bir söyler bin gülerdik...

ah o yazlık sinemalar, kapı önü akşamları
saksıda son sardunyalar, avluda el yazmaları

ah ne kahraman ne cesur, ne güzel çocuklardık
her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık
ah kaldırımlar biliyor, bi devir muhteşemdik
güz güneşinden hüzünlü, ilk yazdan şendik

hem utangaç, hem hevesli mektepli sevgililerdik
pek kırılgan pek acemi, bi söyler bin gülerdik
hem utangaç, hem hevesli mektepli sevgililerdik
pek kırılgan pek acemi, bi söyler bin gülerdik

o pürtelaş piyasalar, ilk sevda ilk gözyaşları
yolları hep gurbete bağlar, ah o gönül şarkıları...




sezen aksu konserleri benim için hep sürpriz dolu olmuştur. hatta sezen aksu'nun sahnede olduğu her gece...
bu sene de ilk doğum günü hediyem sezen aksu akustik konseri bileti oldu. ama esas sürpriz sahnede o kadının "son sardunyalar" şarkısını söylemesi idi. oturduğu yerden, cihan okan'ın yoğun vokali ile...
tam da bu şarkıyı hayatıma fon müziği yapmışken...


hani çocukluğun kokusu, hani arkadaşlığın dostluğun reçel tadı... kimine memleketi, kimine yazlığını, kimine ilk aşkını anlatan şarkı... gözlerinizi daldıran, mektepli sevgililer olduğumuz zamanlar... sorgusuz sualsiz dostluğun tene yansıması... best friend kolyeleri. aynı tişörtten alıp giyen sevgililer, arkadaşlar. ne kadar insan kaldı ki "kendime bunu alırken sana da şunu aldım, tam senlik" diyen? söyleyeyim; yok denecek kadar az. 


bakışından, soluğundan düşündüğünü anladığımız sevgiler... hep uzakta kaldı. hep bir hayat telaşı, hep bir yok sayma... 


hani bilirsiniz 2'li arkadaşlıkları. hani birini görünce hemen diğerini de sorduğumuz. ikisini ayrı gördüğümüzde şaşırdığımız arkadaşlıklar.
hani mutluluğu ile mutlu, mutsuzluğuyla mutsuz olduğumuz arkadaşlıklar...
sırf o iyi olsun diye şartları zorlayıp yanında olduğumuz ve yanımıza beklediğimiz arkadaşlarımız...
kardeşten öte, aileden öte, ama sevgiliden de öte bir "bir olma" hali...
pür telaş piyasalar...
onu üzen adamı/kadını cezalandırmak isteyecek kadar tutkulu dostluklar...
kendi de yaşamadıysa kimsenin anlayamayacağı, kimsenin göremediği ama yan yana gelinen her anda o iki kişinin gözleriyle görebildiği manevi bağlar...
bazen yıllara sırtını yaslayan, bazense sadece bir anda oluşan zincirleme arkadaşlıklar...


şimdi düşünüyorum, şarkı boyunca düşünüyorum hatta... neden!? neden artık yok bunlar? zaman mı? teknoloji mi? sadakat mi? neydi bizi doğallıktan uzaklaştıran, çıkarlar mı, ego mu, şımarıklıklar mı?


cevap veremiyorum...


sadece 2 lt kola ve 3 paket çekirdek ile 12 saat aralıksız gülüşmeler, paylaşımlar... yazlığın akşam kokusu, yenen ilk kazığın sarhoşluğu, 1gün arayla dostluğu düşmanlığa dönmüş insanın bahçesindeki begonyalar, bağrına basıp ağlamasına ağladığın çocuğun siyah saçları, yokluğuna üzüldüğün adamın sarı saçları, sırtını yasladığında hızla çekilen kadının uzun ince elleri, şımarıklı yüzünden seni ortada bırakan kızın lacivert konversleri, artık seni unutan arkadaşının çilleri, yağmurun elleri, karın soğuğu, istanbul'un haylazlığı, ankara'nın tembelliği, silivri'nin kuru teni, orta okulun masumluğu, lisenin havaları...


şimdi ofiste oturmuş bunu yazarken bir yandan kayıplar - ama gerçekten kayıp olanlar- ve kâr kalmış anılar için gülümsemeler... 


avluda el yazmaları...


şimdi kimseye anlatamadığım o milyonlarca bağ, üzüldüğümü söylediğimde "siktiret takma ya" diyen soğuk, hastane yalnızlığı...
şimdinin kan acıtan hatırlama duygusu. hatırlamak en ağır ölüm dostlar... özlemek, görmemek değil, hatırlamak...


ne kahraman ne de suç, ne güzel çocuklardık.
ama çocuklardık işte. hep birilerinin kahramanı sanırken, hep birilerine kahraman olurken, hep sevdiklerimizi kahraman ilan ederken... anlatamıyorum artık diyorum ya, kimse inanamıyor bana diyorum ya... işte sezen anlıyor, bana da hatırlatıyor...


ah kaldırımlar biliyor, bir devir muhteşemdik...


kaldırımlar biliyor. o en güzel insanlarla ya da o çirkin insanların en güzel yanlarıyla bir söyler bin gülerdik, şimdi sadece sokaklar, kaldırımlar biliyor; deniz biliyor, istiklal caddesi biliyor...


bilen hala biliyor...



Hiç yorum yok: