Anne ben yine düştüm


Şems, "aşık olduğun biri için yapabileceğin yegâne şey değişmektir." diyordu Aşk adlı romanda. Bense geri alıyorum değişikliklerimi Kelepir Kız. Alıyorum çünkü ben Şebnem Ferah'ın "siğeeeeen nasıl başaaaardıığn, yüz yıllık aaaaaaaağç gibisiiiiğn" diye haykırdığı ağaçtım. Sense sarmaşığım. Tüm yeşilliğinle, tüm canlılığınla bedenimi sarıyor, sıkıyor, kısıyordun beni. Evet, tam da istediğim gibi. Aşk ve sevgi bile bile tutsak olmaktı zaten benim gözümde de. Ama bilirsiniz sarmaşık, sarıldığı ağacı kurutur, duvarı çürütür. Biri için değişmenin - aşk uğrunaysa hele - hiç bir sakıncası yoktu benim için. Ama ben senin için saklanmaktan vazgeçtim. Buraya da yazacağım seni, müziklerimi de dinleyeceğim bazen salt acı bazen pür neşe ile.

Bugün sensiz 3. ama en net gün; yine ölmedim tabi. Dün gece hiç uyumadım. Gözümü bile kırpmamış olabilirim. Ah ne de güzel seviyordum seni. Hayal bile etmemiştim mesela ben böyle sevilmeyi. Çok falan sevmiyordum ben, güzel seviyordum seni. Kendi kendime düşündüm yine ilmek sayarken düz renk halıda; Mecnun'un Mecnun oluşuydu Leyla'yı Leyla yapan ya hani. Binlerce akıllının kıskandığı bir şey vardı orda, o da Mecnun'un deliliğiydi. Binlerce çirkin Leyla'yı kıskanmadı hiçbir zaman.

Senin sözlerin Mevlana'ya Mesnevi'yi yazdırıyordu ya hani 10 gün önce. Bense Mevlana'yı yazıyordum işte sayende. Bir tarihi, bir aşkı, bir kaybı yazıyordum. Ben seni yazmıyordum ki. Seni Cemal Süreya yazmıştı yıllar önce. Ben, benim istediklerimi yazıyordum sen kör kuyularında saklanırken. Ben sana Frida'lı çantalar, kitaplar tasarlıyordum yokluğunun 2. gününde. Bu senin sevilebilirliğinden değildi, bu benim sevebiliritemdendi. Bu demek değil ki ben seni sevmedim, kafamdaki Kelepir'i sevdim. No. Öyle de bi sevdim ki. Herkesin "ne biliyorsun ki onun hakkında, kaç kez gördün ki topu topu, bak sana neler yaptı" deyişine gülümsüyordum. "Siz onu daha tanımadınız, aylar sonra bana hak vereceksiniz" deyip durdum. Aylar sonra ben hak vereceğim onlara sanırım. Olsun.
Sana inanmak, sana yine inanmak, yine kanmak diyordum ya hep. Arkadaşlarım "yine güvenme" diyordu ya hani beni korumak için. Aslında tam tersiydi. Sen bana kanıyordun, sevgime, parıltıma, sana parlamama kanıyordun. Ben seni alıkoyuyordum ya hani. Ben konuştukça tekrar kanmaktan korkuyordun. "her şeyinle ve hiçbir şeyinle davet ediyorsun" diyordun. Çok tuhaf ve çok sevimli. Evet tam anlamıyla sevimli. Anlaşamadan anlaşmalarımız gibi.
Senden önce de Ankara'da bir sevgilim olduğunda 13 yaşındaydım. Futbol maçı yaparak yakınlaştığım bir arkadaşımdı. Yazlıkta iskelede çıkma teklif etmişti bana. Ben mi etmiştim yoksa. Hiç Ankara'ya gitmedim onun için. Annem göndermezdi zaten.
Kimler için neler yapmadım ki, şimdi hala hırs ve kızgınlıkla andığım ne adamlar ne kadınlar harcadı biriktirdiğim sevgileri. O yüzden sana hiç kızmıyorum. Çünkü tümünün güçsüz kolları vardı ama hiçbiri benim başımı bulutlara değdirmeyi denemedi. Sen de tam başaramadın, lafta kaldı belki ama benim için bunu istedin. Nerden nereye gelmiştik de bunlar oluyordu. Ne meraklıydık tüketmeye.
Hiç söylenmese ne olurdu diye düşünmekten bıktım. Geriye dönüp baktığımda ne görüyorum biliyor musun? Hiçbir şey. Anlattım ya, her şey kutularda, kalbimin raflarında.
Sonuç olarak ne var elimde. Ben seninle bir insanı ne kadar da güzel sevebileceğimi hatırladım / öğrendim / inandım.
Bir de aşkın hep tek kişilik olduğunu öğrendim. Şimdiyse bir boşluk ki, seninle bile dolamaz artık. Romanlardan nefret eden ben, sevdiğim 2-3 romandan birini hatırlıyorum seninle. Safiye Erol'dan Ciğerdelen. Belki de sadece adı seni bana anımsatan. Yüreksöken, kalpdeşen falan da olabilirdi.
Tüm bu güzel sevmelerimin, aşkımdan ölmelerin sonunda tek bir gerçek vardı yüzüme vuran;
KAHRAMAN DEĞİLİM Kİ BEN... Sana, en çok seni kurtarabilirim ümidiyle gelmiştim. Seni alıp kaçabilirim, esen rüzgarda bedenimi sana siper edebilirdim. En sağlam taşı bulup ardına saklayabilirdim gibi gelmişti. Oysa ben tüm eşyalarını yüklenmiş koşarak gitmeye çalışırken, sen elinde kıytırık bir dal parçasıyla durmadan aynı yerde oyuklar açıyordun toprakta. Ben seni çekiştirip almaya çalıştığımda da elin elimi tutsa da gözün o oyuntuya bakıyordu.
O yüzden kurtaramıyorsam, ben de batmalıydım sanırım.
Bu kadar.
Son yazım olmayacak bu sana. Üzgünüm değişmemeye çalışıyorum sana olan tutkumu yenmek için.

Böyle buyurun benim Kelepir'im için...

Hiç yorum yok: