merhaba canım,
senden ayrıldıktan sonra, senle ayrıldıktan sonra, sen beni bıraktıktan sonra hayat yaşanmazz bir hale gelmedi. her şey biraz daha zordu ama ölmüyordum işte. aklımda, şarkılarımda, okuduğım kitaplarda genel olarak sen vardın aklımda. arkadaşlarıma seni anlatıyor, arkadaşlarına seni soruyor anlam vermeye çalışıyordum ayrılığımıza, olanlara. her şey böyle netken, ne olurdu da bulanabilirdi acaba her şey? hiç tatmin edici cevaplar alamıyordum en yıkıcısı buydu. ve anlıyordum ki ben hiçbir şeyi tek başıma yaşayamıyordum. senin yokluğunda bile senin gibi kalamadım, susup duramadım, kaçamadım her şeyden. belirsizlik cevapsızlık beni her şeyden çok yoruyordu. evde oturuyordum ve arayıp "naber, napıyorsun" diyenlere, "duruyorum" diyordum. canımı acıtan şarkıları açıp, sigara üstüne sigara yakıp, sigaramın küllüğün dışında kalan kısmını pakete yaslayıp öylece duruyordum. gülemiyordum, çünkü gülmek için vaktim yoktu; seni düşünmeliydim. tanımadığım insanlara üstü kapalı anlatıyordum; "üzülme" deyip geçiştiriyorlardı. daha da çok yoruluyordum. üzülüyordum işte, alenen üzüyordu sensizlik ve sensizlik korkusu beni. burdaki ince çizgide takılıp kalıyordum, sana da anlatamıyordum. Ne bir mesaj ne bir telefon dost olamıyordu, beni sana veremiyordu.
seninle geçirdiğim her anı arkadaşlarıma çenem titreyerek anlatırken Mabel'e gülüyordum işte. "neden yaşıyoruz lan biz bunları" diyorduk, biramızı içip gülüyorduk içimize oturan taşlara. gece bittiğinde bir arkadaşımın yanına kıvrılmış uyukluyordum, soruyordum utanmadan, "döner değil mi"...
ertesi sabah yine aynı keyifsizlik ve gülümseme ile uyandım, boğazım katrana batmış, midem gıvıl gıvıl. sanki kendime kötü davranırsam seni unutabilirmişim gibi geliyordu. suçlu arıyordum ve seni suçlayamazdım. kendime bakıp "allah belanı versin" desem biraz tatmin olabilirdim sanki. ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. kalkıp "seninle" gitmeyi planladığım yerlerden birine kahvaltıya gittik. sözde ben konuşulacaktım, beni konuşmak vardı hesapta. ama onun yerine neşeyle güldürdü arkadaşlarım beni, "hadi" dediler "oturmakla olmaz, çimlere yayılıp jehan dinleyeceğiz" ama bir daha ki jehan planımda da sen vardın benim. "Şimdi o gelirmiş..." diye başlayan cümleler kurdum bol bol. ilk başta gülen arkadaşlarım sonra kızmaya ve son noktada acımaya başlamışlardı bana. tamirane'ye gittiğimizde saat 4'ü geçiyordu ve jehan çoktan sahne almıştı. çimlere yayıldık fotoğraflar çektirdik, ben ara ara "o'nu da getireceğim buraya" dedim gülümseyerek, arkadaşlarım sessiz kaldı. gülümsedim yine. sonra yemek yemek adına masaya geçtiğimizde benim sırtım sahneye dönüktü, masum bir çocuk gibi geçen bebeklerin popolarına ve göbeklerine bakıyor, "ay insanın doğurası geliyor" diyordum. sonra bir de bira söyledim. gelen soğuk biranın sıcakla etkileşiminden oluşan buhara başharflerimizi yazdım, karaladım sonra. kimse demeden "kendine gel" dedim kendime. jehanın sesi ninni gibihuzur katıyordu ve masadaki tek boş sandalye senindi sanki. "o da olsaydı" diyerek başladım yemeğimi yemeye.
ta ki jehan "bulut geçti göz yaşları kaldı çimende" diyene kadar. hani sana senin odanda, senin bilgisayarında dinlettiğim; "mehmet güreli ve zuhal olcay var ama sen jehandan dinleyeceksin, geldiğinde kesin dinleteceğim" dediğim şarkı. donuverdim. bi hışımla jehan'a döndüm. Sanki "nolur bunu söyleme" diyecektim bi anlığına. kitlendim... "bu şarkı" dedim, "bu şarkıyı ona ben dinletmiştim" dedim. kimseden ses çıkmadı, biraz gülümsediler belki. başımı öne eğip yine aynı saçmalığı mırıldandım; "burda olmalıydı". sonra kafamı kaldırıp, "onu buraya getireceğim, burası süpermiş" dedim. "bilu harikalar diyarında" dediler. o kadar umutsuz muydum?
beni en yakınlarım tarafından bu kadar umutsuz görünmeme sebep olan kişi sen miydin? olamazdın ya.
ama onlar seni de bilmiyorlardı, bizi de. sonra biraz daha çimlerde yuvarlandıktan sonra taksime döndük. durmadan konuşuyor gülüyordum, karadeniz şivesiyle espriler yapıp neşe saçıyordum. ara ara durup bir ah çekiyordum, "belki gelir, belki döner, belki mesaj atar" diyordum monologlar halinde. artık ciddiye bile alınmıyordum. yola çıkarken sana aldığım kitaplardan birini aldım elime. öyle sayfalar vardı ki içinde, öyle kelimleri bir araya getirmişti ki yazar. kâh bendim, kâh sendin... okuyor okuyor okuyordum, okursam canım acıyaktı okumazsam da acıyacaktı. okuyup, derdime ortak ettim bütün suçsuz kelimeleri. köprüden geçerken bana attığın mesaj geldi aklıma, gülümsedim. gülümserken minik minik doldu gözlerim. acı ve hüzün değil de, tuhaf bir şeydi, gözyaşımda sen vardın sanki ve boğaz ışıl ışıldı. indikten sonra teyzeme gittim, "naber" dedim ve bana "billur, kızım neyin var" dedi. hani senin teyzene benzettiğim teyzem vardı ya. "yok bişey teyze, sadece bu aralar hayat çok zor" dedim. peki diyerekk oturdu yanıma. sustu. biraz bihteri izleyip nete girdim. mabel ve süleymanla konuştum. çaresizliğimden bahsettim. ikişer kelime ile yarama tuz bastılar. "o da üzülüyor" dediler. üzüldüğünü biliyordum da, duymak daha bir yordu beni. 4 gündür düşündüğüm her şey silindi ve kuvvetli bi cesaret geldi. yine cüret ediyordum sana mesaj atmaya. Ama senin üzüntünün sebebi ben olmamalıydım, olamazdım. hiç zor olmadı doğru kelimeleri bulmak, çünkü hissettiklerimdi bunlar. anlıyordum seni. hatta lanet olsun ki anlıyordum ve anladığım için hiçbir şeyi diretemiyordum. sonra attım işte mesajımı,mesajlarımı...
bir gece daha indi omzuma ve ben uyudum. şimdi kalktım baktım ve sabah!
sarsıldık biliyorum ama bırakalım 3 ay öncesine dönsün her şey, gel buraya vapura binerken konuşuruz belki tüm bunları...
ya da jehan dinlerken...
ya da hiç konuşulmasa da olur sanırım.
belki de sanmam.
bilmiyorum, program yapamıyorum.
dikkat et kendine, çok sigara içme :)
bensiz leman'a da gitmeyin.

mektubuma son verirken,
seni her zaman çok seven; ben!

Hiç yorum yok: