"en değerli hayalimdin sen, kendini yıktın. elden çıkarmak istemediğin gerçekler vardı, herhalde: bir yarım yamalak felsefecinin hayali olmak ise, istemedin. oysa onun yaşamında bir kez olsun gerçekleştirdiği, gerçek hale getirebildiği tek hayali olabilirdin. hatta, sanıyorum, bunu istiyordun da. hayalden gerçekliğe giden yoldaki adımı atmadın. "kaçtım" dedin.
işte: kaçtığın kendindi. belki de benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin. kim bilir, artık, geçti.."*
*oruç aruoba - ile
04.05...
işte: kaçtığın kendindi. belki de benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin. kim bilir, artık, geçti.."*
*oruç aruoba - ile
04.05...
rakısından bir yudum daha alıp on üzerinden iki bile verilmeyecek hüzünlerini ardı ardına sıralıyordu. o kadar dert etmişti ki iş yerinde "günaydın" dediği meslekteşının ona cevap vermemiş olmasını. "belki duymamıştır" dediğimde "yok onun bakışlarından belli beni sevmiyor" diye devam etti. dertlerini küçümsemiyordum ama sadece dinleyip gülümsüyordum. "haklısın abi" diyordum. "evet abi, çok haklısın..."
"sen" dedi. "sen hiçbir şey anlatmıyorsun". yine gülümsedim. ne anlatabilirdim ki, hayat geçip gidiyordu işte hüznüyle sevinciyle gidiyordu. hüzünlerim sevinçlerimden ya da sevinçlerim hüzünlerimden daha çok değildi. normal bir hayattı. kendimi ne çok mutlu ne de çok mutsuz olarak nitelendirmiyordum. bir sümüklü böceğin yürüyüşüne gülümseyip, otobüse sığamadığı için içeri hamle yapmış olmasına rağmen geri inen amcaya üzülebiliyordum ve bunlar rakı sofrasında anlatılmaya değer şeyler değildi onun için. "ben aynı abi, değişik bir şey yok ki ne anlatayım" dedim.
gecenin başında ona sorduğum soruyu sordu "ee" dedi, "2016da neler oldu sende ve 2017'den neler bekliyorsun" dedi. gülümsedim yine. anlatmaya üşendiğim şeylere gülümsüyor olmam benim çok mutlu bir insan olduğum izlenimini uyandırmıştı onda. asla tatmin edemeyecektim hüzünlü şeyler anlatmadıkça... ısrarcı oldu, "hadi be kızım sen hiç ağlamaz mısın, hiç kalbini kırmazlar mı" dedi. iki kişi 50lik rakının son dublelerini içiyorduk. bütün gece içtiğim rakının hiç bir anlamı yoktu, bu soruyu sorduğunda içtiğim yudum kadar. o son yudumu içtim ve başladım:
"2016 mı abi, 2016 güzel başladı. güzel bir yılbaşıydı. işim, ilişkim, ailem, param, arkadaşlarım çok güzeldi. ama sana ne anlatabilirim bilmiyorum. merak ettiğin bir şey varsa sor tabi, ama ben anlatırsam ne anlatırım. barselona'ya gittim, çok keyifli bir 5 gün geçirdim.
sonra mart ayı boyunca beraber yaşadığım sevgilimin bile yüzünü doğru düzgün göremeyecek kadar çok çalıştım, karşılığında bir maaş prim aldım."
sözümü kesti, "oooh hayat sana güzel, neden hep güldüğünü anladım" dedi. sanki bir kaç bin küsür lira mutluluğu satın alabilecekmiş gibi... "devam et" dedi bir yudum daha içip.
" sonra on yıllık dostum iki yıl önce attığı kazığı aynı yerden tekrar attı. aynı anda 5,5 yıllık sevgilim de kendine yakışır şekilde 2 yıl önce attığı kazığı aynı yerden yine attı. çünkü her sezar'ın bir brütüs'ü vardı ve insanevladı maalesef arsızlaşmaya meğilliydi. ben kazık arsızı o kötü insan arsızı olmuştu. ayrıldık ve üzülmeye vakit kalmadan arkamdan konuşmalarına ve yalanlarına şahit oldum. kendimi suçlu hissetmedim, keşke şöyle yapsaydım demedim. onu da suçlamadım, çünkü geçmişe baktığımda onun zaten böyle biri olduğunu farkettim. bunu daha önce görmediğim için de kendime kızmadım. çünkü her şey insanlar içindi. tam tersine daha sonra bunu bana yine de yapacağını ve o zaman her şeyin çok daha zor olacağını anladım. sonra tekrar ailemle yaşamaya başladım. mutsuzdum ama keyfim yerindeydi. annem ve abim aynı zamanda evlendiler. abimin düğünü hayatımın en güzel günlerinden biri olacak sanıyordum ama en kötülerinden biri oldu. düğünde içtim diye herkes tatlı tatlı dalga geçse de o geceyi kaldırabilmemin tek yolu buydu. hiç bu kadar dışlanmamış ve küçük düşmemiştim. düşmüş oldum.umarım daha kötüsü olmaz. neticede ölürdün unutmasan* geri kalan hayatımın ilk günü, işten döndüğümde artık yalnız yaşıyordum.
yalnız yaşamak en büyük hayallerimden biriydi. çünkü bunca zaman üniversitede arkadaşlarımla, 2-2,5 sene sevgilimle yaşamıştım. bunun dışında hep ailemleydim. sevgilimle ve ailemle yaşadığımda da asla benim bir kuralım olamadı. hep başkalarının kurallarına uydum. üniversitede ise benimsenmemiş bir ev vardı, çok koymadı. artık ben bendim. bu evim pis de olsa temiz de olsa, her gün biri de gelse aylarca kimse de gelmese, evim şahane ekibi de gelse narkotik de bassa benim evimdi. 30 yıl boyunca her şeye sabrettiğimi gördüm.
eylül aynıda çalıştığım işte şirket küçülmeye gitti ve bunun sebebi de benim yönettiğim bir markanın anlaşmayı feshetmesi, bir diğer büyük müşterinin de işleri azaltmasıydı. iyi maaş alıyordum ve bu müşterilere bakan büyük bir ekiptik. temmuz ayında koordinatörümün ölmesini dilerken ik'ya işten ayrılmak istediğimi söyledim ve kabul etmedi. iki ay sonra çıkarıldım. hayatımın en güzel kötü haberiydi. hem artık çalışmak istemediğim bir yerde çalışmaktan kurtulacak hem de oldukça yüksek bir tazminat alacaktım. öyle de oldu. hemen eve gidip mutlu oldum. gerçekten eve geldim ve dans ettim.
Ziya ve Evrim'le mükemmel bir kamp tatili yaptık. Assos sadece o 5 gün o kadar güzeldi bence.
Duygu ve Meltem'le aramızdaki tüm sırları ve sınırları kaldırdık.
aşırı güzel bir doğum günü yaptım. yıllardır görmediğim insanlar mı dersin, gelmesine aşırı şaşırdığım insanlar mı dersin, hepsi yanımdaydı.
İstediğim zaman Dacar ve Banu'yu arayabilir oldum.
Yıllar sonra Nazlı ile görüşüp Kanada'yı çekiştirip tost partileri yaptım.
2 aylık tatilimin sonunda yaklaşık 3 yıldır çalışmayı istediğim şirkette hayalimdeki kadar olmasa da yüksek bir maaşla işe başladım. insanın işten bunalınca kafasını kaldırıp iki hisarı birden görebilmesi muhteşem bir şey.
tabii ki işimi ilk olarak çok sevgili dostlarım Şule ve Sercan'la kutladım.
Duygu ve Meltem'e söz verdiğim gibi rakı ısmarladım.
Evimde en güzel insanları ağırladım. Şeyda, Duygu, Meltem Barselona anıları huzurunda İspanyol geceleri mi yapmadım, İlke, Özge, Bükem'le rakı geceleri mi yapmadım, Ayşe Deniz'le resimler mi yapmadım, Zeren'le vişne küpler mi içilmedi, Batu ve Berk'le bahçe için bir sürü plan mı yapmadım, Sevcan'la kristal bardaklarda rakı mı tıngırdatmadım, Deniz Can'la derdin dibine mi vurmadım, sabahları sarımsaklı ekmekler mi havada uçuştu, patlıcan salataları mı, orduya yetecek menemenler mi... o üçlü koltukta ne dertler ne gıybetler ne kahkahalar... o yatakta ne sarılmalar ne sevişmeler...
piraye bile kucağımda uyur oldu.
yani her güzel şey gibi kötü şeyler de geçmişte kalıyordu. 2016 böyle geçti. Daha güzel olabilir miydi? Evet. Daha kötü olabilir miydi? E evet. o zaman kötüleri unutup iyileri yadetme zamanıdır.
2017'den ne mi bekliyorum? özel olarak hiçbir şey. en kötü bugün gibi olsun. sağlıklı huzurlu rakılı..."
kadehimi kaldırdım, "2017'ye" dedim. son yudumları aldık. gözgöze gelip "35lik mi söylesek" dedik. söyledik...
*mabel matiz - kül hece
"sen" dedi. "sen hiçbir şey anlatmıyorsun". yine gülümsedim. ne anlatabilirdim ki, hayat geçip gidiyordu işte hüznüyle sevinciyle gidiyordu. hüzünlerim sevinçlerimden ya da sevinçlerim hüzünlerimden daha çok değildi. normal bir hayattı. kendimi ne çok mutlu ne de çok mutsuz olarak nitelendirmiyordum. bir sümüklü böceğin yürüyüşüne gülümseyip, otobüse sığamadığı için içeri hamle yapmış olmasına rağmen geri inen amcaya üzülebiliyordum ve bunlar rakı sofrasında anlatılmaya değer şeyler değildi onun için. "ben aynı abi, değişik bir şey yok ki ne anlatayım" dedim.
gecenin başında ona sorduğum soruyu sordu "ee" dedi, "2016da neler oldu sende ve 2017'den neler bekliyorsun" dedi. gülümsedim yine. anlatmaya üşendiğim şeylere gülümsüyor olmam benim çok mutlu bir insan olduğum izlenimini uyandırmıştı onda. asla tatmin edemeyecektim hüzünlü şeyler anlatmadıkça... ısrarcı oldu, "hadi be kızım sen hiç ağlamaz mısın, hiç kalbini kırmazlar mı" dedi. iki kişi 50lik rakının son dublelerini içiyorduk. bütün gece içtiğim rakının hiç bir anlamı yoktu, bu soruyu sorduğunda içtiğim yudum kadar. o son yudumu içtim ve başladım:
"2016 mı abi, 2016 güzel başladı. güzel bir yılbaşıydı. işim, ilişkim, ailem, param, arkadaşlarım çok güzeldi. ama sana ne anlatabilirim bilmiyorum. merak ettiğin bir şey varsa sor tabi, ama ben anlatırsam ne anlatırım. barselona'ya gittim, çok keyifli bir 5 gün geçirdim.
sonra mart ayı boyunca beraber yaşadığım sevgilimin bile yüzünü doğru düzgün göremeyecek kadar çok çalıştım, karşılığında bir maaş prim aldım."
sözümü kesti, "oooh hayat sana güzel, neden hep güldüğünü anladım" dedi. sanki bir kaç bin küsür lira mutluluğu satın alabilecekmiş gibi... "devam et" dedi bir yudum daha içip.
" sonra on yıllık dostum iki yıl önce attığı kazığı aynı yerden tekrar attı. aynı anda 5,5 yıllık sevgilim de kendine yakışır şekilde 2 yıl önce attığı kazığı aynı yerden yine attı. çünkü her sezar'ın bir brütüs'ü vardı ve insanevladı maalesef arsızlaşmaya meğilliydi. ben kazık arsızı o kötü insan arsızı olmuştu. ayrıldık ve üzülmeye vakit kalmadan arkamdan konuşmalarına ve yalanlarına şahit oldum. kendimi suçlu hissetmedim, keşke şöyle yapsaydım demedim. onu da suçlamadım, çünkü geçmişe baktığımda onun zaten böyle biri olduğunu farkettim. bunu daha önce görmediğim için de kendime kızmadım. çünkü her şey insanlar içindi. tam tersine daha sonra bunu bana yine de yapacağını ve o zaman her şeyin çok daha zor olacağını anladım. sonra tekrar ailemle yaşamaya başladım. mutsuzdum ama keyfim yerindeydi. annem ve abim aynı zamanda evlendiler. abimin düğünü hayatımın en güzel günlerinden biri olacak sanıyordum ama en kötülerinden biri oldu. düğünde içtim diye herkes tatlı tatlı dalga geçse de o geceyi kaldırabilmemin tek yolu buydu. hiç bu kadar dışlanmamış ve küçük düşmemiştim. düşmüş oldum.umarım daha kötüsü olmaz. neticede ölürdün unutmasan* geri kalan hayatımın ilk günü, işten döndüğümde artık yalnız yaşıyordum.
yalnız yaşamak en büyük hayallerimden biriydi. çünkü bunca zaman üniversitede arkadaşlarımla, 2-2,5 sene sevgilimle yaşamıştım. bunun dışında hep ailemleydim. sevgilimle ve ailemle yaşadığımda da asla benim bir kuralım olamadı. hep başkalarının kurallarına uydum. üniversitede ise benimsenmemiş bir ev vardı, çok koymadı. artık ben bendim. bu evim pis de olsa temiz de olsa, her gün biri de gelse aylarca kimse de gelmese, evim şahane ekibi de gelse narkotik de bassa benim evimdi. 30 yıl boyunca her şeye sabrettiğimi gördüm.
eylül aynıda çalıştığım işte şirket küçülmeye gitti ve bunun sebebi de benim yönettiğim bir markanın anlaşmayı feshetmesi, bir diğer büyük müşterinin de işleri azaltmasıydı. iyi maaş alıyordum ve bu müşterilere bakan büyük bir ekiptik. temmuz ayında koordinatörümün ölmesini dilerken ik'ya işten ayrılmak istediğimi söyledim ve kabul etmedi. iki ay sonra çıkarıldım. hayatımın en güzel kötü haberiydi. hem artık çalışmak istemediğim bir yerde çalışmaktan kurtulacak hem de oldukça yüksek bir tazminat alacaktım. öyle de oldu. hemen eve gidip mutlu oldum. gerçekten eve geldim ve dans ettim.
Ziya ve Evrim'le mükemmel bir kamp tatili yaptık. Assos sadece o 5 gün o kadar güzeldi bence.
Duygu ve Meltem'le aramızdaki tüm sırları ve sınırları kaldırdık.
aşırı güzel bir doğum günü yaptım. yıllardır görmediğim insanlar mı dersin, gelmesine aşırı şaşırdığım insanlar mı dersin, hepsi yanımdaydı.
İstediğim zaman Dacar ve Banu'yu arayabilir oldum.
Yıllar sonra Nazlı ile görüşüp Kanada'yı çekiştirip tost partileri yaptım.
2 aylık tatilimin sonunda yaklaşık 3 yıldır çalışmayı istediğim şirkette hayalimdeki kadar olmasa da yüksek bir maaşla işe başladım. insanın işten bunalınca kafasını kaldırıp iki hisarı birden görebilmesi muhteşem bir şey.
tabii ki işimi ilk olarak çok sevgili dostlarım Şule ve Sercan'la kutladım.
Duygu ve Meltem'e söz verdiğim gibi rakı ısmarladım.
Evimde en güzel insanları ağırladım. Şeyda, Duygu, Meltem Barselona anıları huzurunda İspanyol geceleri mi yapmadım, İlke, Özge, Bükem'le rakı geceleri mi yapmadım, Ayşe Deniz'le resimler mi yapmadım, Zeren'le vişne küpler mi içilmedi, Batu ve Berk'le bahçe için bir sürü plan mı yapmadım, Sevcan'la kristal bardaklarda rakı mı tıngırdatmadım, Deniz Can'la derdin dibine mi vurmadım, sabahları sarımsaklı ekmekler mi havada uçuştu, patlıcan salataları mı, orduya yetecek menemenler mi... o üçlü koltukta ne dertler ne gıybetler ne kahkahalar... o yatakta ne sarılmalar ne sevişmeler...
piraye bile kucağımda uyur oldu.
yani her güzel şey gibi kötü şeyler de geçmişte kalıyordu. 2016 böyle geçti. Daha güzel olabilir miydi? Evet. Daha kötü olabilir miydi? E evet. o zaman kötüleri unutup iyileri yadetme zamanıdır.
2017'den ne mi bekliyorum? özel olarak hiçbir şey. en kötü bugün gibi olsun. sağlıklı huzurlu rakılı..."
kadehimi kaldırdım, "2017'ye" dedim. son yudumları aldık. gözgöze gelip "35lik mi söylesek" dedik. söyledik...
*mabel matiz - kül hece
2016
Seni kalbime koyan Tanrı, beni de senin kalbine koydu mu?
Ne kadar tanıdıksın ve ne kadar da yabancı... Sanki hep varmışsın ama hiç de olmamışsın. Sanki sırtımda bir bensin, silik. Hiç görmemiş ama hep taşımışım.
Sanki günlerce sevişmiş ama hiç dokunmamışım. Seninle şişelerce şarap içmiş ama hiç sarhoş olmamışız.
Hep var olmuşuz da birbirimize hiç ihtiyacımız olmamış.
Çocukluğumuz beraber geçmiş de yolda görünce hatırlayamamışız.
Şu kanepede sevişmiş, şu masada kahvaltı etmiş, o şarkıda dans etmişiz de, hiç seviyorum dememişiz birbirimize...
Hiç sevmemiş sadece tanışmışız belki de...
Ya da ben şizofrenmişim de sen de bana gülmüşsün hep...
Ya da sen depresyondaydın ve ben seni hiç kurtaramadım...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)