oturduğum yerden kaldırıyorum yüzümü göğe doğru.
nasıl bir iç huzur var bedenimde anlatamam.
anlatabilir miyim ya da...
Bilmiyorum.
Hava nasıl güzel bir sonbahar anlatamam.
anlatabilir miyim?
bilemiyorum.

yaprağı düşmüş, çıplak kalmış bir çok ağaç karşımda. kış bahçesi olmuş balkonumuzdan bakıyorum. camı açıp derin derin nefes alıyorum, burnumu yakıyor oksijen. bu kadar güzellik bana fazla. kahvemi yudumlarken buluyorum kendimi. nasıl ekşi bir tat... her şeyi biliyorum aslında. sonbaharı da biliyorum, solmuş sararmış huzurlu yaprakları da biliyorum. kendimi bir kuru yaprak gibi hissediyorum hala yeşil yapraklar barındıran gövdende. düştüm düşeceğim. biraz ben tutunuyorum sana, biraz da sen tutuyorsun beni, yeşil halimi bildiğinden. yüzüne yansıttığım güneşi sevdiğinden, sana nefes aldırdığından kelli sevdiğin yağmur damlalarının üzerimde dans edişini sevdiğinden. en sevdiğin yaprağın mıydım ben? bak düşmek üzereyim şimdi. Sen bile tüm heybetinle karşı koyamıyorsun bu düzene....

ve düşüyorum şimdi ben. inceden bir "çıt" sesi, kırılır gibi. sen de bakıyorsun yeşil yapraklarınla bana. bense çoktan yolu çizilmiş, sınırdışı edilmiş, üstüne suçlar yığılmış bir mahkmum sanki. suçlar benim ağzımdan söylenmiş birinci tekil şahıs ile ama ben susmuşum hep aslında. kızamıyorum doğama. beni var eden doğama, beni ben yapan doğama kızamıyorum. isyanlarım olmuyor değil, gülümseyip susuyorum. ilk ben düşüyorum eteklerine ya, ilk ben döneceğim aslında sana. o toprağa karışacağım çok sevdiğin yağmurla ve yavaş yavaş köklerinden karışacağım sana, doyuracağım seni. o soğuk kış gecelerinde, soluk dallarına kar taneleri düştüğünde ben çoktan içine girmiş, damarlarını, halkalarını ısıtıyor olacağım. düştükten sonra rüzgara yenileceğimi mi sandın sen? yenilmem ki... yavaş yavaş ilerleyeceğim seni sen yapan o güzel dallarına. içimden bir parça bırakacağım her geçtiğim yerinden. seni kendimle yıkayacağım, içini içimle yıkayacağım.

Hiç yorum yok: