ay yalnız o kız senin sevgilinse ağlayarak ölürüm ha!
lfkjldsfkşdflkadşflksdfşlsakş
:)
kirlendim kirlendim yıkandım kirlendim
kilitlendim
soydum kendi derimi
tırnak kontrollerini sevmedim hiç aslında
şefkatten uzattım hep ellerimi
yüzüme vuran güneş
saçlarımı öpen rüzgâr
siyahıma sarı çalan o yıldızlar
sessiz bir kıyametin karnında kayboldular
kaldır kapağı bak
kimler can çekişiyor cennette
kim çoktan ölmüş
kim diri kendi cehenneminde
sustur bütün yerli yersiz kımıldayan gölgeleri içinde
bu karanlık sokaklar
yalnız onların değil...*


mabel matiz - arafta.mp3
maalesef bu böyle...

yazının mor olması da boş yere değil hani...

Yedi Prenses ve Pamuk Cüceler

şu dünyadaki en adice şey, pamuk prenses ve yedi cücelerin mutlu bir hayat sürerken, prensin gelip prensesi götürmesidir. Öyle böyle götürme değildir bu, götürme kelimesinin tüm anlamlarını bünyesinde barındırır.
mesela iş yerindeki müzik arşivimi paylaşıma açmama sebebim de budur. Pardon da "çaba" icat edildi. "mucitlerleeee, tasarımlarlaaaaa" ama icat edildi.
Prens gelir ve dışarda kalmaktır cücelere kalan ve bunun tek sebebi cüce olmasıdır, EVET! Prens ise altın saçlı 1.90 boylarında atletik vücutlu BEYAZ atlı, muhtemelen libidosu yüksek, salya akıtan bir erkişidir. (-ki bize gelmez)
Ama asıl sorun prensesin orospuluğundadır tabi. Bunu da es geçemeyiz. Prenses olmak isteyen biraz da orospuluğu göze alıyor demektir ama bu yedi cücelere yapılmaz efendim. Yedi prenses demem bundandır karaktersizdir prenses. Yakışıklı prensi görür görmez, oh yeah ezgileriyle arkasını döner cücelere. Cidden yapılmaz. Şu an sinirlendiğimden kelli yazıyı devam ettiremeyeceğim.
He bu hikayedeki mal ben değilim, prens, prenses ve cüce olduğum dönemler olmuştur efendim.
Kalın sağlıcakla.
minik minik ellerimi açtım, dualar ettim sana kadın :)
dilediğin olsun, hayırlısıysa olsun dedim.
evet ellerim minik değil benim, sempatik olsun diye dedim.
iyi haberlerini bekliyorum.
rüyamda taş sektiriyordum. çok güzeldi. sekip sekip geri geliyordu yanıma. 2'sini pek tanımasam da, hele 1'ini hiç tanımasam da 4 kişiydik. ben yanımdaki kıza hava atıyordum. çünkü attığım taş bumerang gibi geri geliyordu ve o hiç sektiremiyordu. anlatıyordum ona nasıl yapıldığını efe efe :) diğer iki kişi sevgiliydi. takılıyorlardı aralarında. çocuğun bonus siyah saçları vardı, yanımdaki kızın da pembe tişörtü. hava kapalıydı deniz durgun. ay çok güzeldi ya. yeşilköy sahildeydik. bir de bunu hatırlıyorum.
güzeldi.
efes dak brown içen kızlar gördüğümde alınlarından öpüp "namusumsun lan, namusumsun imanıma" demek istiyorum. ay valla gerçek bu.. ay benim yolum yol değil kardeeeeş :D
mesela ben piyano çalabilmek isterdim, çok film izlemiş olmak isterdim. siyasi konuşmalarımı çok net söyleyememek sterdim. evde oturduğumda el işi falan yapabilmek isterdim. zayıf kısa saçlı, sen benuğa mezunu kızlardan olmak isterdim. nargile içememek ama slim dışında da hiçbir sigara içememek isterdim mesela ağzımdan hiç küfür çıkmasın, kedilerden de korkayım isterdim. elimden güç gerektirmeyen işler de gelsin isterdim. mesela resim yapabilmek isterdim. dün naaptın dediklerinde "ay sorma kardeş, arkadaşlarla teksimde içkiyi hırpaladık, otto da bi dans etmişiz hala ayaklarım ağrıyor" demeyeyim de, "iksv'deydim şekerim" diyeydim. sonra yaz tatili benim için bodrum karı kız, yakışıklı adamlar, pahalı içkiler, tatile gitmeden önce tatilden fazla masraf olsun isterdim. oysa benim yaz tatilim, yazlıkta öğlen denize inip suda buruşana kadar voleybol oynamak, akşam da gündüzden farklı olarak parfüm sıkıp dondurmacının önünde içmek...
bir de çok takı takan kızlardan olmak isterdim, saçlarımı küt kestirip Ara kafe'de kitap okumak isterdim. ama geçen yazımı da madrid'de geçirmiş olmalıyım. ispanyolca ezgiler mırıldanmalıyım. zaman zaman tüm bunları yapmak istiyorum gerçekten. ama sevdiğim oyuncular veya tanıdığım 3-5 yönetmenden biri yoksa film izlemem. felsefi kitaplar dışında pek kitap okumam. o da okuldan kalma bi alışkanlık işte. çok küfür ederim. resim yapamam belki flash ile web sitesi yaparım. iksv ye hiç gitmedim. nevizadede asmalıda falan bulursunuz ancak beni. içkiye para vermem, bi çok şeye fazla para vermem. levis kotlara para veririm bi tek. onları da yıllarca giydiğimden. ingilizcem bile kötüdür değil fransızca, saçlarım uzundur. takı takamam, darlanırım. tatil sevmem. kışın kaymak için uludağ olur, ama o da 2 yıldır pek yok. siyasetle işim olmaz. insanları sınıflayamam. bi boka yaramam ama şu yazdıklarıma bakınca kendimi seviyorum. hani bazen çok acıklı yazılar yazıyorum ya, sonra okuduğumda, aman be bilu, hiç mi acı görmedik lan sikicem ha diorum yine gülüyorum.
beni çok üzen (kah bilerek kah bilmeyerek) isabel'i gördüm rüyamda. 30 saat uyuduğumdan mıdır nedir, daha neler gördüm neler...
yalnız cuma gecesi alkolü abarttığımdan balkondan aşağı kusma hareketlerim de oldukça doğaldı bence. beni uutup giden ercü'ye de selamlar olsun. sabah da arabam çekilmişti, yine de güle oynaya gittik arabayı almaya. aldığımızda da hala sarhoştuk mesela. ben en azından epey sarhoştum Dolores'e nazaran.
sırtım üşüdü şu an. o yüzden ok diyorum by diyorum...

:)
ben seni hiç üzemem.
papatya çayı yapmak isterim sana.
ama ben seni hiç üzmem.
göğsüme yat uyu isterim.
ama ben seni hiç üzemem...

ben seni herkeslerden daha daha iyi tanırım,
hem ben sana herkeslerden daha daha iyi bakarım,
daha daha iyi bakarım, daha daha iyi bakarım...

putain, câtin, femme. toi donneuse et preneuse de vie.

herkes sessiz, alçak sesle konuşuyor.
neden?
Arif Dino şiir yazıyor.
"Döner kebap, dönmez olsun."
Sıkıysa alkışlama...

"Döner kebap dnmez olsun!
Taştan mantar tarlası
Çok yaşasın ölüler!"

...

Yaşamın gürültüleri suskunluklarını bulandırdı
buna gülüyorsun şimdi çünkü boş kafanda
yer alan yalnızca tutsaklık...

...
abidin ilk resmini sattığında sevinçle koşarak ağabeyine olayı anlatır. arif, bir durur. "oğlum sen ne yaptın biliyor musun? sen, orospuluk yaptın. resim satılmaz ya değiş tokuş edilir ya da hediye," der.

...

2+2=4
biri yer
biri bakar
kıyamet ondan kopar
bakan bir değil
kıyamet
kıyamet ondan kopar...
yıkıcı bir sevişme sonrası sigara içmek yerne hışımla kalkıyorum yataktan ve umay umay'a, altay ökteme sarılıyorum. "bu sevişme ruhumu acıttı, siz de acıtın ruhumu" diyerek sarılıyorum kitaplara... açtığım müzik daha yıkıcı daha yırtıcı sahte sevişmelerden.
ve bir süre sonra en alçak en yavşak şarkılar bile birer jilet atıverir ruhuna. gülmelerin kesik, kahkahaların yaralıdır. aşk acısı değildir bu; bu düpedüz ruhunun lime lime edilmesidir. bense bu limelemede hem etken hem edilgen olabilenimdir.
sevişirken ağlamak mı kaldı, pardon da... yok öyle bir şey. sevişirken ağlıyorsan ya da yırtılıyorsa ruhun her kabul edişinde ya da edilişin de, sadece bir pembe gök yüzü yeter demektir sana. mutlu insanların mutluluğuyla mutlu olma günleri çok eskide kalmıştır. içinde sevgi geçen her şey, evet her şey, senin için bir işkence aletidir aslında. ruhunu kanatabileceğin bir işkence aleti.
ve sevişmenin sonrasında orospu kırmızı okuyorsan bilmem kaç bininci kez, yırtılmaz ruhun asla. yırtılacak bir ruhun kalmadığındandır bu da. aslında kimseye kızmazsın, kızamazsın. senin canını acıtmış gibi anlattığın herkesi aslında sen, bile isteye sokmuşsundur hayatına. baksana geçmişe, senin hayatına girmesi için çaba göstermediğin kim var acı veren? yok. sen birilerine gel kalbimde koş biraz, gel canım oluver, otur şuracıkta dediğin kim varsa yakar yıkar içindeki pembe panjurlu evleri. he kurtuluşu var mı, bence yok.
dert edecek bir sürü şey varken, insanlar açlıktan ölürken, ben bile isteye sadece ruhuma bakıyorum. insanlar ne kadar da bencil diyerekten bencillik yapıyorum. en azından aynaya bakınca "ulan ne puştsun" diyebilecek bir yüz bulabiliyorum kendimde.
seviştikten sonra penguen de okumadım mı okudum elbet, kıh kıh da güldüm. ee ne var ki bunda, ben de gülmeyi haketmiş olamaz mıyım azıcık?
size de tavsiye ediyorum, başucunuzda kanlı bir kitap bırakın sevişeceğiniz gecelerde. hızlı nefes alışınız tam da bitmeden, uzanın kitabınıza, tek bir paragraf okuyup ağız dolusu bir küfür eşliğinde kafanızı yastığa koyun.
iyi gelecek, söz...
evde beni bekleyen kadın şu an pencereden cama bakıyor. 1990 model mercedes'ine bakıyor ve beni düşlüyor. düşünmüyor, düşlüyor, dışarıdan bakıldığında siyah gibi görünen ama aslında pislikten öyle görünen pencereden bakıyor.
viski kokusu üzerine sinmiş, küllüğünde sigarası kendiliğinden sönmüş ve ilk değil, küllüğün içindeki bir çok sigara kendiliğinden sönmüş. Tüm viski ve sigara kokusunun yanı sıra saçları mis gibi kokuyor ama. Sanki beni o eve çeken sadece saçlarıymış gibi geliyor ama bir dakika! Ben saç sevmem ki... Ama o kadın sevdiriyor işte.
beni üzdüğünüz kadar üzülmenizi istiyorum bayanlar baylar. beni düşürdüğünüz durumlara düşüp "abi billur haklıymış, biz ona ibnelik yapmışız, puştluk yapmışız, arkasından vurmuşuz" deyiniz. üzerine soğuk su içiniz. bana gelip "seni anladım" demenize gerek yok. bunu buraya yazıyorsam, ağzımda yaralar çıkmasın diyedir. öyle bir şeyler yaşayın ki, ister çok acılı ister kıpırtısız olsun, ama anlayın. kimseye söyleyemeyin hatta ve kendinize itiraf etmeye utanın. Sadece sen ya da sen veya sen ya da diğeri değil, hepiniz.
canınız yansın demiyorum, kötülüğünüzü istemiyorum dememi beklemiyorsunuz inşallah. içiniz parçalansın, kahrolun. düşünmekten ne düşündüğünüzü unutacak hale gelene dek düşünürken bulun kendinizi. dudaklarınızı yiyin sıkıntıdan, uçuklar çıksın dudaklarınızda. öpüşemeyin, sevişemeyin. terkedilin, öyle bir terk edilmek ki delirin acıdan. öyle bir kazık yemek ki, belinizi doğrultamayın kalbinizin ağrısından ve öyle bir muhtaç kalın ki bana/sevgilinize/dostunuza, yardım istemektense ölmeyi tercih edin...
yani;

dağılsın kalbin, öl hatta orda,
lanetler yağdır, beni hatırla...
kötü günümde benim yanımda olup sualsizce beni dinleyebilecekken, bir tekme daha vuran kişilerin mutluluğuyla mutlu mu olmalıyım, beddua mı etmeliyim, kendi haline mi bırakmalıyım?
yoksa gözlerine baka baka, onların bana yaptığı gibi şen kahkahalar atarak "ay canım, kankam, unutuldu gitti, herkes beni sikiyor zaten sen siksen nolur şekerim, yabancı mısın?" mı demeliyim?
çok şey öğrendim geçen bunca zamanda. benim yanımda olduğunu sandığım zamanları özlemiyor muyum sanki? deli gibi özlüyorum. ama bir şey koptu içimden, kopmuş dün anladım...
planlanmamış bir sevişmenin ardından ilk uyanan kişi gibiyim. kalkıp kahvaltı mı hazırlamalıyım, yoksa karşımdakinin uyanmasını mı beklemeliyim ya da sessizce çekip gitmeli miyim?
ben senin yazdıklarını üzerime alınırken ne kadar safmışım meğer...
ne istiyorum biliyor musun aslında, sana bakmak istiyorum. "Bamya sevmem" dediğini duymak istiyorum ve "ben yaparsam seversin" deyip gülmek istiyorum. En sevdiğin kitabı, seni en çok üzen sevdiceğini, en sevdiğin arkadaşının en sevmediğin huyunu bilmek istiyorum. En sevdiğin çiçeği, doğum gününü bilmek istiyorum be kadın, beni nerende sakladığını bilmek istiyorum; ne sıfatla sakladığını. canını yakan aşk şarkılarını, yazdığın gözyaşı harmanları kime neden yazdığını bilmek istiyorum...
...ve bilmek istiyorum en sevdiğin oyuncağı, en büyük korkunu ve kalbinin hassas köşelerini. En sevdiğin kokuyu bilmek istiyorum, tişörtlerini en sevdiğin markayı, son aldığın kotunu, el yazını tanımak istiyorum. Adımı söyleyişini duymak istiyorum. Cep telefonu modelini, sevdiğin yemeği, yapmayı sevdiğin yemeği, hayallerini; ne bileyim, gözlerinin tam rengini bilmek istiyorum mesela. ama geldiğine sevindiğin kişiyi bile bilmiyorum.

bana kızmışsın, anlamıyorum neden. senin de dediğin gibi, "sahipsiz tüm suçlar" benim üstüme kaldı yine.
daha açık olamam sanıyorum.
işte bu yüzden susuyorum.
ve ben;

karanlıkta kaldım, korkum ondan
söylenecek bir söz vardı çoktan
unutuldu gitti o dil zaten
kalmadı geride tek bir insan

ps: ve biliyorum çok pis göt olacağım, cumartesi gününden daha pis.

Ruhun çitilendiği an...

Winamp'a dinlenmek üzere 650 şarkı atılır. Hiçbiri albüm değil, tekli tekli akılda tutulamayacak şarkılardır. Hani içinde neler olduğu bilinir de, "shuffle" sebebiyle ne çalacağı asla bilinemez. tam neşeli bir albüm açacakken biten çalan şarkının sonları olduğu fark edilir, "hadi ulan sonraki neymiş bakayım da öyle kapatayım, belki Jehan'dan Neden çıkar; ne zamandır dinlemedim" denir. İnanmayan hislerle kendi kendine gülünür. Sonra eski plakların sesi gibi Neden'in introsu girer. Yutkunma yarım kalır, içilen kolanın son yudumu boğazda kalır ve "hasiktir" denir, "harbi hasiktir". Bi an kapamakla kapamamak arasında kalınır. Ardından içses "bilu'm, biraz hamile kalınmaz, kalmışken tümüyle kal" der. Ruhun sesidir. Dinlenir, dinlenir...
Şarkı biter, bir oh çekilir. Oh değil bir ah çekilir. "Ah ulan, neden" denir.
Sonra itinayla işe devam edilir(!).
İşte ruh da tam böyle zamanlarda çitilenir.
şimdi ayça şen kimdir? ayça şen biraz sıradışı, biraz kımıl kımıl, biraz şakacı, biraz geyik ve biraz da -bana göre- asabi bir hatun kişi. evet hatun kişi. öyle sıradan "kadın" diyerek geçebileceğimiz türden bir homo sapiens değil. Övmek için yazıyorum bu yazıyı ama kendisini aşırı sevdiğimden değil.Bu hatun kişinin bir de memo adında oğulcuğu var. köşe yazarı, radyo programcısı, anne, kadın, insan vs.

Ama gel gör ki bir albüm yapmış, nam nam tadundan yinmez.
Albümün adı astronot. Adını duyunca bu ne yeaa demiyor değil insan. Ama kanmayın lütfen, edinin, raftan indirin, rapid'den indirin, ayol edinin işte. Albümün yapımında en çok emeği geçen kişi (bildiğim kadarıyla) Mor ve Ötesi'nden tanıdığımız Burak Güven. Şarkılarda Aylin Aslım tadı var sanki. Hani onu alan bunu da aldı derler ya, o anlamda yani. Bir taklit falan söz konusu değil...
Şimdi şarkılarından kupleler vererek, sizi kendime inandıracağım. Şarkılar her yerde yok, bana mailler atın, isteyin ben yollarım size şarkıları, yaheyya :D

Son Zamanlarda
birileri dünyayı görmek ister, birileri kazanmak.
kimileri aşkı bulmak ister, kimileri yok etmek.
herkesin korkusu aynı, hayatta kaybetmek.
bir lokma, bir hırka, mesele yetinmek...

Kalpsizsin
rehber yırtık pırtık olmuş artık eskilikten sararmış;
yeni numara eklenmemiş, sen olduğun yıllarda.
aslında seni unuttum, kırk yılda bir sadece, romantik şarkı dinlerken gelirsin aklıma...

Aptal Gibi
uzaktan baktık ama katılmadan, gülmekten katılıp yorulmadan.
bize dokunan yılan en yılan, bağırdı sonra, dünya yalan
aptal gibi

Oryantal
para sıkıştırdı babam sana, onları bana versene;
geriden yürüdün kaçmasın,artık kendine gelsene...

Dönme Dolap
kaybetme kendini ne varsa şu anda
say ki meteor çarptı, buldu seni dünyada
bir iner bir çıkar, ömür dönme dolap
çıktın sevinme, düştün üzülmeeeeeeğğ...

Sabotaj
yaşamak bir hastalığı sevmek gibi
kararsızım, tutarsızım, nerem doğru ki
son kuş da uçtu gitti uzaklara
sen hala güven o hain kuşlara...

Erkek Sindrella
aşk lafından hep utanmıştım
her duyduğumda gülmem gelmişti
gel benimle ol dedim ama
bunu biraz da görev sanmıştım
sonra gördüm seni içten gülen gözlerini
çok çok diyarlar gezdim
evlenicem senle buna eminim

Büyüdük
ve simdi zemberekten kurtulan bozuk bir akreple yelkovan
zamanla hepimizi gulduren komik bir oyunmus su zor yasam
ve sonra kalabalik ruhumuz
sesler cok karismis ugultumuz
sakizdan cikan bir siir olmus yapiskan büyüklük umudumuz

Kelebek
oysa işte bir bebeksin
tozdan kanatlarin, yoktan hayallerin var
bir dilek tut uç tanrına
yanmasın kaderin bir gece lambasında
şanssiz kelebek şanssiz kelebek
bakma oyle ödlek ödlek
ben kime söylüyorum
sana rengarenk bir bahar gerek...

Astronot
karanlıkta kaldım, korkum ondan
söylenecek bir söz vardı çoktan
unutuldu gitti o dil zaten
kalmadı geride tek bir insan
yalancıktan yaşar gibi aşksız
evcilik oynarmış gibi çapkın
hayatını yazar gibi ürkek...

Budur
ne aşklar yaşadım uğruna
değer değmez bakmadım yaşıma
hiçbir duvara yaslanmadım
düştüm ama sızlanmadım
budur..


ps: büyüdük ve astronot benim favorilerim, o yüzden kırmızılar :D
ps2: teşekkür ederim ayça şen.
gözümün önünde birbirlerini seviyorlar, ben işkenceler içindeyim.

yok o kadar değilim. Ama ya olsaydım?

"kader bize mutlu olma şansı vermedi sevgili;
biz haritada iki küçük su lekesi...
hiçbir deniz kavuşturmaz artık bizi"
derken iclal aydın, ne kadar da haklıydı. şimdi çeşitli olaylardan ötürü biraz kafam karışık. Mesela dün ercü'yle çok eğlendik, dünü düşündükçe gülüyorum. "erken döncez" diyerek eve sanahın 4:30 - 5'inde geldiysek bilelim :D sonra selin'i gördüm nerdeyse 1 yıl sonra, doğum günü diye şeker de aldım ona, çok sevindi hem, hem de kocaman sarıldı bana, çok özlediği her halinden belliydi, bu kadar sevilebilen ve özlenebilen biri olmak çok hoşuma gitti.

neyse, kendimi övmeyeyim daha fazla, çünkü bok gibi bi hayatım var bu aralar. nankörlük yapmak istemem. ama özellikle son 1 yılda yaşadıklarım bana bir işi bitirmeden diğerine başlamamayı öğretti. özellikle iş, okul ve arkadaşlar konusunda. aşk demiyorum çünkü ona öyle taktik, kural falan işlemiyor maalesef.

dün akşam Balkon'a gittik Ercü'le. 3. gidişim oldu ve yine mükemmeldi. Bu kez terasa çıktık ki hiç terasında oturmamıştım. Saatin 3 olmasından kelli, sakindi de :)

Öyle işte sevgili blog...
Anlatacaklarım var da, daha sonra. Bu güzel pazar gününü büzüştüremicem :*

Yüzümü gönlüne koysam, yemin tutsa kalbim, beni bilir miydin?
Yok olmuyor, istemekle bitmiyor. Hiçbir yol yarılanmıyor, uzadıkça uzuyor...
çok mu zordur yardım etmek bir sevdiğine ya da çok mu zordur yardım istemek?
ay o değil de, ben iyi kurtarmışım ha, ya deli ya katil olmadan hemen önce kurtarmışım.
yapmaz sanmıştım, Gia Linda'yı bırakıp uyuşturucuyu tercih etmez sanmıştım. Yanıldım. Tam şu an yanıldım a dostlar. Oysa Linda'sız yapamaz gibiydi.
Yaptı...


  • "şikayetim var" diye bir şarkı vardı Demet Sağıroğlu'nun.
  • kelimeler çok yetersiz anlaşmak için.
  • mesafeler şehirler arasında olanlar değil kalpler ve beyinler arasında olanlardır.
  • "dilek olamayacak kadar gerçeğim" demek iyi bir şey mi kötü bir şey mi?
  • bazen insan aklında bir kadın/adam yaratıyor, ona tanıdık birinin ismini koyuyor ve ardından ben hoşlanıyorum/seviyorum/aşığım moduna giriyor.
  • bugün hıdrellez olmasa moralim bozuk olabilirdi ve gidip bi paket sigara alırdım.
  • nankör değilim, çok mutlu günlerim de olmuyor değil.
  • çok fazla insan var.
  • sütyen kelimesi hem komik hem erotik. Kadın gibi...
hiç gelmedin ki zaten, gidişin de hüsran olmaz yani şu dakikadan sonra.

Hıdrellez...

İsmini söylerken bile neşe doldurur hıdrellez. Peki nedir hıdrellez? Facebook'ta Ahırkapı Hıdrellez Şenlikleri 2010 başlığını tıklarken bu kadar heyecanlı değildim mesela. Şimdi birden nasıl olduysa kaptırdım kendimi, arkadaşlarımı çağırdım "hadi ulan koşun, koşun da baharı karşılayalım" dedim gelmezler diye de annemi kandırdım.
He nedir bu çabam? Severim ben böyle gelenekselleşmiş şeyleri. Din, dil, ırk, hede hödö tanımadan herkesin aynı coşkuyu yaşadığı şeyleri. Bir de efsaneler, enteresan adetler de eklendi mi buna benim gönlümde yeri büyüktür. En son Arnavutköy'de otururken atlamıştım sanırım Hıdrellez Ateşi'nden. Üniversite sınavına gireceğim sene de gül dalına İstanbul Üniversitesi'ni çizmiştim. Pek becerememişim sanırım ya da bilinçsizce Sakarya Üniversitesi'ni çizmişim. Olsun, diyorum ya büyüsü geleneği güzel. Bu oruç tutmayan, hatta orucu saçma bulan kişilerin arkadaşlarıyla iftar sofrasına oturması gibi bir şey belki, büyü dediğim :)
Hıdrellez hakkında biraz daha kişisel yorum ve bilgi almak için ekşi sözlük'e attım kendimi.
ama önce şurdan bir bakalım...
Mesela farklı farklı Hıdrellez açıklamaları var her biri bir başka efsaneye dönüşüyor irdeledikçe. He peki özünde ne var? Özünde ölümsüzlüğüne inanılan Hızır ve İlyas 5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece buluşup doğayı baştan başa yeşertmek için buluşurmuş. İnsanlar dilek diledikçe onların dileklerine kulak verir, gerçekleşmesine yardımcı olurlarmış. Hatta Hıdrellezin ismi de hızır ile ilyasın birleşiminden gelmekte (hıdırın D' dzad şeklinde okunur). He nolur bugünde başka, bugün bahar bayramıdır. Doğa kendi kendini doğurur adeta. Kimi takvimlere göre 23 Nisan'dır bu gün, yani bahar bayramı. Eskiden kapı pencere açık bıraklırımış ki, hızır ile ilyas'ın gelişinin bereketi evlere dolsun. yemeklerin içeceklerin ağzı açık bırakılırmış ki, bollaşsın.

bir de hızır'la ilgili -nerden geldiğini bilmediğim- şöyle bir bilgim var. Hani "hızır gibi yetişti" derler ya, işte durumumuzun sıkışık olduğu vakitlerde bir eski dost, üst komşu, alakalı alakasız biri gelir iyi haberler verir ya da ne bileyim erzak tipi şey alıp gelir. işte bundandır ki hızır'ın kim olacağı belli olmaz derler. Ama hızırın getirip bollaştırdığı şeyler, siz farkına varana kadardır.

Neden gül ağacı seçilmiş acaba kese asıp dilekler bağlamak için? Bunu bilen varsa bana da söylesin. Lastik yakıp üstünden atlayabilecek miyim acaba bu sene. Son senelerde minik ateşler yakmayı tercih ettik çünkü. Aslında dileklerinizi çizip atabileceğiniz onlarca şey var Hıdrellez'de. Deniz kıyısında denize söylenen dilekler mi dersiniz, kuma yazılan çizilenler mi dersiniz, gül ağacına mı çeşme başına mı efendime söyleyeyim toprağa gömülen mi?... İşin güzel yani hep bir ağızdan içten gelen bir şekilde herkesin dilek diliyor olması...
Kutlama öncesi aktaracaklarım bunlar. Yarın pek keyifle yazı dizimin sonunu getireceğim inşallah :)