Dün sevdiceğim kazaklarımı görmeye geldi. Beğendi de. "Ne iş böyle yenilikler falan" dedi, kıskanmış olmalı :) Dünyalar kadar seviyormuş öyle dedi, şımardım azıcık. Uyumuş, uyanamamış, kıyamam ki.
...
Akşam akşam Ortaçgil nasıl güzel bir tat bıraktı damağımda anlatamam. Tabiki öncesinde Çiço kafası da yapmadık değil. Önce Köri soslu tavuk ve djarum güzel bir tat bıraktı, ardından Ortaçgil tatlı niyetine... Yağmur da tatlı tatlı yağdı. Islatmadı sanki. Ortaçgil aldı götürdü bizi, Pencere Önü Çiçeği ile, Mavi Kuş ile, Bu Su Hiç Durmaz ile, Şarkılarım Senindir ile, Normal ile... Keyifle izledik, çıktık hala söylüyorduk şarkılarını. Ortaçgil yaşlanmış ama daha tonton daha tatlı bir adam oluvermiş. Bayıldık seyirciyle diyaloglarına. "Aşk var mı? Vaaaaağr, aşk var!" demesi falan :)
...

Kediler diyorum, ne asil hayvanlar. Ne kadar saygın ve karakterli. Bir de nankör derler. Halbuki insanları tanıdıkça kedileri daha bir seviyorum. "takmayın kafanıza" diyorum kedilere, "takmayın, çünkü insanlar varken kimse size nankör diyemez". Mesela bazı insanlar var ki, hiç dertleşmemişiz gibi, omzuma yaslanıp ağlamamış gibi, tutup elimden dans etmemiş gibi, gülmekten kırılana kadar eğlenmemişiz gibi, sırlar paylaşmamışız gibi omzunu çevirip giderler. Gözgöze geldiğinde düşman gibi bakar. Ama bu sabah bu blogu açıp "acaba benim hakkımda ne yazdı" diyorsundur.
Ben, "... konusunda bana güvenebilirsin" dediğimde, "biliyorum" der. Çünkü ben omuz çeviremem. Suçlayacak değilim, herkesin kendince sebepleri var tabi, yok değil. Yargılayacak da değilim ama nankörlük idesinden epeyce pay aldığını da görmüş olduk... Fonda ne var diye sormayın, tabiki Yasemin Mori'den Kuzgun. Meallerde ne kadar haklıymışım ki, şu an meale gerek yoktur sanırım...

Hiç yorum yok: