dün gece eve gittiğimde saat 11'i geçiyordu sanırım. biraz neşe biraz hüzün kafası, gülümseyerek girdim eve. annemle konuşup kitap okudum. Size de olur mu bilmem, erken yatınca hayat boşa geçiyor gibi gelir bana. uykuyu da severim aslında. biraz daha kitap okumak ve biraz daha uyanık kalmak adına oturdum azıcık daha. sayfalarında kendimi bulduğum kitaplar okudum. açtık kafama göre sayfalarını ve okudum, kâh gülümsedim kâh dellendim ama yine de tebessüm ettim. taa ki annem "ay kızım yorgunum, çamaşırları assana be" diyene kadar. kalktım, yeni aldığımız çarşafları yıkayan anneme de gülümseyerek. başladım asmaya tek tek, silkeleye silkeleye. seslendi annem "makinenin içine iyice bak, bir şey kalmasın" diye, "tamam anne ya aptal mıyım ben" diyerek eğildim. Evet aptaldım, bir şey kalmıştı. Makine ve sonra yıkanacak çamaşırlar için zararsız, oan benim için çok zararlı bir şeydi. ne olduğunu anlamadan, dizlerimin üstünde durup eğildim almak için. aldığımda 10 saniye kalakaldım makinenin önünde. Çünkü bir tülbent, asla sadece bir tülbent değildir cümlesi oturmuştu mideme. gülümsedim tülbenti alıp. anneme baktım, gülümsedim yine. o an beni, o tülbentin sahibi bile anlayamazdı. tam da ben altay öktem'i anlıyordum o an.
o tülbent sırtımı ovan kadından kalmıştı bana, ağrılarımı alıp bana iyi bakan. "al bu kalsın sırtında, terle biraz" diyen kadının. "terle ama üşütme, iyi gelecek" diyen kadının. tülbentle cinayet işleyen kadının.

hala yazıyorum, hala yazmamam gerekiyor.
susuyorum...

Hiç yorum yok: