Sıkıldım kendimi ağır bir yük gibi sırtımda taşımaktan. Bir an kontrolü elden bıraksam, bir an dalsam gündelik hayatın hayhuyuna, pejmürde bir adam gelip yerleşiyor içimdeki boşluğa. Hiç tanımadığım biri kapıyı aralık bırakıyor sanki bedenimde. Minik minik şeyler içime sızıyorlar. Bir de küçük kız dudaklarıyla yanağımdan öpmeye yeltenenler oluyor, onların saçını okşuyorum sadece ve onların hayatını da ağır bir yük gibi sırtımda taşımaya gönüllü oluyorum. Parmağımı kaldırıyorum ders bittiği halde.Tenha; bugünlerde, yani yağmurlu, kasvetli akşamların iç açıcı günlerinde en sevdiğim sözcük oldu. Sözcükler de canlı mıdır bilmiyorum ama benim “tenha”m kıpır kıpır. Hareketli ve hareket ettikçe kendi içine kapanan, daha doğrusu kapaklanan bir sözcük. Seviyorum onu. Kapı çalınsa, açtığımda Björk çıksa karşıma, hay hay içeri girse, hay hay temelli kalsa… diye bir hayal kurmaya, belki de kendimi kandırmaya çalışıyorum. Hep mi bürokratlar, mafya liderleri, pavyon fedaileri kandıracak beni? Bu kez kendime tanıyorum bu ayrıcalığı ve emekli bir sulh ceza hâkimi gibi tek başıma içiyorum bütün suçsuz şarapları.Her şarap suçsuzdur, şarabı suç unsuru haline getiren, zaten kendisi de tuhaf bir unsur olan insandır diyeceğim, konu dağılacak o zaman. Björk arada kaynayacak. Oysa kaynayabilen ama arada olmayı hiç hak etmeyen biridir Björk. Nerden biliyorsun diyeceksiniz; şarkılarından tabii. Sol anahtarının, vurmalı ve üflemelilerin doğurduğu hayatı bütünsel anlama hali bu. Gelse de, temelli kalsa da, her kadın gibi günün birinde çeker gider Björk. Çünkü kadınların “Gitme noktası” vardır. Daha doğrusu, kadınların en önemli iki noktasından biridir bu. Diğeri, yani “G noktası” bambaşka bir yazının konusu olabilir ancak. O yüzden es geçiyorum şimdilik. Evet, aynı suyun kaynama ya da donma noktası gibi, noktalı yerleri birleştirdiğimizde ortaya çıkan “noktalı yerleri birleştirme eğrisi” gibi fiziksel, ruhsal ve bedenî, yani tamamen bilimsel bir gerçektir “gitme noktası.”Bedenîdir dedim ya, sakın bedevî dediğimi sanmayın. Yalnızca sözcük benzerliği, hadi bilemedin ses benzerliği var burada. Gerçeklerin birbirine benzemesi, yani reel bir benzeşme yok asla. Çünkü bir bedevî, çöl açısından serap, benim açımdansa simülasyondur. Spekülasyondur hatta. Çöle göre de, bana göre de yoktur bedevî falan. Yalandır bunlar.Neyse, hayat gelip de o hassas noktasına tekabül ettiğinde çeker gider her kadın. Elbette geldiği gibi, her kadın gibi Björk de gider. Giderken, diş fırçasını unutur banyodaki aynanın önünde. Böylece unutulmaz olur. Atsan atamazsın o fırçayı, kaldırıp da gözünün görmediği bir yere, diyelim çekmecenin en dibine saklamaya çalışsan, yapamazsın. İçin acır! Öyle, aynanın önünde durur o diş fırçası. Dokunamazsın. Bakar bakar ağlarsın sadece.Giden sevgilinin diş fırçasına bakıp bakıp ağlamak aşktır! Çünkü bir diş fırçası asla sadece bir diş fırçası değildir.Bunu Björk dinleyen, dişini fırçalayan ve sevgilisinin dişini fırçaladığı anı, o görüntüyü dünyanın en önemli filmiymiş gibi hayatının sonuna kadar gözlerinin önünde taşımayı becerebilen herkes bilir. Aşk, bir andan, bir görüntüden, belki de basit bir diş fırçasından bile kopamamaktır. Birleşmek değildir, kopamamaktır aşk!Sonunda Björk gider, ben dönerim kendi “tenha”ma. Suçsuz bir şarabı son damlasına kadar içerim. İçmek, son damlaya dek uygulanana bir eylemdir zaten. Birazını içmek diye bir kavram yoktur. Yalandır. Bardakta ya da hayatta, yarım bırakılan her şey kendimizi ıskaladığımızın kanıtıdır. Björk gider, muhakkak gider, bir daha da çalınmaz kapım. Aşk, aslında kapın olmadığını, çalanın kendi kapısını da yanında getirdiğini, aslında kendi kapısını çaldığını, senin bir başkasının kapısını yanlışlıkla açtığını anladığın an başlar. Yeniden başlar!Çünkü bittikçe başlayan, gittikçe geri dönülen ve unutulan diş fırçasına bakıp bakıp ağlanılan bir şeydir aşk.Korkuludur, acıdır, acıklıdır biraz!
Altay Öktem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder