bazı şarkılar var... o kadar bazı ki onlar üstüne söylenecek çok şey olsa bile, sadece 3-5 kelime ile etiketlenebiliyor. bu şarkı da öyle. intihar, huzursuz, rutubet, yırık, eksik... olumsuz ve kanayan bir kaç kelime daha ekleyebilirim. sisli diyebilirim, puslu... sus pus belki... beni biraz sinirlendiriyor, sonsuz bir düşüş hissettiriyor. dar bir koridorun üstüne yıkılması belki. belki de bir düşme anı, bir kurtaramama ya da kurtarılamama anı, sıfır hanesi ya da çamaşır suyu lekesi. asla geçmemesi, asla geçmeyeceğinin bilinmesi. alenen çaresizlik, ortada kalmışlık. umutsuz her şey bu şarkı... şarkı demeye bin şahit. ölümcül bir ayin belki bir kurban verme. kendi düzenlediğin bir ayinde, kendini kurban verme, akmayan bir kan.
kirli kemik rengi bir odanın toz kokan karanlığında yanan bir mum. akan bir şişe. tükürülmiş bir balgam. mumun havasız ortama rağmen titreyen ve iç yakan küçük alevi. bitecek olan mum çaresizliği. karanlık oda. kapısız oda. amaçsız ve çıplak bir ruh. hatta beden. rutubete oturmuş çığlık çığlığa üşüyen bir ten.
çığlık çığlığa üşümek. daha fazla üşünmez lan dedirten, bir kalibre sonrası ölüm kokan ama öldürmeyen bir üşüme. iskelet rengi. asi metalci grupların pis çekiciliği.
sözleri ne diyorsa desin, melodiyle birleşince son bir şiir geliyor dilimin ucuna. ama yazımın sonu diye değil, gerçekten şairinin yazdığı son şiir. ölmemiş ama ölmekte olan bir kaç kelime. kafamda şöyle diyor;
ölüyorum tanrım
bu da oldu işte.
her ölüm erken ölümdür,
biliyorum tanrım.
ama, ayrıca, aldığın şu hayat
fena değildir.
üstü kalsın.*
çaresizlik akıyor kelimelerden. sanki bir harf diğer harfe kanla bağlanıyor ortaya bir kelime atıyor. kelimeler birbirine acıyla bağlanıyor, şiir oluyor. oluyor ve ölüyor... bir şiir başlıyor, şair ölüyor.
bir şarkı çalıyor, damarlarım titriyor... umutsuzca, çaresizce. ölmüyor, ölümün kokusunu getiriyor.
pis ve rutubetli oda... bu şarkı sadece kendi rutubetini çağırır...
*cemal süreya'nın son şiiri.