum bunu kendime? neden acıtıyorum kendimi? sigaramı yakıyorum, biraz gözüm doluyor şarkıdan... geçmişi düşünüyorum. ilk değil, ilk değil bu yalnızlık. ama ilk biraz da, epeyce.
şarkılar insanın en iyi dostu oluyor böyle gecelerde. çatır çutur vuruyor yüzüne her şeyi. kâh yol veriyor, kâh yön veriyor. mutlu çiftleri görünce gülümsüyorum, içim acıyor bir yandan. bencillik etme billur diyorum. sakin ol. kafamın içinden bir şeyler geçiyor. atla şu suya diyor biri, ağla diyor biri, dur diyor biri, sus diyor biri, git diyor biri, bit diyor sonuncusu... dinliyorum onu. bitiyorum. bakıyorum etrafıma, her yerim ağrıyor. gittikçe daha da ağrılı oluyor yürümek.
kendimi tartıyorum gecenin bu saatinde, günahlar sevaplar, hatalar hasretler...
insanın kendini sorgulaması, en büyük mahkemede sorgulanmasından daha acı. hatalarını gördükçe yaralarını da görüyor aslında insan.
yaralar...
bitmez yaralar.
hangi yaralar kapanmaz?
kemiklerim acıyor. kemiklerim. sıcak kuma gömün beni. sıcak kuma gömülmek için ne kadar ölmek gerekiyorsa o kadar ölüyüm...
ne kadar koyu gecenin bu saatinde. akıp giden suya bakıyorum. nereden geliyor, nereye gidiyor.
sonra düşünüyorum, nereden geldik nereye gidiyoruz.
vapurlar, ışıl ışıl gecenin bu saati. içinde insanlar. nereden geldiler nereye gidiyorlar? benim gibi banklara oturan kızlı erkekli gençler, çay satan amca, bitirim delikanlılar... buradan kalkıp nereye gidecekler, buraya nereden gelmişler?
dinlediğim şarkılara veriyorum dikkatimi, neden yapıyorum bunu kendime? neden acıtıyorum kendimi? sigaramı yakıyorum, biraz gözüm doluyor şarkıdan... geçmişi düşünüyorum. ilk değil, ilk değil bu yalnızlık. ama ilk biraz da, epeyce.
şarkılar insanın en iyi dostu oluyor böyle gecelerde. çatır çutur vuruyor yüzüne her şeyi. kâh yol veriyor, kâh yön veriyor. mutlu çiftleri görünce gülümsüyorum, içim acıyor bir yandan. bencillik etme billur diyorum. sakin ol. kafamın içinden bir şeyler geçiyor. atla şu suya diyor biri, ağla diyor biri, dur diyor biri, sus diyor biri, git diyor biri, bit diyor sonuncusu... dinliyorum onu. bitiyorum. bakıyorum etrafıma, her yerim ağrıyor. gittikçe daha da ağrılı oluyor yürümek.
kendimi tartıyorum gecenin bu saatinde, günahlar sevaplar, hatalar hasretler...
insanın kendini sorgulaması, en büyük mahkemede sorgulanmasından daha acı. hatalarını gördükçe yaralarını da görüyor aslında insan.
yaralar...
bitmez yaralar.
hangi yaralar kapanmaz?
kemiklerim acıyor. kemiklerim. sıcak kuma gömün beni. sıcak kuma gömülmek için ne kadar ölmek gerekiyorsa o kadar ölüyüm...
göğe bakıyorum...
insanların gerçek yüzünü böyle zamanlarda görmek canımı her şeyden fazla yakıyor. arkadaşlığın sevginin hatta saygının anlamı nasıl unutulabilir?
çok yazık. bana arkasını dönen insanların yüzünden de çok bir hayır görmediğim düşünülürse, yine bir noktada siktiret diyorum neyse ki...
annem hep şöyle der; "olsa da olur, olmasa da olur diyorsan olmasın". ben de "hıı" diyordum, "hıı". ne kadar haklıymış yine dört bir koldan sikilerek öğrendim. sağolun a dostlar(!)
seviyorum ama...
seviyorumdan sonrası teferruattır lan, seviyorum çünkü denmez sevilen insana, seviyorum ama denmez. biraz iyi his varsa içinde, dürüst olursun. çıkar het höt konuşursun. "seviyorum, aşığım" derken arkadan dost görünümlü sikko karakterli insanlarla iş çevirmezsin. hiçmiş gibi davranmazsın. arkanızdan konuşup yüzünüze gülemeyeceğim, üzgünüm.
işte tam da bu yüzden yabancılığı tercih ediyorum hoşuma gitmese de, mutlu olmasam da. hatalar elbet yapılıyor. ama hata başka kazık başka. aynı anda 3-5 kişinin brütüs olmasına ne gerek vardı?
dış kapıdan 2 insan geliyor, dış kapı dediğime bakmayın, meğer ne kıymetlilermiş. "tamam abi, konuşcaz halledcez, yanındayız" diyor. bakakalıyorum.
aynı kazığı her durumda sokan insanlara olan güvenimi sorguluyorum. merak etmeyin hiçbirinizi değil kendimi suçluyorum.
çoluk çocuğun masasına meze olduysam ben ve bunu canım dediğim insan sağlamışsa, önüme bakmaktan başka bir çarem de yok. tüm sevgimi ve saygımı da alıp. birhan keskin geliyor aklıma; "...senin kendinden kaçırdığın şeyleri, ben nasıl ortaya koyardım..." diyor.
bir insanı bir şeyleri yapmamasıyla değil, yaptıklarıyla yargılamak gerek. hatta hiç yargılamamak gerek belki de. çok emin değilim. sevmek başka bir şey, başka türlü bir şey. sevgi her an değil, gerektiği zaman önemli ve bir gereklilik gibi değil, bir uzuv gibi. "onun yanında olmalıyım" gibi değil; bir anda yanında olmak gibi.
bir kere mert yanıma oturmuştu yazlıkta. sahilde oturuyordum. "konuşmaya gelmedim, beraber oturalım" dedi. bir gün de teyzem "neyin var" dedi. "yok bişey" dedim. "peki" deyip yanıma oturdu.
yani turgut uyar gibi, "ikimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım" gibi. cemal süreya gibi, "ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği..."
insanın kendine inanması önemli. bir şeyi yapabilmek ya da yapmamak için. kibirinizi sikeyim, gururunuzu sikeyim... sokağın ortasında beni anıra anıra ağlatan, ağaçlara taşlara haykırmama sebep olan kişiler... bağrıma taş bastıranlar. hepinizin kalbi taş olmuş. benden beter mecbur olun istiyorum insanlara. bana değil başkalarına. daha lafım yok sizlere...
bana bu uykusuz şehri bırakanlar asla o lanetlerinden kurtulamayacaklar. bunu biliyorum ve susuyorum.
"gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız, göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır.
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir.
öyle acıyor ki gözlerimi kim bağışlayacak beni?"
sen kemiklerine aşık olduğum... sen beni yanlış sevmişsin, ben sana yanlış aşık olmuşum.
sevmek başka bir şeydi, yanlış anlamışsın. kendini yalnız hissettiğin kadar yalnız, güçsüz hissettiğin kadar güçsüzsün. sen beceremedin, sen yapamadın. yetemedin... belki o benden beklediklerini haketmemiştin...
ve dost bildiğin zanlılar... yanlış öpülmenizi dilerim...
şimdi ben tek başıma seviniyorum, göğe bakıyorum...
çok yazık. bana arkasını dönen insanların yüzünden de çok bir hayır görmediğim düşünülürse, yine bir noktada siktiret diyorum neyse ki...
annem hep şöyle der; "olsa da olur, olmasa da olur diyorsan olmasın". ben de "hıı" diyordum, "hıı". ne kadar haklıymış yine dört bir koldan sikilerek öğrendim. sağolun a dostlar(!)
seviyorum ama...
seviyorumdan sonrası teferruattır lan, seviyorum çünkü denmez sevilen insana, seviyorum ama denmez. biraz iyi his varsa içinde, dürüst olursun. çıkar het höt konuşursun. "seviyorum, aşığım" derken arkadan dost görünümlü sikko karakterli insanlarla iş çevirmezsin. hiçmiş gibi davranmazsın. arkanızdan konuşup yüzünüze gülemeyeceğim, üzgünüm.
işte tam da bu yüzden yabancılığı tercih ediyorum hoşuma gitmese de, mutlu olmasam da. hatalar elbet yapılıyor. ama hata başka kazık başka. aynı anda 3-5 kişinin brütüs olmasına ne gerek vardı?
dış kapıdan 2 insan geliyor, dış kapı dediğime bakmayın, meğer ne kıymetlilermiş. "tamam abi, konuşcaz halledcez, yanındayız" diyor. bakakalıyorum.
aynı kazığı her durumda sokan insanlara olan güvenimi sorguluyorum. merak etmeyin hiçbirinizi değil kendimi suçluyorum.
çoluk çocuğun masasına meze olduysam ben ve bunu canım dediğim insan sağlamışsa, önüme bakmaktan başka bir çarem de yok. tüm sevgimi ve saygımı da alıp. birhan keskin geliyor aklıma; "...senin kendinden kaçırdığın şeyleri, ben nasıl ortaya koyardım..." diyor.
bir insanı bir şeyleri yapmamasıyla değil, yaptıklarıyla yargılamak gerek. hatta hiç yargılamamak gerek belki de. çok emin değilim. sevmek başka bir şey, başka türlü bir şey. sevgi her an değil, gerektiği zaman önemli ve bir gereklilik gibi değil, bir uzuv gibi. "onun yanında olmalıyım" gibi değil; bir anda yanında olmak gibi.
bir kere mert yanıma oturmuştu yazlıkta. sahilde oturuyordum. "konuşmaya gelmedim, beraber oturalım" dedi. bir gün de teyzem "neyin var" dedi. "yok bişey" dedim. "peki" deyip yanıma oturdu.
yani turgut uyar gibi, "ikimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım" gibi. cemal süreya gibi, "ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği..."
insanın kendine inanması önemli. bir şeyi yapabilmek ya da yapmamak için. kibirinizi sikeyim, gururunuzu sikeyim... sokağın ortasında beni anıra anıra ağlatan, ağaçlara taşlara haykırmama sebep olan kişiler... bağrıma taş bastıranlar. hepinizin kalbi taş olmuş. benden beter mecbur olun istiyorum insanlara. bana değil başkalarına. daha lafım yok sizlere...
bana bu uykusuz şehri bırakanlar asla o lanetlerinden kurtulamayacaklar. bunu biliyorum ve susuyorum.
"gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız, göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır.
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir.
öyle acıyor ki gözlerimi kim bağışlayacak beni?"
sen kemiklerine aşık olduğum... sen beni yanlış sevmişsin, ben sana yanlış aşık olmuşum.
sevmek başka bir şeydi, yanlış anlamışsın. kendini yalnız hissettiğin kadar yalnız, güçsüz hissettiğin kadar güçsüzsün. sen beceremedin, sen yapamadın. yetemedin... belki o benden beklediklerini haketmemiştin...
ve dost bildiğin zanlılar... yanlış öpülmenizi dilerim...
şimdi ben tek başıma seviniyorum, göğe bakıyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)